‘Barış ve
Demokrasi Partisi’nin bir ay önce “Kürdistan’a Statü, Öcalan’a Özgürlük” gibi
bir sloganı vardı. Bugünlerde...’
Burada,
herşeyden önce barış ve çözüm sürfeciyle ilgili bazı kuşkularımı ve
endişelerimi dile getirmeye çalışacağım. Ondan sonra sorulara cevap vereceğim.
Barış ve
Demokrasi Partisi’nin bir ay önce “Kürdistan’a Statü, Öcalan’a Özgürlük” gibi
bir sloganı vardı. Bugünlerde Öcalan’a özgürlükten yine söz ediliyor ama
Kürdistan’a Statüden söz edilmiyor, bu slogan artık kullanılmıyor.
Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan “sorun silahlı unsurların varlığıdır. Silahlı unsurlar ülkeyi
terk ederlerse sorun biter” diyordu. “Silahlı unsurlar silahlarını bırakıp bu
ülkeyi terk etsinler” diyordu. Kandil’deki PKK yöneticileri, örneğin Murat
Karayılan da şöyle söylüyordu: “Burası Kürdistan, bizim ülkemiz. Sen ülkemizi
terk et. Biz piknik yapmak için mi dağa çıktık?” Kandil’deki yöneticiler bugün
bu sözleri söylemiyorlar. “Başkanımız çekilin dedi, çekiliyoruz” diyorlar.
“Başkanımıza inanıyoruz, güveniyoruz” diyorlar.
Barış ve
Demokrasi Partisi’nin bir yıl öncesine kadar sık sık kullandığı bir sloganı
vardı “Münafık Erdoğan” sloganı. Bunu Diyarbakır, Batman, Van, Hakkari,
İstanbul, Adana, Mersin, İzmir gibi alanlarda, Almanya’da,
Kürdlerin yaşadığı her yerde, özellikle kadınlar ve çocuklar çok bağırırlardı.
Şimdi ise bazı BDP milletvekilleri AKP’ye, hükümete “Anayasayı birlikte yapalım”
diyorlar. “Otuz küsur milletvekili bizim var, 320 küsur milletvekili sizin var
anayasayı birlikte yapabiliriz” diyorlar. “münafık Erdoğan”dan “Anayasayı
birlikte yapalım”a nasıl gelindiği elbette dikkate değer bir konudur.
Statü elbette
çok önemli bir konudur. Statü denildiği zaman, yerel yönetimlerin
güçlendirilmesinden bağımsız devlete kadar çok geniş bir yelpazeden söz etmek
mümkündür. Statü denildiği zaman en azından federasyon savunulmalıdır. Statü
kazanılmadan Kürt/Kürdistan sorununun çözülmesi mümkün değildir.
Bunlar süreç
hakkında kuşkuların kaynağı olan durumlardır. Halbuki barış denildiği zaman,
gerillaların ülkeyi terk etmesi değil, kandil’deki, Avrupa’daki Kürtlerin de
ülkeye gelmesi anlaşılmalıdır. Buysa genel affı gerekli kılar. Hükümet
açıklamalarındaysa bunlardan söz edilmemektedir. Bilakis yeni karakollar
yapılmaktadır. Korucu sayısını artırma girişimleri söz konusu olmaktadır.
Bunların barış ortamının oluşmasına aykırı girişimler olduğu açıktır. Ayrıca
başbakanın, hükümetin dili de barış dili değildir. Buna da işaret etmek
gerekir.
PKK başkanı
Abdullah Öcalan’la MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın görüştüğü, anlaştığı,
mutabakata vardığı vurgulanmaktadır. Ama anlaşmanın içeriğinin belli olmadığı
belirtilmektedir. Geri çekilme karşılığında ne gibi haklar kazanıldığının
bilindiği dile getirilmektedir.
Bu görüşmelere
müzakere demek doğru değildir. Burada sadece gerillanın belirtilen zaman içinde
çekilmesi söz konusudur. Şöyle bir beklenti olabilir. “Esir askerleri bıraktık,
geri çekildik, hükümet artık sorunun çözümü konusunda bir şeyler yapmalı, bazı
adımlar atmalı….” Başbakanın Kürt sorunu diye bir sorun yoktur görüşü çok
olumsuz bir yaklaşımı ifade etmektedir. Hükümet adım atmayabilir ama PKK, BDP
statü konusunda kendi kendini yönetme, kendi geleceğini tayin etme konularında
ısrarlı olmalıdır. Anadilinde eğitim, Kürtçe mecburi eğitim vazgeçilmemesi
gereken bir hak olmalıdır.
Kovara BÎR:
Öcalan’ın 21 Mart’ta Diyarbakır Newroz’unda açıklanan bildirgesi, Kürt ulusal
sorununu nasıl bir çerçeveye koymaktadır ve bu bildirgeyi nasıl değerlendirmek
gerekir?
İsmail BEŞİKÇİ:
Bu, Kürd sorununu Türkiye sınırları içinde değerlendiren, Kürdlerin,
Kürdistan’ın bölünmüşlüğüne, parçalanmışlığına, paylaşılmışlığına dikkat
çekmeyen bir bildiridir.
“Barış süreci”
ya da “İmralı süreci” olarak tanımlanan bu süreçle ilgili gerek AKP hükümeti
yetkilileri tarafından ve gerekse de Öcalan ve PKK tarafından yapılan
açıklamalara göre, Kürt sorununun çözümü adına üzerinde anlaşılan belirli bir
çerçeve yoktur. Tarafların yaptığı açıklamaya göre üzerinde mutabık oldukları
tek konu “demokratikleşme süreci”nin geliştirilmesidir. Sizce bahsedilen bu
“demokratikleşme süreci” ve tarafların bu konuyla ilgili algılarını gözönünde
bulundurduğumuzda, bu süreç Kürd ulusal sorununun çözümü açısında ne ifade
etmektedir?
·
Demokratikleşme,
Kürd/Kürdistan sorununu çözülmesinde, başvurulması gereken temel bir kavram
olmamalıdır. Vurgulanması gereken temel kavramlar, Kürdlerin kendi kendilerini
yönetmeleri, Kürdlerin kendi geleceklerini tayin hakları olmalıdır. Örneğin,
Sudan’da, el –Beşir, anti-demokratik bir kişidir. Güney Sudan’da, Darfur’da
soykırıma varan operasyonlar yapmıştır. Güney Sudan’da Hrıstiyanlara, Darfur’da
Müslüman Fur halkına soykırımlar yapmıştır. Fur halkı Müslümandır ama Arap
değildir.
Sudan yönetimi anti-demokratiktir. Ama böyle bir
yönetimde, Güney Sudan
referandum yaparak Sudan’dan ayrılmayı başarmıştır. İsrail ise, kanımca
Ortadoğu’da en demokratik devlettir. İsrail kanımca Türkiye’den daha demokratik
bir devlettir. Ama bu demokratlığına rağmen Filistin sorununu çözemiyor.
Buradaki temel sorun sınır sorunudur. Her iki taraf ta sınırları kendi
lehlerine genişletmeye çalışmaktadır.
Türkiye’yi
demokratikleştirme, Kürdlerin çabası olmamalıdır. Kürdler kendi kendilerini
yönettikleri zaman, Kürdler kendi geleceklerini tayin ettikler zaman,
anadilinde yani Kürd dilinde mecburi eğitim gerçekleştiği zaman Türkiye
demokratikleşir. “Kardeşlik”in temel koşulu da siyasal eşitliktir. Siyasal
eşitlik olmadan kardeşlik olmaz. Büyük ağabey-küçük kardeş ilişkileri
çerçevesinde kardeşlik kurulamaz.
Sözkonusu
demokrasi yada demokratiklik olduğunda Öcalan, PKK ve onlara bağlı birçok
örgütün sıklıkla kullandıkları “demokratik” kavramı ve bunu da birçok kavramın
önüne ekleyerek Kürt milletine sundukları çözüm perspektifleri; örneğin,
“demokratik cumhuriyet”, “demokratik ulus”, “demokratik modernite”, “demokratik
uygarlık”, “demokratik özerklik”, “demokratik Türkiye”, “demokratik Suriye” …,
vb. gibi envayi kavramlarla Kürdistan ulusal sorununun çözümü nasıl tanımlanmakta
ve nereye oturtmak istemektedirler?
·
Demokrasinin
temel koşulu ifade özgürlüğüdür, özgür eleştiridir. Demokratik sözü sık sık
kullanılarak, her sözcüğün başına demokratik sözcüğü konularak demokrat
olunmaz. Eleştiri, özgür eleştiri dinamik bir şekilde işlemelidir. Barış ve
Demokrasi Partisi, PKK Abdullah Öcalan’ı eleştirebilmelidir. Abdullah Öcalan
kendini eleştirilebilir kılmalıdır. Tek adam yönetimi demokratik anlayışa
aykırı bir yönetim biçimidir. Tek adama itaatle demokrasi kurulamaz. Kararların
tartışmalarla alınması kaçınılmaz olmalıdır.
Gerek Öcalan’ın
Newroz bildirgesinde ve gerekse de PKK/BDP/DTK çevrelerinin değişik vesilelerle
verdikleri mesajlarda Güney ve Batı Kürdistan’ı da kapsayacak manada sıkça
“Misakı Milli” vurgusu yapılmaktadır. “Misakı Milli”nin bu derece vurgulanması
Kürtler ve Kürt ulusal sorununun çözümünde neyi ifade etmektedir?
·
Bu,
Türk siyasal kültürüne yakınlığı ifade etmektedir. “Misak-ı milli” Türk siyasal
kültürünün temel dayanaklarında biridir. Kürdler “Misak-ı milli” ’yi değil,
ayrı bir devleti Küdristan’ı düşünebilmelidir. Kardeşlik ancak böyle
oluşabilir. Komşularla, bu arada Türkiye ile de ittifaklar bu devlet aracılığı
ile kurulmalıdır.
Mayısın
başlarından itibaren fiilen başlayan çekilme süreciyle PKK, tamamen silahlı
mücadeleyi bırakacak mı? Öcalan’nın “gerila gücümüzü yüzbine çıkartacağız” ve
A. Toğluk’un da “silahlı mücadele 25 yıl daha sürecektir” gibi açıklamaları
süreçle çelişmemekte midir ya da bu tür açıklamaların amacı nedir?
·
Bu
açıklamalar süreçle çelişmektedir. Ama, PKK’nin silah bırakması zordur. Fakat
şu aşamadan sonra, tekrar gerilla mücadelesine başlamak da zordur. Artık
siyasal mücadele yönünde yoğunlaşmak gerekir. Ama, Kürdlerin her zaman, silahlı
bir gücü olması anlamlıdır kanısındayım. Aslında PKK en azından bir federasyonu
savunmalıydı. Süreç içinde, zamanla silah bırakacak gerilla da oluşturulan bu
federasyonun polis gücüne, zabıta gücüne, güvenlik gücüne dönüşmeliydi. Bunun
için elbette siyasal ortamın hazırlanması önemlidir. Genel af bunun vazgeçilmez
bir koşuludur. Böyle bir ortam isteyen gerilla güvenlik yönünde yer alır,
isteyen siyasal bir faaliyet yürütür, isteyen ticaret yapar. İsteyen de emekli
olur, federasyon ona maaş öder.
AKP hükümet
çevresi, PKK ve genel olarak da medyada yapılan yayınlar ve bu süreçle ilgili
yürütülen faaliyetlerde Kürdistan ulusal sorununun çözümü, Öcalan’ın mutlak
denetimindeki PKK’nin silahlı militanlarının bölgeden çekilmesine indirgenmekte
ve diğer Kürtlerin de bu sürece eklemlenmesi yönünde görünmektedir. Böyle bir
durumda, diğer Kürt kesimlerinin ve farklı sınıfsal grupların iradesinin
yansımadığı çözüm süreci, ne oranda demokratik olur ve çözüm sağlayabilir?
·
Görüşmelerin
sadece PKK tarafından, PKK içinde de sadece Abdullah Öcalan tarafından
yürütülmesi sakıncalıdır. PKK dışında yer alan Kürdlerin de sürece dahil
edilmesi, görüşmelerin bu çerçevede oluşturulacak bir heyet tarafından
yürütülmesi kapsayıcı olması açısından daha anlamlıdır. Bu yolla ulaşılacak
çözüm daha kalıcı olur. Böyle bir sürecin yaratılması başta PKK’nin, Barış ve
Demokrasi Partisi’nin görevi olmalıdır. Bu aşamada PKK dışındaki Kürd
gruplarıyla ilişki kurmak geliştirmek ihmal edilmemesi gereken bir durumdur.
Bürüksel ve
Ankara’da yapılan ve 15-16 Haziranda da Diyarbakır’da düzenlenecek “Kuzey
Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı”, diğeri de Hewlêr’de yapılması düşünülen
benzer konferansların düzenleme yöntemleri, amacı, bileşenleri, tartışılan
çerçeve ve alınan kararlara baktığımızda bu tür konferanslar Kürtlerin birliği ve
Kürdistan ulusal sorununun çözümü için nasıl bir zemin oluşturmaktadır ve sizce
nasıl olmalıdır?
·
Çeşitli
zamanlarda, çeşitli mekanlarda, bu tür konferansların yapılması kanımca çok
önemlidir. Bu konferanslarda Kürdler birbirleriyle konuşmakta, birbirlerini
tanımakta, yapıp etikleri konularında birbirlerini bilgilendirmektedir.
Birbirlerinin düşüncelerine eleştirilerine tahammül böyle bir süreçle gelişir.
Aslında, Kürdlerin, Kürd örgütlerinin temel düşüncelerini koruyarak bir cephe
oluşturmalarında büyük yarar vardır. Daha ciddi, kalıcı cepheler,
birliktelikler kurmak geliştirmek için bunlar gerekli olmaktadır.
“Barış
süreci”nin başlamasıyla birlikte PKK gerilaları Güney Kurdistana çekilmekte ve
Murat Karayılan’ın yaptığı açıklamaya göre Güney Kurdistan yönetiminden de bir
statü talebinde bulunmaktalar. Güney Kürdistan yönetiminde böyle bir statü
talebinde bulunmanın anlamı nedir ve Öcalan’nın başkan Mesud Barzani’ye yazdığı
ve kamuoyuna yansıyan son mektubunu da göz önünde bulundurarak baktığımızda Kürdistan
yönetimi bu sürecin neresindedir?
·
PKK
Statü talebini Kuzey Kürdistan’da yapmalıdır. Bu talepte ısrarlı olmalıdır. PKK
Güney Kürdistan’da misafirdir.
Dünyadaki ve
Ortadoğu’daki gelişmelere baktığımızda, yaklaşık olarak 40 milyonluk nüfusuyla
kendi iradesi dışında emperyal devletlerin de onayıyla dört bölgesel devlet
arasında bölüşülmüş Kürtler ve Kurdistan’ı
nasıl bir gelecek beklemektedir? Ve Kürtler millet olmaktan kaynaklanan
haklarına kavuşmak için ne yapmalıdır?
·
Geleceğin
Kürdler için olumlu olacağını düşünüyorum. Somut olarak neler olacağı konusunda
şunlar olacak demek zor. Ama Kürdlerin, Kürdistan’ın durumu bugünkünden çok
daha iyi olacak. Bunu söylemek mümkün. Bugün sorunun özgürce konuşuluyor,
tartışılıyor olması çok önemli bir gelişmedir. Bundan geri dönüş olamayacağı
açıktır.
Kovara BÎR