Somali nire, Suriye nire! Yedi İklim Dört Bucak
-
Somali’de Türk Büyükelçiliği’ne düzenlenen bombalı intihar saldırısının
sorumluluğunu üstlenen El Şebab, özellikle Afrika Boynuzu denilen ve
Ortadoğu ile Afrika arasında tam bir köprü durumunda olan bölgenin en
güçlü “İslâmcı” örgütü. Bütün emperyalistlerin ve taşeronlarının cirit
attığı bir yere konuşlanan, oradan kaynaklanan ve bütün gücünü bu
bölgeden alarak Afrika çapında eylem düzenleme kapasitesine ulaşan bir
örgüt. Bazı yorumcuların deyimiyle, bir çok bölgede farklı adlarla
faaliyet gösteren El Kaide’nin, El Nusra’nın ve benzerlerinin “süt
kardeşi”!
Hemen hemen tümünün olduğu gibi onun da para kaynağı Suudi Arabistan,
Katar, zaman zaman da emirlikler... Diğer ucundan bakılırsa,
taşeronluğun “global ölçekli” bir iş olmasından ötürü, Türkiye de bu tür
örgütlerin, ihtiyaç duyulan yer ve zamanda silah, mühimmat, para, ilaç
vs. bakımından destekçisi...
Özellikle Afrika gibi müdahale bölge ve gerekçelerinin hayli geniş
imkânlar sunduğu bir kıtada, bu tür örgütlerin merkezi bir yapısı,
kararlı ve sürekli bir politikası olamıyor. İster istemez, merkezden
bağımsız hareket edebilen, yerel ve güncel ihtiyaçlar için kendi
konumuna göre eylem düzenleyebilen grupların çıkması da işin tabiatına
uygundur. Bu yüzden, hangi örgütün hangi yerel fraksiyonunun, hangi
amaçla kime saldıracağını kestirmek güçtür. Sürprizlerle dolu bir
şiddet bataklığında kelebek avlamaya çıkan herkes bundan nasibini
alabilir.
Türkiye bu tür bir kelebek avcısıdır. Somali’deki varlığı kesinlikle
NATO’nun ve demek ki dolaysız olarak ABD’nin işverenliğinde
gerçekleşmiştir. Büyük “stratejik derinlik” uygulamasından sonra, her
yerde olduğu gibi Somali’de de işverenden bağımsız, kendi hesabına küçük
işler yapabileceğini düşünmüş, Somali gibi karmakarışık ve herkesin
daha da karıştırmak istediği bir ülkede tam denetlemesi imkansız da
olsa, kendi çıkarlarını gerçekleştirmeye yönelik bir plana sahip olmayı
istemiştir. Somali’deki varlığını İslâmi referanslara dayandırarak
güçlendirebileceği gibi kof bir umudu da saklı tutmuştur.
Ne var ki, çok başlı, çok kollu ve denetlenmesi neredeyse imkansız olan
Afrika’daki İslamcı örgütlerin, tek bir hedefe kilitlenmiş katı ve
dirençli bir yapıları olduğu gözden kaçırılmıştır. Pazarlık kozları
güçlüdür, yaptıkları yapacaklarının garantisidir, kolayca burunlarından
çekilip istenilen yöne götürülemezler. Örneğin, Suriye’deki El Nusra
eğer Türkiye’den hoşnut olmamaya başlamışsa, bunun cevabını Somali’de El
Şebab verebilir!
El Şebab’ın bombalama saldırısının açıklanan gereçlerine bakıldığında
hiçbirinin güncel, acil, şimdi ve bu sırada böyle bir eyleme sebep
olarak gösterilmesinin tutarlı bir açıklamasının olmadığı söylenebilir.
Örgütün sözcüsü Şeyh Ali Dheere Muhamed Rage, “Türkiye, Somali’deki
kukla hükümeti, siyasi ve askeri olarak destekliyor. Son dönemde
Türkiye, bu yönetimle mücahitlerle savaşmaları için askeri eğitim
anlaşması imzaladı”, “Türk hükümeti ve ordusu, Müslümanlara katliam
yapan NATO’nun bir parçasıdır”, “Türkler; Müslüman Afganistan’ın
işgalinde de katıldı. Bu, İslam’ı terk etmek demektir” gibi gerekçeler
sıralamıştır. Açıklamada ayrıca, “Mogadişu’daki Türk kurumları,
Somali’de halkın elindeki canlı hayvanlara karşı bir kampanya başlattı.
Somali’deki üretken hayvanlar her gün kesilerek tüketiliyor. Ayrıca
Türkler Mogadişu’da ahlaksızlık ve müstehcenliği yaymaya çalışıyor” gibi
kışkırtma dozu yüksek ifadeler de kullanılıyor. Belli oluyor ki,
saldırının gerekçelendirilmesi için örgüt sözcüsü güncel ve o an için
açıklayıcı olmayan, fakat epeydir cepte tutulan bir dizi olay
sarılmaktadır. Kısacası, bu saldırıyı açıklayabilecek güncel olarak
geçerli hiçbir gerekçe ileri sürülememektedir.
Şu halde açıklama başka bir yerdedir. Türkiye’nin Suriye’deki terör
çetelerine yönelik Batı’dan da kaynaklanan sınırlama, denetimli ilişki,
kaygılı izleme, dizginleri sıkı tutma vs. gibi yeni girişimleri bu tür
örgütlerin öfkesine yol açmıştır. Türkiye, örneğin Rojeva konusunda,
çetelerin umduğundan farklı bir yola girmiştir. Kürt yönetimiyle
başlatılan diyalog özellikle El Nusra için hayal kırklığı yaratmış
olmalıdır.
Öyle görünüyor ki, “global taşeronluk hizmetleri” hassas dengelere
dayanmaktadır ve dünyanın bir köşesindeki yanlış hesap, öbür köşesinde
ödedilmektedir.