Yeni iddialara göre
Ankara, Kaddafi’nin silahlarını isyancı gruplara gizlice ulaştırmak için
ABD ve Britanya ile birlikte çalıştı
ABD’nin Dışişleri Bakanı John Kerry ve Birleşmiş Milletler
büyükelçisi Samantha Power, Suriyeli isyancılara daha fazla destek
verilmesi için zorluyorlar. Bu, Suriye silahlı muhalefetinin, her
zamankinden daha çok, inançları ve yöntemleriyle El Kaide’ye benzer
cihatçıların hakimiyetinde olduğu yönündeki güçlü kanıtlara rağmen
böyle. Kuzey Suriye’de, Lazkiye çevresinde ilk başta bir ölçüde başarılı
olan son isyancı saldırısına, Çeçen ve Faslı cihatçılar önderlik
ediyordu.
Amerika, Suriye silahlı muhalefetini destekleme işini vekil güçleri
ve paravan şirketler aracılığıyla yaparak kendi rolünü gizli tutmak için
elinden geleni yaptı. Seymour Hersh’ün geçen hafta London Review of
Books’ta yayımlanan “Kırmızı Hat ve Gizli Hat: Obama, Erdoğan ve
Suriyeli isyancılar” başlıklı yazısını oldukça ilginç kılan budur.
Dikkatler, 21 Ağustos’ta Şam’da düzenlenen sarin gazı saldırılarının,
ABD’yi Başkan Beşar Esad’ı devirecek büyük çaplı bir askeri saldırı
düzenlemek üzere kışkırtmak için, Türk istihbaratı tarafından
desteklenen cihatçı grup Nusra Cephesi tarafından düzenlenip
düzenlenmediğine çekildi. Eski bir ABD istihbarat yetkilisine ait olduğu
söylenen, “Şimdi biliyoruz ki, bu [Türk Başbakanı Recep Tayyip]
Erdoğan’ın adamları tarafından, Obama’yı kırmızı çizgiyi aşmaya zorlamak
için planlanan gizli bir eylemdi” sözleri alıntılandı.
Hersh’ün iddialarını kıyasıya eleştirenler, kimyasal saldırıyla
ilgili olarak bütün delillerin Suriye hükümetine işaret ettiğini ve
Türkiye’nin desteği olsa bile Nusra Cephesi’nin sarin kullanacak
kapasiteye sahip olmadığını savundu.
Hersh’ün makalesinin ikinci ve daha az önemli konusu ise CIA’in gizli
hat dediği; Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’la gizli işbirliği
içindeki ABD’nin denetiminde Suriyeli isyancılar için oluşturulan
tedarik zinciriydi. Buna dair bilgiler, 11 Eylül 2012’de Bingazi’deki
ABD konsolosluğunda ABD’nin Libya elçisi Christopher Stevens’in Libyalı
milislerce öldürülmesi üzerine ABD Sanatosu İstihbarat Komitesi
tarafından hazırlanan şimdiye kadar gizli tutulan bir raporun üst düzey
gizlilikteki ekinde/bölümünde yer alıyor. Bu bölümde, CIA’in MI6 ile
birlikte, Muammer Kaddafi’nin cephaneliklerinden alınan silahların önce
Türkiye’ye ve ardından da Türkiye’nin 500 mil uzunluğundaki güney
sınırından Suriye’ye sevkini düzenlediklerinden söz ediliyor. Ayrıca
2012’nin başında Obama ve Erdoğan arasında finansmanın Türkiye, Suudi
Arabistan ve Katar tarafından sağlanacağına ilişkin varılan bir
anlaşmaya atıfta bulunuluyor. Avustralyalı görünümlü paravan şirketler
kuruluydu ve silah bulup ulaştırmakla yükümlü eski ABD askerlerini
istihdam ediyordu. Hersh’e göre, MI6’nın varlığı CIA’in yasaların
gerektirdiği şekliyle operasyonun Kongre’ye rapor edilmesini önlemesine
imkan verdi; çünkü bu bir irtibat görevi gibi sunulabilirdi.
ABD’nin gizli hatta katılımı, Libya elçisi milisler tarafından linç
edilince, mutsuz bir sonla bitti. Saldırının şoku sürerken ABD personeli
hava yoluyla şehir dışına çıkarıldığında (ki bildirildiği kadarıyla
bunların yalnızca 7’si Dışişleri Bakanlığı görevlisi ve 23’ü de CIA
yetkilisi idi), ABD’nin Bingazi’deki diplomatik varlığı CIA tarafından
oldukça düşürülmüştü. Kısa sürede Cumhuriyetçiler ve Demokratlar
arasında bir politik kavgaya dönüşen Bingazi felaketi, ABD’nin
Suriye’deki hangi isyancı hareketlere ne tür silahların gittiğine dair
kontrolünü ciddi bir şekilde ortadan kaldırdı.
Bu, tam da Esad güçlerinin hakimiyet elde etmeye başladı ve El Kaide
türünden grupların silahlı isyanın ön safına geçtiği bir zamanda
yaşandı.
İsyancıların 2012’de zafer elde edememesi, onların yabancı
destekçilerini bir sorunla karşı karşıya bıraktı. Kaddafi düştüğü zaman,
Şam yönetimi daha 14 eyalet merkezini de elinde tutarken, hepsi
kendinden emin bir şekilde Esad’ın koltuğundan indirilmesini talep
ediyordu. Bir gözlemciye göre, “Ayaklarının yere basması için epey aşağı
inmeleri gerekecekti.” Esad’ın uzaklaştırılmasından başka herhangi bir
şeyin kabulü aşağılayıcı bir yenilgi gibi geliyordu.
Sünni devletler cihatçıların sahne almasına gözlerini kapar ve din
adamları Şia’ya karşı mezhepçi nefreti körüklerken, Suudi Arabistan ve
Katar para sağlamayı sürdürüyordu. Ama Türkiye açısından durum daha
kötüydü. Kendi gücünü tesis etme yönündeki çabaları yalpalama içindeydi
ve Mısır’dan Irak’a seçtiği bütün ittifaklar / vekiller krizdeydi.
Şurası çok netti ki Nusra Cephesi, Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) ve
Ahrar’uş Şam dahil El Kaide tipi örgütler destekleri almak, tedavi
görebilmek ve güvenliklerini sağlayabilmek için Türkiye sınırından
geçişlere büyük oranda bağımlıydı. Asiler arası en şiddetli çatışmalar
bu sınır geçişlerinin kontrolü için oldu. Türkiye askeri istihbaratı,
MİT ve Jandarma cihatçıları ve özellikle de Nusra Cephesi’ni yönetip
eğitmede giderek artan bir rol oynadı.
Hersh’ün makalesi, MİT’in daha da ileri gidip, Obama’nın kırmızı
çizgisini aşıp bir ABD hava saldırısına yol açmak için, Nusra Cephesi’ne
Şam’da nasıl sarin gazı saldırısında bulunabilecekleri konusunda yol
gösterdiğini iddia ediyor. Bunun gerçekten olup olmadığına dair şiddetli
tartışmalar yaşanıyor. Ancak Amerika’nın önde gelen bir araştırmacı
gazetecisinin üst düzey bir ABD istihbaratı yetkilisinin bunun böyle
olduğuna inandığını söylediğini aktarması bile Türkiye’ye zarar vermeye
yetiyor.
ABD istihbarat camiasının bir bölümünün Erdoğan’ın Suriye’deki
eylemlerine ilişkin derin şüpheleri var. Bu aynı zamanda, Suriye’deki
silahlı isyana yapılan yardımın Irak’ı istikrarsızlaştırarak ABD ve
Avrupa’yı can evinden vurmaya başlayabileceği anlamına da gelir. IŞİD
Türk sınırından Suriye’ye intihar bombacıları taşıyabiliyorsa, bunu
Halep’e yapabildiği kolaylıkla doğrudan Bağdat’a da yapabilir.
Pentagon, Esad üzerinde daha fazla askeri baskı uygulamanın
riskleriyle ilgili olarak Dışişleri Bakanlığı’ndan çok daha ihtiyatlı.
Çünkü bunu Irak ve Afganistan’daki gibi askeri bir karışıklığı
tetikleyecek ilk adım olarak görüyorlar. ABD Genelkurmay Başkanı Martin
Dempsey ve Savunma Bakanı Chuck Hagel, ABD’nin daha fazla askeri rol
oynaması fikrinin baş muhalifleridir. ABD’deki iki taraf da her ay 600
Suriyeli isyancının eğitileceği ve cihatçıların dışlanacağı bir program
üzerinde anlaşmış durumda. Ancak burada bir sorun var ki laik ılımlı
Suriye muhalefeti savaşçıları diye bir şey gerçekte mevcut değil. Her
zaman olduğu gibi, isyancılara ne tür silahların sağlanması gerektiği
üzerine de bir anlaşmazlık var; Suudiler ve Katarlılar taşınabilir
uçaksavar füzelerin her şeyi değiştireceği konusunda ısrar ediyor. Bu
büyük ölçüde bir fantazi, asıl problem silahlı isyancı güçlerin yüzlerce
savaş çetesi şeklindeki parçalılığı.
İlginçtir, ABD ordusu Irak, Afganistan ve Libya’dan ders çıkarma
konusunda Kerry ve Power gibi sivillerden çok daha hızlı olmuştur.
Büyükelçi Stevens’ın öldürülmesi, ABD’nin, oyuncuların ya da sahanın
büyük bölümünü kontrol edemediği Suriye’deki gibi şiddetli ve karmaşık
bir krize, kıyısından kenarından bile olsa dahil olduğunda neler
olabileceğini göstermektedir.
Bu arada, Türkiye’nin Şam’daki sarin gazı saldırılarını yönlendirdiği
gibi ciddi bir iddia, eğer doğruysa, son üç yıldır Suriye’de
sergilediği karmakarışık müdahalelerine pek de uymayan düzeyde yüksek
bir kapasite gerektirmektedir.
13 Nisan 2014