Wednesday, April 2, 2014
Sınıf Sınıfa Karşı!
Özellikle 1920’lerin ikinci yarısında Komintern’in ünlü bir sloganı vardı: “Sınıf sınıfa karşı”. Bu sloganla anlatılmak istenen, işçi sınıfının burjuvaziyle karşı karşıya geldiğiydi ama aslında sloganın daha da özel bir amacı vardı. Örneğin Almanya’da işçi sınıfını “temsil eden” Komünist Parti, burjuvaziyi “temsil eden” Sosyal Demokrat Parti’yle karşı karşıya gelmişti. Sınıf (proletarya) sınıfa (burjuvazi) karşı geldiğine göre, komünistler de sosyal demokratlarla karşı karşıya gelmişti. Dolayısıyla, iktidara yürüyen Nazilere karşı burjuvaziyi temsil eden sosyal demokrasiyle ittifak yapmak sınıf işbirliği anlamına gelirdi.
Ben, bu tarihi deyişi Türkiye’deki bugünkü duruma ilişkin ama çok daha farklı bir anlamda kullanacağım.
Özellikle büyük şehirlerdeki seçimlerde alınan sonuçlara baktığımız zaman aşağı yukarı net bir şekilde görebiliriz ki, işçi sınıfıyla burjuvaziden çok, işçi sınıfının iki, hatta üç farklı kesimi karşı karşıya gelmiştir. Bu üç farklı kesim bence şunlardır: 1. Beyaz yakalı işçiler; 2. Mavi yakalı işçiler; 3. Yakasız işçiler.
Eskiden Beyaz yakalı işçilere işçi sınıfının bir eklentisi, hatta Leninist bir kavram kullanılarak “işçi aristokrasisi” gözüyle bakılırdı. İşçi sınıfı denince esasen sanayi işçilerinin belkemiğini oluşturduğu mavi yakalı işçiler anlaşılırdı. Oysa günümüzde durum tersine dönmüştür. “Teknolojik devrim”in ve onunla bağlantılı bir şekilde uygulanan neokapitalist sistemin sonucu olarak, işçi sınıfının esasını eğitim düzeyi yüksek bir kesim, yani beyaz yakalı işçiler oluşturmaya başlamıştır. Hatta diyebiliriz ki, bu gelişmenin sonucunda, işçi sınıfının kültürden yoksun bırakılmış bir sınıf olduğu tezi de tarihin sayfalarına gömülmüştür. Öte yandan, bu kesimin, işçi sınıfının ayrıcalıklı tabakasını oluşturduğu durumlar da tarihin sayfalarına gömülmüştür, çünkü yaklaşık olarak otuz yıllık bir dönem içinde, toplumların sanayi toplumlarından teknoloji toplumlarına dönüşmesiyle beyaz yakalı kesim hem kalabalıklaşmış hem de üretimin belirleyici öznesi haline geldiği için sınıfın sömürülen esas bölümünü oluşturmaya başlamıştır. Sanıldığının tersine, beyaz yakalılar artık ayrıcalıklı değildir. Hem ücretleri mavi yakalıların epeyce altındadır, hem de mavi yakalıların geçmiş dönemlerde mücadeleyle elde ettikleri iş güvencesinden yoksundurlar (çoğu sözleşmeli işçidir). Yaptığı iş gereği yüksek eğitim almış bu kesim, işçi sınıfının en kültürlü bölümünü oluşturmaktadır ve bu yüksek kültürle düşük ücret ve düşük iş güvencesi bir araya geldiğinde neredeyse ateşle barut gibi bir toplumsal patlayıcı işlevi görmektedir. Bu kesim, çoğunlukla bir önceki alt burjuva kesimlerinin çocuklarıdır ve dolayısıyla, hem bu nedenle hem de kültürel özellikleri nedeniyle, dar gelirine rağmen şehir kültürünü daha fazla sindirmiş eski küçük burjuva semtlerinde (İstanbul’da, Beyoğlu, Kadıköy, Beşiktaş; Ankara’da, Çankaya, Yeni Mahalle) yaşama yolunu seçmiştir. Bu anlamda bu tür semtler, artık ağırlıklı olarak beyaz yakalı işçi semtleri olarak da görülebilir. Bu kesim, bugün toplumun canlı dokusunun en hareketli bölümünü oluşturur ve Gezi’nin de, Alevilerle birlikte temel bileşenini oluşturur.
Sanayi üretiminin gerilemesine paralel olarak, eski işçi sınıfının belkemiğini oluşturan mavi yakalı işçiler, bugün hâlâ işçi sınıfının önemli bir kısmını oluşturmakla birlikte sayısal oran olarak işçi sınıfının esasını oluşturmaktan çıkmıştır. Geleneksel işçi semtlerinde (Alibeyköy gibi) yaşayan bu kesim, sendikal mücadelelerle önemli ayrıcalıklar elde etmiştir ve bugün bu ayrıcalıklarını koruma mücadelesi vermektedir. Bu mücadeleyi verirken, ekonomik istikrarı bozacak ve kendi durumunu da istikrarsızlaştıracak çetin mücadelelere girmemeye özen göstermektedir. Elbette sendikalarını bir kalkan olarak savunmaktadır ama bu kalkanı, çok sıkışmadıkça siyasi iktidara karşı kullanmaktan yana değildir. Siyasi tutumu, kültürel yapısıyla da bağlantılı bir şekilde, ağırlıklı olarak siyasi iktidardan yanadır. Mavi yakalı işçilerin Gezi’ye fazla destek vermemesinin ve kendi oturduğu geleneksel semtlerinden iktidar partisi AKP’ye daha çok oy çıkmasının sebebi bu olsa gerek. Bu bağlamda, sınıfın beyaz yakalı kesimiyle mavi yakalı kesiminin karşı karşıya geldiğini söyleyebiliriz.
Ne var ki, bu karşı karşıya gelmede mavi yakalı işçiler yalnız değildir. Sınıfın içinde onların bir müttefiki daha vardır: Yakasız işçiler. Sanmıyorum ki bu deyim benden önce kullanılmış olsun, “yakasız işçiler”, kültürel olarak mavi yakalılara daha yakın olsalar da, ekonomik bakımdan, işçi sınıfının her iki kesimiyle de karşılaştırılamayacak ölçüde yoksul bölümünü oluştururlar. Bu kesim, yalnızca işçi sınıfının değil, toplumun da kenarlarında ve diplerinde, yani “uçurumun kenarında”, yoksulluk sınırında, asgari ücretle yaşamaya çalışan iş güvencesiz, sigortasız, tekstil işçileri, gündelikçiler, kenar semt kapıcıları, zengin sitelerde ya da işyerlerinde güvenlik görevlisi olarak çalışanlar, özel hastane hademeleri, günübirlik iş arayanlar, işsizler, seyyar satıcılar vb.’dir. Yaşadıkları semtler, büyük kentlerin dışa doğru genişleyen varoşlarıdır. Büyük bir kentte yaşamaktadırlar ama ne kültürel durumları ne de ücretleri bu büyük kentte yaşamalarını algılamaya olanak verir. Ezilmişin de ezilmişidirler. Borç harç içinde yaşayıp giderler. En büyük kaygıları, ekonominin daha da kötüye gidip bugünkü yoksul yaşam olanaklarının bile ellerinden kayıp gitmesidir. Bu yüzden bugün, ekonomik istikrarı koruduğunu ve kendilerine sosyal yardım sağladığını düşündükleri AKP’yi desteklemekte ve istikrarı bozduğunu düşündükleri beyaz yakalılara öfkelenmektedirler.
Marx, sınıf mücadelesinin tarihin motoru olduğunu söylemişti ama sanırım sınıfın kendi içinde de bir sınıf mücadelesi olabileceğini (o gün bunun koşulları olmadığından) öngörememişti.
Gün Zileli
1 Nisan 2014