28 Şubat sürecinde düzenlenen Cumhuriyet mitingleri ile bugünün "Milli İradeye Saygı" mitinglerinin müesses nizamın korunması talebinde ortaklaştığı ve benzeştiği görülüyor. Demek ki, alanda bulunarak bu mitinglere destek veren kitle de, düzeni sürdürme gayreti içinde olanlar ya da düzenin sürdürülmesine destek olmayı kendine bir görev telakki edenlerdir
İLKER ÖZDEMİR* Gezi Parkı sürecinde bazı insanların “hangi dünyaya kulak kesilmiş ise, ötekine sağır” ve seslerini duyurmak isteyen insanları dinlemeye gerçekte hiç de niyetleri olmadığı çok net bir biçimde ortaya çıktı. Apaçık gerçeklerin tahrif edilme çabasından olan biteni kapsamlı bir komplo olarak değerlendiren ve aklın sınırlarını zorlayan komplo teorilerinin hepsinin ortak bir hedefi vardı. Bu hedef, Gezi direnişini değersizleştirme ve bu direnişe katılan insanları itibarsızlaştırma ve aynı zamanda onlara yönelik şiddeti meşrulaştırma çabasıdır. Bu çerçeve içinde eskinin yenilik ve özgürlük isteyen mağdur ve mazlumlarının iktidara koşulsuzca destek olan kesiminin hızla karşıtına, yani gaddar ve zalime dönüşerek vicdanlarıyla birlikte masumiyetlerini de yitirdikleri görülüyor.Bilinen kimliklerin ötesi
Gezi protestolarının temelinde kamusal alanın giderek her anlamda daraltılması ve insanların ev, işyeri ve alışveriş merkezi arasında bir dünyaya, özel alanlara, sıkıştırılması, hatta özel alanlarında bile rahat bırakılmadıklarını düşünmeleri algısı var. Kamusal alanın halka açık bir alan olmaktan çıkarılması ve özel alana müdahale girişimlerinin bir algı yanılması değil, gerçeklik olduğu ve bu gerçekliğin insanların fena halde canını sıktığı açık. Bu müdahalelerin bunalttığı insanların derin can sıkıntısının getirmiş olduğu bu barışçıl sivil direniş (itaatsizlik eylemi), grupsal, etnik ya da dinsel olmasa da bireysel hakları öne çıkaran, yaşam tarzını devletin şiddetinden korumayı esas alan farklı türden bir kimlik mücadelesidir.
Ayrıca, Gezi Parkı direnişinin büyüklerin sözünü dinlememeye, yani otoriteye karşı bir hareket olduğu ve çoğulcu, katılımcı ve dayanışmacı özellikleri ile bu hareketin başka türden bir otoriter yaklaşımlara ve her gürlü dayatmaya karşı olduğu da görülüyor. Kimlik kavramını doğuştan edinilen kimlikler (etnik, ulusal, dinsel ve cemaat) olarak okuyan bir zihniyetin ezberinin bunu algılamasının güç olduğu da, sarıldıkları Alevi-Sünni, Türk-Kürt, Müslim-gayrımüslim ezberlerini tekrar etmelerinden açıkça görülebilir. Bu kimlik mücadelesi, doğuştan edinilmiş kimlik ve statülerin karşısına, kişilerin kendilerine seçtikleri yaşam tarzıyla oluşturdukları kimlikleri koyduğu için, eskimiş kimlik tanımlarına sığmıyor. Yaşamı savunan “Gezi Ruhu” doğrudan şiddetin yanı sıra insanların yaşamı üzerindeki sembolik şiddet biçimlerine de direniyor. Grup kimliklerine dayalı eski zihniyetin yerine yaşam biçimini koyan bu yeni anlayış, kamu düzenini bozmakla itham ediliyor.
Kusura baktılar
Oysa, Gezi Parkı protestoları, apolitik nitelemesiyle ilgili ezberleri bozmuş ve politik olmayanın yaşam dışı ögeler olduğunu, politik olanın ise gündelik yaşamla ilgili olduğunu gösterdi. Bundan önce var olan siyasetin hayat dışılığını işaret eden bu direniş, iddia edilenin tam aksine, siyasetin normalleşmesi, insanileşmesi ve yaşam biçimlerine müdahale edilmemesini talep eden ve bu çerçevede insanların özgürlük ve özerklik taleplerini seslendiren seküler bir politik harekettir. Kamu düzenini bozmakla itham edilen direnişçiler, “bizzat siyasi iktidar tarafından bozulmakta olan” kamu düzeninin sağlanmasını talep ediyor. Şiddet tekeline sahip olan iktidarın bu şiddet tekelini hukuksuz bir biçimde kullanması, kamunun güvenliğini sağlamak amacından çok, kamunun güvenliğini, sokaklarda özgürce dolaşımını ve düşüncelerini ifade edebilmesini tehdit edici boyutlara ulaştı, hatta bunun ötesine geçti. Aynı gün, “Kusura bakmayın, bu devlet halkın güvenliğini sağlamak zorunda” diyen AKP sözcüsü Hüseyin Çelik’in hangi halkı kast etmiş olduğu anlaşılabilir mi? 22 Haziran’da Taksim’e karanfillerle gelen insanlara, polis halka ait olan bu alanı boşaltmalarını söyledi. Bu anonslar ile Hüseyin Çelik’in açıklaması arasındaki halkı halktan koruma ve halkı “başka bir halka ait” olan alanlardan çıkarma çizgisi ile “azınlığın çoğunluğuna tahakkümüne izin vermeyeceğiz” söylemi ve “azınlık şaşırma, sabrımızı taşırma” sloganı arasında tam bir tutarlılık var.
Oku, ezberden
Gezi direnişinin kendisini değişimin öncüsü ilan eden mevcut iktidarı bu denli öfkelendirmesinin nedeni ise değişim ve yenilik söylemlerine ambargo koyan bu iktidarın artık değişim ve yeniyi değil, mevcudun muhafazasını ve eskiyi temsil ettiğinin ortaya çıkmasıdır. 28 Şubat sürecinde düzenlenen Cumhuriyet mitingleri ile bugünün “Milli İradeye Saygı” mitinglerinin müesses nizamın korunması talebinde ortaklaştığı ve benzeştiği görülüyor. Demek ki, alanda bulunarak bu mitinglere destek veren kitle de, düzeni sürdürme gayreti içinde olanlar ya da düzenin sürdürülmesine destek olmayı kendine bir görev telakki edenlerdir. Savunmacı ve muhafazakar bir çizgiye sahip olan bu kitlelerden alınan “biz düzenimizi kurduk ve durmak yok, yola devam, tekerimize çomak sokmaya çalışmayın” mesajıdır ve kendini milletin çoğunluğu olarak varsayan bu kitleler, “azınlık şaşırma, sabrımızı taşırma” diyerek bu tekere çomak sokmaya çalıştığını düşündükleri kitleye gözdağı verme görevini de ihmal etmedi. Buradaki ana çizgi, düzen koruma ve kollama aklı ile düzen değiştirme aklı arasında ve hiç kimse eski düzenin yeniden ihdas edilmesini de talep etmiyor. Devleti, dinsel ve etnik aidiyeti ve aileyi kutsayan müesses nizama karşı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ’ın 15 Haziran Sincan mitinginde sözlük tanımını verdiği, “düzeni bozma gayreti içinde olan” çapulcuların öne çıkarmış olduğu kimlik talebi, düşünme ve yaşama biçimlerinin devletin doğrudan ve simgesel şiddetinden ve baskısından özerk olması talebidir. Alışık olduğumuz köhnemiş siyaset dili ve doğuştan edinilmiş kimlikler üzerinden siyaset anlayışının bu toplumun bildik ezberlerini tekrar etmekten başka bir yönü yoktur. Gezi ile birlikte ortaya çıkan ve dindirilemeyen gerilim, üzerimize giydirilmeye çalışılan esvapların bedenimize dar gelmesinin bir sonucu olup, bu esvaplar giydirilmeye çalışılmaktan vazgeçilmedikçe, sıkışan bedenlerin gerilimi de bitecek gibi görünmüyor.
Dayatılana diren
Dolayısıyla gerilimin ana hattı eski ile yeni, statükoyu korumak ile değişim arasında. Bir tarafta hayatı ve kendi seçimleri ile belirlemiş olmayı istedikleri bekalarını düşünen ve bunu devletin doğrudan ve simgesel şiddetinden korumak isteyenlere, devleti savunan ve devletin ve “millet”in bekası söylemi ile karşı durulmaya çalışılmaktadır. Bu savunuyu güçlendirmek içinde komplo teorilerinden yardım alarak devletin ve milletin bekasının ciddi bir tehlikeye maruz kaldığı yönündeki görüşler kuvvetlendirilmeye çalışılmaktadır. Bu hareketlilik Büyük Türkiye Projesi’nden rahatsız olanların bu projeyi sekteye uğratarak Türkiye’nin güçlenmesini istemeyen çevrelerin bir oyunu olarak işaretlenmeye çalışılarak, 2023 ve 2071 gibi uzun erimli hedeflerle sadece ekonomik büyüme ve zenginleşmeye vurgu yapılmaktadır. Oysa, hayat akıp gidiyor ve bu direnişe katılan insanların kendi yaşamlarına ilişkin özerklik taleplerini, yani kendi yaşamlarını kendilerinin belirleme hakkını, birilerinin hayalini kurduğu Büyük ve Güçlü Türkiye’nin gerçekleşmesi için, feda etmeye, özgürlüklerinden vazgeçmeye niyetleri yok. Bu kendini yok sayarak, yaşamı öteleyerek, müreffeh bir gelecek için özveri ile aileye ve/veya vatana hizmet etmek ve görev anlayışı da, hem aileden, hem de devletten dolayı, bizim tarihimizde iyi bildiğimiz ezberlerden birisidir. Hakların değil, ödev veya görevlerimizin öne alındığı ve meçhul bir gelecek için hepimizden itaatkarlık talep eden ve hepimizi terbiye/ıslah etmeye çalışan bir zihniyetin dayatmış olduğu bu hayatın tekdüzeliği, cansızlığı ve renksizliğinden kaynaklanan ve dolayısıyla yediğimiz biber gazından daha fazla boğulma hissi veren can sıkıcılığına karşı kendiliğinden örgütlenen Gezi direnişi bu ezberi bozacak çoğulcu bir girişimdir.
* Yard. Doç. Dr., Çukurova Üni., İletişim Fak.