Dr. Muhammed
Nureddin
YDH- Arap
dünyasının önde gelen Türkiye Uzmanı Dr. Muhammed Nureddin, es-Sefir
gazetesinde yazdığı yazıda Türk-İsrail ilişkilerinin normalleşmesi sürecini
analiz etti.
YDH-Arap
dünyasının önde gelen Türkiye Uzmanı Dr. Muhammed Nureddin, es-Sefir
gazetesinde yazdığı yazıda Türk-İsrail ilişkilerinin normalleşmesi sürecini
analiz etti.
Bu hafta “ebedi
ortaklar” haftası idi. Amerikan Başkan Obama, İsrail ile ebedi ortaklıklarını
açıkladı. Obama’nın daha önce de belirttiği gibi, Türkiye ve Amerika arasında “model
ortaklık” vardı. Bugünlerde ise, Türkiye ve İsrail arasındaki ortaklık yeniden
konuşulmaya başlandı. Ankara’daki rejimin kimliği, “askeri-laik” kimlikten “İslamcı”
kimliğe dönüştüğü görülüyor; ama bu kimlik değişiminin, İsrail kurulur kurulmaz
başlayan “ebedi ve stratejik” ortaklığı etkilemediği de görülüyor.
İsrail, 31 Mayıs
2010’da 9 Türk’ü katlettiği Mavi Marmara saldırısından dolayı Türkiye’den özür
diledi. İsrail ayrıca, kurbanların ailelerine tazminat ödeyecek. Türkiye’nin 3.
şartı olan Gazze ablukasının kaldırılması konusunda ise, İsrail Başbakanı
Benyamin Netenyahu, Recep Tayyip Erdoğan’a, Gazze’ye uygulanan blokajın
hafifletilmeye başlandığını ve bu hafifletmenin gelecekte de devam edeceğini
belirtti.
Ankara’ya göre,
İsrail Türkiye’nin şartlarını kabul
etti. Adalet ve Kalkınma Partisi yanlısı Yeni Şafak gazetesine göre AKP İsrail’e
diz çöktürdü. Peki görünen resmin arkasındaki gerçek nedir? Bölgesel düzeyde
nasıl ilişkilendirilebilir? Filistin halkının elde edeceği kazanımlar nelerdir?
1-Türkiye ve
İsrail arasındaki ilişkilerin “Özgürlük Filosu” olayından sonra etkilenmediğini
söyleyebiliriz.. Diplomatik ilişkiler devam etti ve sadece büyükelçi çekildi.
Bazı anlaşmalar donduruldu; ancak askeri ve güvenlik konularındaki işbirliği
durdurulmadı. Saldırı olayından sonra iktisadi ilişkilerde bir patlama yaşandı.
2009 yılında iki ülke arasındaki ticaret hacmi 2 milyar 500 milyon dolar iken,
2011 yılında 4 milyar 500 milyar dolara yükseldi ve 2012 yılında 4 milyar dolar
seviyesini korudu.
2-Ankara’daki
yönetime İslamcı bir partinin gelmesi, İsrail ve Türkiye arasındaki ilişkileri
hiç bir şekilde etkilemedi. Türkiye, Filistin ve İsrail arasında bir uzlaşma
için çalışmalar yürüttü ve 2007 yılında İlk defa bir İsrail cumhurbaşkanı Türk
parlamentosunda konuşma yaptı. Burada bir hatırlatma yapacak olursak, Türkiye’de
İslami karakteri olan yönetimlerin -50’li yıllarda Adnan Menderes
liderliğindeki Demokrat Parti, 80’li yıllarda Turgut Özal liderliğindeki
Anavatan Partisi gibi- dış politikası, Batı ve İsrail’e hep daha yakın bir
çizgideydi. Adalet ve Kalkınma Partisi de bu çizgiden uzak değil.
3-Erdoğan kendi
vekillerinin Özgürlük Filosuna katılmalarını engelledi. İsrail 9 Türk aktivisti
katledince, kızgın olan kamuoyunun tepkisi karşısında can sıkıcı bir duruma
düştü; ama İsrail’den özür dilemesini istemekten başka bir seçeneği yoktu.
Erdoğan’ın bundan başka alacağı her pozisyon onu hem içte hem de dışta zayıflatacaktı.
Ama aynı zamanda, dış işleri bakanı Ahmet Davutoğlu liderliğindeki diplomatlar,
öyle ya da böyle, İsrail ile ilişkileri restore etmek istiyordu.
Bu çıkmazdan
kurtulmak için ise İsrail’i özür dilemeye ikna etmek gerekiyordu. Aksi
takdirde, 2010 yılı sonlarında işgal altındaki topraklarda çıkan yangını
söndürmeye yardımcı ve bir jest olarak Türkiye’nin itfaiye uçakları
göndermesini nasıl yorumlayabiliriz? Davutoğlu ayrıca, İsrailli yetkililerle
açık ve gizli birden fazla toplantı yaptı; ama bu toplantılardan bir sonuç
çıkmıyordu ve sürekli İsrail’in özür dilemeyi reddedişi ile karşı karşıya
geliniyordu. Düğüm, Ankara
ile ilişkilere geri dönme konusunda değildi, İsrail’in Türkiye’nin talebini
reddedişi ile ilgiliydi. Ankara
en sonunda İsrail’in NATO ile işbirliğine karşı olan vetosunu kaldırdı ve aynı zamanda İsrail de Türk askeri
uçaklarının elektronik sistemlerini sağlamaya devam etti. Ancak daha büyük
girişim, Türkiye’nin kendi topraklarında füze kalkanı yerleştirmesi oldu. Bu
kalkan, İsrail’i İran’dan gelebilecek füzelere karşı koruyacak en önemli adım
oldu.
4-Türkiye, Mavi
Marmara olayından sonra İsrail ile ilişkilerini ve siyasi bağlantılarını
kesmesi ile, Filistin davasındaki rolünün etkilendiğini idrak etti. İsrail’in
geçen kasım ayında Gazze’ye saldırısının ardından milletvekili Bülent Arınç’ın
ağlaması, İsrail ve Türkiye arasındaki ilişkileri normalleştirme ihtiyacına
işaret ediyordu.
5-İsrail’in özrü
ve ilişkileri normalleştirme sürpriz değildi. İlişkilerin normalleşmesi
önündeki tek engel -Netenyahu’nun, hükümetin hayatta kalabilmesi için ona
ihtiyaç duyduğundan boyun eğdiği- özür dilemeyi reddeden İsrail Dış İşleri
Bakanı Lieberman idi. Dolayısı ile herkes seçimi ve yeni bir hükümet
kurulmasını bekliyordu. Lieberman’ın görevinden uzaklaştırılması da bir tesadüf
değildi. Yeni hükümet -Amerika’nın baskısı ve Netenyahu’nun arzusu ile- Türkiye
ile ilişkileri normalleştirme adımı olarak, Lieberman isminden kurtuldu.
Pratikte, yeni hükümetin ilk işi, Obama’nın sponsorluğunda, Türkiye’den özür
dilemek oldu.
6-Türkiye
ilişkilerin normalleşmesi için özür şartını öne sürmüştü. Bu da, bölgede İsrail
ile ilişkileri normalleştirmek ve ortaklaşmak için, bir özrün, Türkiye için
yeterli olduğu anlamına gelmektedir. Bir özür tek başına, İsrail’in bölgedeki varlığını
ve nüfuzunu arttırmak için yeterliydi. Türkiye’nin Amerikan büyükelçisi Namık
Tan, Ankara ve Tel Aviv arasındaki ilişkilerin normalleşmesi konusunu en açık
bir şekilde dillendirerek “Sadece gerçek dostlar birbirlerinden özür diler”
dedi. Ardından “Türkiye ve İsrail halkları arasında, güçlü tarihsel ilişkiler
var” dedi!
7- Türkiye gibi
NATO’ya üye bir ülkenin, İsrail’e düşman olabilmesi mümkün değildir. Aynı
zamanda Türkiye’nin İsrail’in çıkarlarına -ki NATO’nun çıkarları ile örtüşen
çıkarlara- aykırı bir yol izlemesi mümkün değildir. Türk yetkililer “Türkiye’nin
sınırları NATO’nun da sınırlarıdır” dediklerinde, İslami ve Doğulu kimliğinin
yanında NATO kimliğini de öne çıkarmış oldu. Sınırları NATO’nun sınırlarıdır
diye ilan etmek, bütün kamuflajlara ve saklanmaya çalışılan gerçeklere rağmen,
otomatik olarak İsrail ile dostluğu ve müttefikliği de ilan etmektir.
8-Türkiye ve
İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesi, zamanlama açısından bir çelişki
yaratıyor. Türkiye; Suriye, Irak, İran, Rusya, Çin ve bölgeden bazı ülkelerle
ilişkilerini “sıfırlarken” aynı zamanda bölge için en büyük tehdidi oluşturan
İsrail ile sorunlarını da “sıfırlıyor”. Bu durum, yenilenen İsrail-Türkiye
kıskacının, düşmanları için yeni ve ciddi riskler oluşturduğu bir resim
sunuyor. Türkiye ve İsrail arasında tam normalleşmenin; Amerika’nın çıkarları
doğrultusunda, Amerika’nın liderliğinde, bölgenin haritasını yeniden
çizmek -İran-Rusya eksenini zayıflatmak-
için ürettiği yeni senaryolardan doğan gelişmelerden çok farklı bir yere
koyamayız. Bu gelişmeler:
A-Ankara
üzerindeki yükü hafifletmek için, Kürt sorununu çözüme kavuşturma girişimleri,
B-Suriye’deki
Kürtleri, Türkiye için bir tehlike arz etmemesi için devre dışı bırakmaya
çalışmak,
C-Irak’taki Nuri
El-Maliki hükümetini zayıflatmak ve devirmek adına, Türkiye’nin, Irak Kürdistan
Bölgesel Yönetimi ile, Bağdat’taki merkezi hükümeti yok sayarak ilişkiler
geliştirmesi,
Bütün bunlar,
Suriye, Irak ve Lübnan’daki Hizbullah’ın etrafındaki çemberi daraltarak nihai
hedefe ulaşmak içindir: İran’ı vurmak ve boğmak.
İsrail’in,
Suriye kuşatmasını tamamlama ve Kürt yerleşimcilerin blokajını engelleme görevi
düşüyor. Dolayısı ile Amerika’nın,stratejik ortakları olan İsrail ve Türkiye’ye,
geçmişin üzerine yeni bir sayfa açmak ve ile yanıt bulan baskılarının amacı;
bölgenin yeni haritasını Amerikan-NATO ortaklığının uyumuna ve çıkarlarına göre
resmetmektir.
Dolayısı ile,
Lübnan Başbakanı Necip Mikati’yi bölgesel ve uluslararası bu bağlamdan ayrı
tutmamak gerek. Özellikle, Erdoğan’ın -Ahmet Davutoğlu’nun da dediği gibi-
Türkiye ve İsrail arasındaki uzlaşmaya mutabık kalmayı kabul etmeleri için
aradığı bölgesel liderlerden biriydi.
Erdoğan’ın
Lübnan başbakanı Mikati’yi arayıp Ürdün Kralı 2. Abdullah’ı aramaması,
bölgedeki güçlerin rolleri konusunda -özellikle Kral Abdullah’ın Mustafa Kemal
Atatürk anıtına çelenk bırakırken ağlamasından sonra- bazı soruları akıllara
getirmektedir.
Bu güçlerden
biri Türkiye’nin faaliyet gösterdiği eksende yer alan Lübnan. Bazıları, Ürdün
Kralı Abdullah’ın ağlamasını, İslamcıların düşmanı olan Atatürk’e bir saygı
gösterisi olarak değerlendirdi. Bir noktayı not etmek gerekir ki Türkiye’nin
müttefiki olan Müslüman Kardeşler örgütü Ürdün’de rejimi değiştirmek istiyor.
Ürdün kralı da
bu konuda, Amerikan dergisi Atlantik’e verdiği demeçte, Mısır ve Türkiye’yi,
bölgeyi kontrolü altına almak isteyen “İhvan Hilaline” taraf olmakla itham
etmişti. Aynı zamanda Ürdün kralı Abdullah, Erdoğan’ın demokrasi anlayışını da
eleştirerek Erdoğan’ın, demokrasiyi, amacına ulaşmak için bir araç olarak
gördüğünü söyledi. Bu sözler Erdoğan ve hükümetini öfkelendirdi ve Kral
Abdullah, Erdoğan’ın bölge liderleri ile yaptığı son telefon görüşmelerinin
dışında tutuldu. Başbakan yardımcısı Bülent Arınç’ın bu konudaki yorumu da
anlamlı idi. Bülent Arınç Ürdün kralını eleştirirken “Atatürk’ün mezarı başında
ağlamasının ardından ne diyebileceğini tahmin ediyorduk” dedi.
9-Türkiye-İsrail
normalleşme sürecinin hedefleri sadece, İran’ın liderliğini yaptığı eksene
karşı değildir. Bu hedefler arasında
Rusya ve Çin’in nüfuzlarına etki edip onları zayıflatmaya çalışmak da
var. Rusya ve Çin’i sadece Suriye ve Orta Doğu’da değil, genel olarak
zayıflatmak istiyorlar; ama özellikle de Doğu Akdeniz’de: Rus donanmasının
güçlü bir şekilde var olduğu sıcak sularda, doğal gaz ve petrol araştırmaları
için rekabetin olduğu sularda, İsrail-Türkiye-Kıbrıs arasında beklenen
işbirliği anlaşması ile Rusya’nın çıkarlarını etkilemek. Bu bağlamda, Avrupa’nın
Kıbrıs’ı kalkındırma planı, Rusya’nın yatırımlarını hedef alan bir yol ile
geldi.
10-İsrail ve
Türkiye arasındaki normalleşme sürecinin, Suriye ile de alakası var. Şam’a
baskıların artacağını gösteren işaretler var. Bünyamin Netenyahu da sosyal
iletişim ağı twitter hesabından, Suriye ile -özellikle kimyasal silah
tehditleri varlığında- sınırı olan Türkiye gibi bir ülke ile ilişkilerin olması
önemlidir diye itirafta bulundu. Suriye’deki kriz -Davutoğlu’nun, normalleşme
sürecinin Suriye ile alakası yoktur yorumunu yalanlayan- iki ortak ülkenin
anlaşmasının ve normalleşmesinin nedenlerinden biridir.
11- Normalleşme
süreci Filistin davasına etkide bulunacak mı? Türkiye başbakanının, Gazze
ablukasını kaldırma şartını dayattığını iddia etmesi mümkün değildir. Bu
sadece, normalleşme sürecini haklı çıkarmak için hiç bir esasa dayanmayan bir
propagandadan ibarettir.
Gazze
ablukasının kaldırılması başka bir şey, bazı gıda maddelerinin girişi için
sınırlamaların kaldırılması başka bir şeydir. Türkiye’nin Filistin davası ile
pratik olarak esas sınavı şimdi başlamıştır.
İsrail ile ilişkiler normalleşti, Türkiye ile Hamas arasındaki ilişkiler
biliniyor ve Türkiye’nin Mısır’daki Müslüman Kardeşler Örgütüne desteği de
biliniyor. Görülmesi gerek nokta budur. Filistin halkı tarafından baktığımız
zaman, onlar “Türkiye, İsrail ile ilişkilerini normalleştirerek; yerleşim
projelerini ve Kudüs’ün Yahudileştirilmesini nasıl durduracak, İsrail
güçlerinin Batı Şeria’dan çekilmesi için nasıl baskı kuracak, Gazze ablukasının
kaldırılmasını ve Filistinli esirlerin özgürleşmesini nasıl sağlayacak -Golan
sorunu ve uzayan bir soru listesi- sorularını soruyorlar
Türkiye’yi bütün
bu sorunlardan sorumlu tutmak yanlış olur. Ancak, Türkiye -ve takip ettiği
İslami eksen- İsrail ile her düzeyde işbirliğine hazırlanırken Filistin halkına
nasıl yardım edeceklerini ilginç olacak; ama takip edeceğiz.
Erdoğan; Gazze’deki
Hamas hükümeti Lideri İsmail Heniyye, Siyasi Büro Şefi Halid Meşal ve Filistin
Lideri Mahmut Abbas ile görüştüğü gibi, Mısır Cumhurbaşkanı Mursi ile görüşerek,
özür ilanından önce onları bu atmosfere sokup normalleşme adımıyla ilgili
kabullerini aldı. Görünüşe göre de Filistinli liderler, normalleşme sürecini ve
Türkiye-İsrail arasındaki koordinasyona dönüşü destekliyorlar.
Erdoğan, gelecek
nisan ayında Gazze’ye ziyaret şemsiyesi altında, İsrail ve Türkiye arasındaki
ortaklığa geçiş ve kamuflajı tamamlayacak. Hamas önceki gün yayımladığı
demecinde, İsrail’in Türkiye’den özür dileyişini şöyle yorumladı: “Büyük bir
başarı ve büyük bir zaferdir. Bu zafer, düşman İsrail’in; hukuk kurallarına bağlı kalmaktan,
kararlılıktan ve gücün dilinden anladığını görüyoruz.”
Hamas hareketine
soruyoruz: İsrail’in Türkiye’den özür dilemesinin bedelinin, iki ülke
arasındaki ilişkilerin normalleşmesi ve işbirliğine dönüş yapmaları, gerçekten
büyük bir zafer midir? Aklı başında bir insan; İsrail’in saldırısından sonra
füzelerle cevap veren direniş hareketlerinin, askeri seçeneğini eleştiren
Türkiye’nin “İsrail’in anladığı dili, gücün dilini” desteklediğine inanır mı?
Çeviren: Hasan
Sivri