EZGİ BAŞARAN
Jonathan Powell,
dün Ankara’da Hakan Fidan ve Yalçın Akdoğan’la buluştu. İşte onun gözünden
barış dersleri.
Çatışma çözümü
(conflict resolution) söz konusu olduğunda ister arabulucu ister uzman ister
büyük tecrübe sahibi kişi deyin, İngiliz Jonathan Powell dünyada akla gelen ilk
birkaç isimden biridir. Yardımcısı olduğu İngiliz Başbakan Tony Blair ile
yüzlerce yıllık Kuzey İrlanda sorununu çözdü. Ardından İspanya-ETA sorununda
arabuluculuk yaptı. Şimdi ise Kolombiya-FARC çatışmasına çözüm arıyor. Ve
tahmin edeceğiniz gibi Kürt sorunuyla da yakından ilgileniyor.
Onunla 2.5 yıl
önce Radikal’de yaptığım söyleşiyle de bu ilgisine vâkıf olmuştuk. Ardından
(2011’de) Ankara’dan davet almış, tecrübelerini hükümet yetkilileriyle
paylaşmıştı. İki gün önce, pazartesi sabahı, Diyarbakır’da bir kahvaltı
sofrasında buluştuk Powell’la. Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Derneği’nin
(DİSA) davetlisi olarak gelmişti, akşama Cengiz Çandar’la birlikte
‘Silahsızlanma’ başlıklı panelde konuşacaktı. Ama önce bazı şeyleri anlamak
istiyordu.
* * *
Powell’ın
masanın etrafında toplanan Kürt hareketinin önemli figürlerine ilk sorusu
şuydu: “Devlet, Öcalan’la görüşüyor. Sonra BDP Öcalan’ın sözlerini Kandil ve
Avrupa’ya götürüyor. Peki devlet neden PKK ile kendisi görüşmüyor veya işin
yasal-siyasi boyutunu BDP ile tartışmıyor?”
Powell’a
Öcalan’ın Kürt tabanı için ne ifade ettiği, etkisi anlatıldı. Bir nevi,
Öcalan’la görüşmek her şeyden önemli ve yeterli denildi. “İyi ama” dedi Powell,
“Müzakere dediğimiz şey üç ayaklıdır. Burada iki ayak görüyorum: Devlet ve
Öcalan. Halbuki elinde silahı bulunduranlarla doğrudan görüşme yapılması sürecin
üçüncü ve sağlam ayağı olacak, müzakereyi iki liderin varlığına yahut yokluğuna
bağlamayarak güçlendirecektir.” Powell, bu fikirlerini dün Ankara’da buluştuğu
(sürecin mimarları) Hakan Fidan ve Yalçın Akdoğan’la da paylaşır mı bilmiyorum.
Ben size Kuzey İrlanda sürecini temel alarak bizlerle paylaştığı ‘kalıcı barış
derslerini’ anlatayım.
1-TÜNEL:
Şimon Peres’in
Filistin meselesiyle ilgili esprili bir sözü vardır: “Aslında hepimizin
İsrail-Filistin sorununun çözümüne dair makul önerileri mevcut. Dolayısıyla iyi
haber, tünelin ucunda bir ışık var. Kötü haber ise ortada bir tünel yok.”
Peres’in de ifade ettiği gibi önemli olan tüneli inşa etmek yani sürece
başlamak ve onu canlı tutmaktır. Bisiklet sürmek gibi düşünün. Bazen nereye
gittiğini tam kestiremeseniz de pedalları çevirmeye devam etmelisiniz. Yoksa
bisiklet yere savrulur ve yeniden ayağa kalkması çok daha zordur. Yani birinci
kural, ne olursa olsun müzakereleri devam ettirmek.
2-BAŞLANGIÇ:
Kuzey İrlanda
çözümünde tarihi bir an yaşamış, ‘Hayırlı Cuma Antlaşması’nı imzalamıştık.
Hepimiz heyecandan ve sevinçten uçuyorduk. O zaman bilemezdik tabii, işimizin
yeni başladığını. Tony (Blair) ve ben ondan sonraki 9 yıl bu anlaşmanın
layıkıyla uygulanması için canımızı dişimize taktık. Diyeceğim, bir anlaşma
imzalanması yahut Newroz Meydanı’nda Öcalan’ın mektubunun okunması mükemmel
başlangıçlar. Ama sadece başlangıç. Şunu unutmayın: Ortada bir anlaşma
olmasının temel nedeni tarafların aslında birbirine güvenmemesidir. Dolayısıyla
anlaşmanın varlığı barışın garantisi değildir.
3-GURUR:
Sivil toplum
örgütleri, ne olursa olsun, tarafların masadan kalkmaması için uğraşmalıdır.
Müzakere sürecinde bizim için kriz anlarından biriydi. IRA ve Sinn Fein’in
liderleri Martin McGuinness ve Gerry Adams ile buluşmak üzere Belfast’a yola
çıkmıştım. Yalnızdım. Oraya vardığımda dünya tarihinin en büyük banka
soygunlarından birinin gerçekleştiğini öğrendim. Fail, IRA’ydı. O anda uçağa
binip Londra’ya dönmeyi düşündüm. İçimi feci bir öfke kaplamıştı. Utanç verici
bir durumdu çünkü. Fakat dilimi ısırdım ve ne olursa olsun o görüşmeyi yaptım.
Bazen gururunuz incinse de devam etmelisiniz.
4-GÜVEN:
IRA bize
güvenmiyordu, biz de IRA’ya. İki taraftan biri adım atmalıydı, ki bu adım bazen
son derece insani bir jest de olabilir. Bir gün Martin McGuinness’ten (IRA
lideri) bir telefon aldım. Benimle buluşmak istiyordu: “Ama tek başına, gizlice
geleceksin. Polis, asker kimse olmamalı. Sadece sen…” Peki dedim ve Kuzey
İrlanda’nın Derry şehrinde bana söylenen yere gittim. Bir anda önümde bir
otomobil durdu. Kargatulumba içine tıkıldım. “Bizi Martin gönderdi” diyordu
otomobildekiler. Tamamen aklım karışana kadar, yaklaşık yarım saat
dolaştırdılar ve en sonunda bir evin önünde durduk. Martin kapıyı açtı ve hoş
geldin diyerek elindeki kol değneklerini uzattı. IRA, hain gördüklerini
dizinden vurmasıyla ünlüydü. Koltuk değnekleri ise Martin’in espriyle karışık
bana gözdağıydı. O gün 3 saat konuştuk. Bir anlaşmaya varamadık ama aramızda
bir tür güven oluştu. Ve müzakerenin geri kalanı için hayatiydi.
5-SİLAH:
Biz süreci
IRA’yı dahil etmeden sürdürmeyi çok denedik fakat her seferinde çöktü. Ne zaman
ki, elinde silah tutan adamları bir çadırın içinde toplayıp derdimizi anlattık,
o gün sürdürülebilir bir müzakere süreci yakaladık.
6-BÖLÜNME:
Asıl endişe
edilmesi gereken bölünme başkadır, biliyor musunuz. Bu tür süreçlerde karşı
tarafın yekpare bir grup olup olmadığı çok önemlidir. Bölünmüş bir grup,
birbirine girmiş bir liderlik yapısı barış sürecine büyük zarar verir.
Bölünmemeleri için uğraşmalısınız. ‘Hayırlı Cuma Anlaşması’ imzalanmadan önce,
1997’de, Gerry Adams (Sinn Fein lideri) ile başbakanlık ofisinde buluşmuştuk.
Görüşmenin bir yerinde Gerry, Tony ve beni kenara çekti ve kısık sesle şöyle
dedi: “Bakın ben size barışı hızlıca getirebilir, anlaşmayı imzalayabilirim ama
böyle yaparsam örgüt bölünür. Eğer tüm örgütü barışa ikna etmemi istiyorsanız
bana daha çok zaman vereceksiniz. Tercih sizin.” Biz istediği zamanı verdik ve
süreç daha sağlıklı oldu. Buna rağmen Real IRA adlı radikal bir örgüt doğdu,
hâlâ aktifler ama halk tabanında karşılıkları yok.
7-TORPİLCİLER:
Süreci
torpillemek isteyenler çıkacaktır. İçeride ve dışarıda. Hazırlıklı olun.
‘Hayırlı Cuma Anlaşması’nı imzaladıktan 4 ay sonra Omagh’da çok büyük bir
patlama oldu. 29 kişi ölmüş, 220 kişi yaralanmıştı. Fail Real IRA’idi. Bu
patlama her şeyi askıya almak, barışı silip süpürmek için yeterliydi. Ama biz
Gerry ve Martin’in bu saldırıyı sert biçimde kınamasını, karşı tarafın da
(Unionist cephe) “İşte bu yüzden barışa ihtiyacımız var” demesini sağladık.
Böylelikle süreç sarsıldı ama çökmedi.
8-MUHALEFET:
Biz İşçi Partisi
olarak muhalefetteyken, barış müzakerelerini Başbakan John Major yönetiyordu.
Blair 1994’te başkan olduğunda partinin Kuzey İrlanda politikasını tamamen
değiştirmişti. Bu nedenle Major’ın nasıl bir müzakere sürdürdüğünü bilmeden onu
destekledik. İnanın Major bizimle hiçbir detayı paylaşmıyordu. 1996’da meşum
Canary Wharf bombası patladığında bizim partinin içinde itirazlar yükselmeye
başladı. Hükümeti desteklemeyelim denildi. Tony sağlam bir tavır takındı ve
şöyle dedi: “Evet çok zor, çok acı. Ve belki başbakanın yürüttüğü sürecin
detaylarını bilmiyoruz. Ama biz siyasetçiyiz. Barış süreci yürüten bir hükümeti
desteklemek sorumluluğumuzun gereğidir.” Sonra biz iktidara geldiğimizde
muhalefet belki bize bu kadar cömert davranmadı ama barış sürecinin temel
adımlarında desteğini hissettirdi. Zaten aksi olsaydı, hayatımız çok zor
olurdu.
9-HIRS:
‘Hayırlı Cuma
Anlaşması’nın imzalanmasından 5 yıl sonra bir kriz noktasına doğru
yaklaşıyorduk. Kamuoyu yoklamaları Cumhuriyetçilerin (IRA ve Sinn Fein’in
tabanı) barış sürecine desteğinin azaldığını gösteriyordu. Yüzde 50’den yüzde
30’lara düşmüştü. Tony, Belfast’a gidip bir konuşma yaptı. Bir elinde silah
diğerinde sandık tutuyordu. Birini seçeceksiniz dedi. Riskli bir konuşmaydı ve
biz yaratacağı etki konusunda tedirgindik. Üç gün sonra beni Gerry aradı ve
şöyle dedi: “Tony’nin konuşmasını beğendim. Şimdi ben de bir konuşma yapacağım,
metin konusunda bana yardımcı olur musun?” Şaşırmıştım ama elbette kabul ettim.
Ve “IRA’sız bir gelecek düşünebilir miyim? Evet düşünebilirim” diye başlayan
bir konuşma yazdım. Ertesi gün Gerry’nin televizyonda bu metni okuduğunu
işittiğimde fark ettim: Barış ancak barışı tüm hırsların ve hesapların üstünde
tutan liderlerle gelir.
10-ZAFER:
Her şey yolunda
gitse bile şiddetle büyümüş gençlere hâkim olmak kolay olmayacaktır. Biz Kuzey
İrlanda’da hâlâ bu sosyal problemle uğraşıyoruz, IRA şiddeti bitti ama
gençlerin düşmanlığı bitmedi. Kalıcı barışın püf noktası müzakere masasından
kimsenin yenilmiş ya da yenmiş hissederek kalkmamasıdır. Biri kazandığını,
diğeri kaybettiğini hissederse, sağlanan çok kısa süreli bir çatışmasızlık
olur, barış değil. Hiçbiriniz kazanmayacak ve kaybetmeyeceksiniz. Bu hisse alışmanızı
tavsiye ederim çünkü barışın anahtarıdır.