Her şey ABD için!
- TÜRKİYE-İSRAİL EL ELE, MİLLİ CEPHEDE!
-
Mustafa Yalçıner
-
Demirel,
gerdanını kıra kıra, Isparta şivesiyle böyle derdi. "Her şey Böyyük
Türkiye için." Ona nasip olmadı. Ancak şimdi yeniden moda “Büyük
Türkiye”. “Hedef 2023” öyle küçük bir projenin adı değil. “İlk on ülke”
içine girmek olarak açıklandı hedef. Şimdiden gerekenler yapılmaya
başlandı.
Ne mesela?
Mesela, son dört senede Afrika’nın 19 ülkesinde elçilik açıyor Türkiye.
Mesela, “İmparatorluk bakiyesi”, “Osmanlı hinterlandı”nda, Erdoğan’la
Davutoğlu komutasında yayılmacı iddialı bir proaktif politika yürütüyor.
Davutoğlu, “Osmanlı bakiyesi” toprakları bölen sınırları anlamlı
bulmuyor, “sınırları anlamsızlaştırmanın vakti geldi” diye konuşuyor.
Mesela Davutoğlu, eskiden Türkiye’nin konuşulduğu dosyaların artık
Türkiye’nin rol aldığı dosyalara dönüştüğünü ve Amerika’nın birçok
dosyayı Türkiyesiz ele alıp sonuçlandıramayacağını ileri sürüyor
gururla. Bir sınırı oluyor şüphesiz, ama hatta mesela komisyon artışını
bile zorluyor Türkiye. Irak’ta, Suriye’de Amerika’yla arasındaki
“makas”ın bir miktar açılmasını bile göze alıyor. ABD’nin “tüm Irak’ı
dikkate al” demesine rağmen Kuzey Irak petrolüne göz dikiyor örneğin.
Suriye’de yine ABD “yapma” demesine rağmen El-Kaideci Nusra Cephesi’yle
ittifakını sürdürüyor. Hem de yine ABD “Kürtler de muhaliflere
katılmalı” demesine rağmen, Nusra’yı Suriye Kürtlerinin üzerine sürüyor.
Yeterince büyüdüğünü düşünüyor.
Evet, büyüdüğü iddiasında Türkiye. Daha da büyümeyi öngörüyor. Mesela,
dış ticaret hacmi hızla artıyor. Hatta cari açığı azaldı geçtiğimiz yıl.
Büyüdükçe savaş sanayiine yatırımları da artıyor. Silah ihraç etmeye
bile başlıyor: Paletli ve lastikli zırhlı araçlar.. Helikopterler..
Hücumbotlar.
SERDE KABADAYILIK VAR
Ama yetmeyeceği biliniyor. Israrla ezilmeye çalışılsalar da, 30 yıllık
savaşla Kürt direnişinin üstesinden gelinemiyor. Üstelik öyle olur olmaz
diklenilemeyen Amerika “ya karşı safa eğilim gösterirlerse” kaygısıyla
son yıllarda durmaksızın bastırınca, fazla uzatamıyor Türkiye ve
kafasına yatıyor mesela. Ya da “devlet aklı” sermayenin yayılmacı
özlemleriyle birlikte kolaylıkla eğilim gösteriyor, “hoop” yeni “Kürt
açılımı”, “İmralı süreci”yle başlıyor. Erdoğan ve akıldaneleri
“kazan-kazan” politikası olarak algılayıp anlatıyorlar. Sadece 500-600
milyar dolarlık harcamanın sürdürülmesi yükünden kurtulmayacak Türkiye
diye kuruyorlar... Bir de Kürtlerle el ele verildiğinde ne kazançlar
sağlanır düşüncesiyle ellerini ovuşturuyorlar. Az şey mi? Ortadoğu’nun
iki büyük ulusu, iki büyük halkı ittifak kurdular mı hangi dağları
delmezler hülyasına dalıyorlar. Irak... Suriye. İran kapılarını bile
zorlarız deyû hayal etmeye başlıyorlar. Hedef “büyük Türkiye” olunca...
Bir de efelenme ya da abartılı böbürlenme yanı var tabii işin. Dayılık..
Kabadayılık ya da delikanlılık serde var. Amerikalılar buradan
Erdoğan’ın “öngörülemezliği”ni şimdiden dert edinmişler. Cumhuriyet’ten
Utku Çakırören’e göre, Fethullah Gülen cemaatinin ABD’deki lobi
kuruluşlarından Türk Amerikan Birliği’nin Washington’da yapılan 3. Genel
Kurulu’na katılan CHP Genel Başkan Yardımcısı G. Günaydın’a açıkça
iletiliyor bu. Son örneği, Erdoğan’ın - aslında kırk yılın başında haklı
olarak - “Siyonizmi insanlık suçu sayması”. Anında 89 Kongre üyesi ve
Güvenliği Koruma Konseyi sert bildiriler yayınlıyorlar. İlk ziyaretini
Türkiye’ye yapmasıyla övünülen yeni Amerikan Dışişleri Bakanı J. Kerry,
ziyareti sırasında, üstelik A. Gül’ün devlet adamlığını överken konunun
adını verip altını çizerek açıktan “fırça atıyor” Erdoğan’a.
Oysa Davos’ta “One Minute”le başlayıp Mavi Marmara ve Gazze
bombardımanı ile tırmanan “İsrail karşıtlığı”nın aslında ciddi bir yönü
yoktu. Tribünlere oynanmakta, Yeni-Osmanlıcı yayılmacılığın hedefi
durumundaki “Osmanlı bakiyesi” Ortadoğu’nun Müslüman halkını “kafalayıp”
yedeklemeye yönelik bir taktik oyun sürdürülmekteydi. Mavi Marmara
ölümleriyle biraz şirazesinden çıkmıştı, ama iki Amerikan yandaşı
arasında “şiraze”nin lafı mı olurdu! Zaten kendisine iletilen Filistin
ile “barış” önermesini dikkate almayıp ultra-gerici ırkçıların tatmini
amacıyla “yerleşimciler”in yerleşimlerini durmadan genişleten İsrail’e
ABD “yeşil ışığı” ile yüklenen Türkiye, bu nedenle yeterince sağlam
pozisyonda da görünmekteydi.
UCU AMERİKAN ÇIKARLARINA DOKUNUNCA...
Ama “şirazeden çıkma” Amerikalıları rahatsız etmişti. Zaten taktiksel
amaçlarla girişilen “eleştiri” uzatılmış, fazla uzun edilmiş, artık
bölgedeki Amerikan çıkarlarına zarar verir olmuştu. İki belli başlı
Amerikan müttefiki çekişmelerini abartmış, gereksiz yere uzatmışlardı.
Üstelik bölge tedirgin edici bir gerilme içindeydi. Saflar
belirginleşmekte ve sıklaşmaktaydı. İran, Erdoğan’ın lafını etmekle
yetindiği Şanghay İşbirliği Örgütü’nün eşiğinden içeri adımını atmış,
sırtını Rusya ve Çine dayamış, “atom”a ulaşmak üzere uranyumu
zenginleştirmekte ve neredeyse sonuna gelmekteydi. İsrail, “İran’ın
elinde atom silahı” tedirginliğiyle yerinde zor duruyor, ABD onu zor
zaptediyor, beklemeye zorlukla ikna edebiliyordu. Üstelik bombalı, hatta
bombasız İran’a şüphesiz Amerika da karşıydı. Temsilciler Meclisi
üyeleri, Güvenliği Koruma Konseyi ve Kerry, tabii telefonlarla ve
Washington ziyareti için randevu vermeyerek Obama Türkiye’ye
yüklenirken.. İsrail gezisinde Obama, İsraillileri de ikna etmişti:
“Neydi bu ayrı gayrılık? Olacak şey miydi?
Bölge bunca karışıkken ve İran almış başını giderken.. Türkiye ile
İsrail düşmanlığın sınırında dolaşabilirler miydi?” Yeterince
mantıklıydı. Hem “Büyük İsrail” düşüncesinde olan Siyonistler için.. Hem
de “Büyük Türkiye” peşindeki yayılmacılar için.
Hemen... Obama’nın kontrolünde bir tek telefon konuşmasıyla anlaşmaya
varıldı. Sulh olundu. İsrail özür dilemiş, tazminat ödeyecekti. Yetmez
miydi. Kim “çizmeyi aşıp” Amerika ile karşı karşıya gelebilirdi? Kim
“çizgiyi geçebilir”di? Yayılma tamam... Ama Türkiye ne büyük devletti ne
emperyalist. Yayılma ancak Amerikan patronajında, onun taşeronu olarak
olanaklıydı, biliniyor, sıkça tekrarlanıyordu. Davutoğlu’nun “Stratejik
Derinlik”inin, açıkça formüle de edilmiş birinci maddesi buydu:
Amerikasız asla! Kürt sorununu “çözerek” “evinin içini temizleme”ye
yönelen Türkiye, şimdi “kapısının önünü” de, hatta “mahalle temizliği”ni
de gündemine almıştı. “Amerika, sen her şeye kadirsin” nağmeleri
eşliğinde adımlar atılmaktaydı. Ne için? “Büyük Türkiye” için kuşkusuz!
“Milli dava”ydı. Kim ne diyebilirdi ki! Hem İsrail’in özrü ile de
övünülebilir, Müslüman halklar nezdinde sinekten yağ çıkarılabilirdi.
Ama olan da olmuş, “son Müslüman Türk devleti”, Siyonist İsrail ile
kucaklaşmış, sözde Yahudi düşmanlığı hemen ve kolaylıkla aşılıp geride
bırakılmıştı. “Titreyip kendine dönen” Türkle, MHP ve zamane
Atatürkçüleri Ergenekoncu generaller de mutlu olurlardı hem de.
Gericilik “böyyük Türkiye”nin nurlu ufuklarında birleşir ve taşeronlukta
ileri atılırdı. Amerikan çıkarı doğrultusunda: “Türkiye-İsrail el ele..
Milli Cephede”!
Ne için? Ortadoğu’da savaş bulutlarını çoğaltmak için... İki bölge
gücünün birlikte üçüncü bölge gücü İran’ın üstüne varması için...
Emperyalist amaçların gerçekleşmesinden pay almak için. “Kürtleri de
yanımıza alırsak tadından yenmez” deyip zil takıp oynamaya çoktan
başlamışlardır.