2015-11-25 01:47:39
Ankara, Suriye’de 2011’den beri itelediği ‘devrim’ treninin Ruslara toslamasının ardından bu kez Türkmen hassasiyetine yaslanarak ‘kurtarılmış bölgeleri’ tutma çabasına girişti. Ne var ki bu oyun dün TSK tarafından Rus uçağının düşürülmesiyle iki ülkeyi fena halde karşı karşıya getirdi.
‘Nevzuhur İttihatçılar’ bunu Suud-Katar-Türk üçlüsünün beslediği ‘silahlı gruplar’ namına bir savunma hattı oluşturmaya yönelik bir ilk atış olarak alkışlayabilir.
Bunu “Gücümüzü kimse sınamaya kalkışmasın” naralarına rağmen kırmızı çizgileri defalarca çiğnenmiş bir iktidarın itibarını kurtarma çabası olarak algılayanlar çıkabilir. Veyahut birileri bunu Putin’in diliyle konuşmak ya da Türk’ün gücünü göstermek olarak yorumlayabilir. Tabii Ankara’nın NATO’yu işin içine sokmak için derhal acil toplantı çağrısı yapması bu kibirli yorumun fiyakasını bozmuyor değil!
"Rusya misilleme yapar mı", "Rusya askeri yanıt verirse NATO ne yapar", "Savaş çıkar mı" diye herkes nefesini tuttu. Şu aşamada NATO hemen üzerine alınmayabilir, “Birimiz hepimiz hepimiz birimiz için” parolasını unutmuş gibi yapabilir. Daha önce Suriye, hava sahasına giren Türk uçağını vurduğunda Türkiye’nin NATO’yu işin içine çekme çabaları karşılık bulmamıştı. Patriotlar da gönülsüz olarak gönderilmişti. Elbette Rusya yanıt verirse durum değişir ama mevcut koşullarda ittifakın Kuzey Atlantik Antlaşması’nın 5. maddesini çalıştırmanın zemini yok. Çünkü Türkiye mağdur değil. Uçağı düşürülmedi, uçak düşürdü.
NATO kuşkusuz müttefikin yanında durduğu görüntüsünü vermek zorunda ama ilk tepki Türkiye ile Rusya arasında ivedilikle gerilimi düşürecek diyalogun kurulması yönünde. Stratejik ortak ABD de bu meseleye bulaşmak istemiyor. Nitekim Pentagon Sözcüsü Albay Steve Warren, “Bu Rus ve Türk hükümetleri arasındaki bir olay. ABD’nin dahil olduğu bir mesele değil” dedi. Başkan Barack Obama da "Türkiye'nin hava sahasını koruma hakkı var" diyerek Ankara'ya arka çıksa da Rusya ile kriz istemediğini gösterdi: "Türkiye ve Rusya birbirleriyle konuşmalı ve bunun tekrarlanmaması için doğrudan iletişimde olmalı. Bu sorun, Rusya’nın operasyonlarıyla ilgili. Sadece Türkiye değil bir dizi ülkenin desteklediği muhalifleri hedef alıyor. Rusya bizim geniş koalisyonumuzun bir parçası, 'Rusya’yı istemiyoruz' deme hakkımız yok. Türkiye ve Rusya tansiyonu düşürmeli. Rusya Esad’ı desteklemekten çok IŞİD’le mücadeleye odaklanmalı." Obama, 'Rusya mesajı alsın, bu iş kapansın' demeye getiriyor. Tabii bu nokta da "ABD perde arkasında Ankara’ya cesaret verdi mi" sorusu devreye giriyor. Birileri "Nasıl olsa Rusya Suriye'deki oyun planının rayından çıkmasını istemez ve NATO'yla savaşa göze alamaz" diye akıl yürütmüş olmalı. Ama iş ciddiye bindiğinde genelde perde arkasındaki suflörler çoktan sıvışmış oluyor.
Peki, Rusya verilmek istenen mesajı alır mı? Tam tersi. Uçağın vurulması Rusya’yı durdurmak bir yana Putin’in daha sert oynamasına yol açabilir. Bu açıdan aslında Türkiye, ciddi bir hata yaparak Rusya’nın eline büyük bir koz vermiş oldu. Bu tür bir kozun sahaya nasıl yansıyabileceğine dair son iki-üç haftaya dair küçük bir gözlem yapalım: Bir Rus yolcu uçağının Mısır’ın Şarm el Şeyh bölgesinde düşürülmesinin ardından Rusya, Suriye’de savaşın şiddetini arttırdı. Kremlin’in sesi Pravda gazetesi düşürülen uçakla ilgili olarak muhalifleri destekleyen ülkeleri parmakla gösterip şu uyarıyı yaptı: “Katar ve Suudi Arabistan teröristlerin finansörü ve organizatörü ülkeler. Bu ülkeler artık Rusya’dan çok korkmalı.” Rusya’nın Hazar’daki savaş gemilerinden ikinci kez IŞİD’in mevzilerine balistik füze atması da silahlı grupları besleyen ülkelere bir mesajdı.
Şimdi Mısır'dakinden farklı olarak ‘faili belli’ bir olay ve açıkça restleşme var. Bu mesele Türk-Rus ilişkilerini nasıl bir yola sokar bilinmez ama bölgeyi çok boyutlu bir sertleşme bekliyor. Rusya'nın yanıtı doğrudan Türkiye'ye değil ama Türkiye'nin Suriye planlarını yönelik olabilir. Bu bağlamda Türkiye’nin çok titizlendiği Bayır-Bucak bölgesi dahil silahlı grupların tutunduğu bölgelere kendini tutmadan yüklenebilir. Rusya operasyonu Türkiye sınırlarına kaydırma konusunda biraz temkinliydi. Bunda hem Türkiye ile ticari ortaklığın hatırı vardı hem de Viyana’da başlatılan siyasi çözüm çabalarının torpillenmesini istemiyordu.
Rusya bir başka konuda da kendini tutuyordu: Türkiye’nin Suriye’de silahlı gruplarla iştigaline ilişkin elinde ziyadesiyle belge olduğu halde bunları açık karta dönüştürmüyordu. Devlet medyası da Türkiye sözkonusu olunca daha titiz davranıyordu. Mısır'da sivil uçağın düşürülmesinin ardından Rusya hem Viyana’daki Suriye toplantısında hem de Antalya’da G-20 zirvesinde isim vermeden petrol alış-verişiyle IŞİD’i besleyen ülkelerle ilgili uyarılarda bulundu. Artık zemberek hepten boşalıyor. Bundan sonra Ruslar ellerindeki bilgileri silaha dönüştürmekten kaçınmayacaktır. Nitekim Putin dün “Teröristlerin elindeki bölgelerden büyük miktarda petrolün Türkiye'ye gittiğini uzun zamandır biliyoruz” diyerek dosya savaşını başlattı.
Bu olayın etkileyebileceği üçüncü alan siyasi çözüm müzakereleri: Rusya askeri operasyonlar ile siyasi süreci paralel götürmekten yanaydı. Hatta müzakere masasını toplayabilmek için ‘geçiş süreci Esad’ın sonunu getirmeli’ argümanına karşı en azından görüntüde daha esnek bir tutum sergiledi. Bundan böyle siyasi çözüm çabası ile askeri operasyonlar arasındaki denge bozulabilir. Süreci ilerleten diyalogdaki mizaç da eskisi gibi olmayabilir.
Bu meselenin uluslararası platformlarda bir argüman savaşını tetiklemesi de kaçınılmaz.
Uçağın vurulması “Türkmenler bombalanıyor” diye hamaset dozu yüksek bir propagandayla kamuoyunun olası gerilimlere hazır tutulduğu sırada geldi. Ankara, Rusya’nın Türkmen bölgelerini bombaladığını belirterek eylemini mazur göstermeye çalışıyor. Ama “Türkmen köyleri bombalanıyor, siviller katlediliyor” tarzındaki repliğin uluslararası toplumda yankı bulması o kadar kolay değil. Dünya gelişmeleri Anadolu Ajansı ya da MİT’e angaje Türkmen temsilcilerin demeçleriyle izlemiyor. Bu olay uluslararası toplumun nezdinde sanıldığı gibi Türkiye’yi ‘Türkmenlerin hamisi’ pozisyonuna değil ‘terör örgütlerinin koruyucusu’ durumuna sokabilir.
Çünkü Rus uçağının operasyon düzenlediği bölgede yaşananlar Türkiye’nin hikâyesini o kadar da haklı çıkartmıyor. Şöyle ki, Lazkiye’nin doğusunda Bayır-Bucak bölgesinde kendi köylerini korumak için silahlanmış insanlar var, bu doğru. Ama çatışmalar daha çok erişimi zor dağlık kesimlerde yaşanıyor. Ve operasyonların hedefinde Fetih Ordusu çatısı altında buluşan örgütler var. Bir kere bölgede öne çıkan örgütler Kaide’ye bağlı Nusra Cephesi ve Ahrar el Şam. Nusra, Bayır-Bucak’ta çektiği görüntüleri yayarak sürekli şov yapıyor. Bu bölgenin bir diğer özelliği IŞİD'e katılmayan yabancı cihatçıların da üstlendiği yer olması. Çeçenler olmak üzere Kafkasyalı cihatçılar bölgede çok aktif. Faslı cihatçıların oluşturduğu Hareket Şam el İslam da bu bölgede. Yine son aylarda sahaya sürülen Uygurlar da yeni cihatçı güç olarak orada. Bu gruplar ideolojik olarak Kaide çizgisindeler. Yani IŞİD'den bir ton açıklar, o kadar. Çok dillendirilen Türkmen birliklere gelince: Bir kere bunların gücü çok abartılıyor. İkincisi Türkmenler de Nusra ile birlikte hareket ediyor. Mesela en çok öne çıkan Sultan Abdulhamid Han Tugayı, Nusra'nın müttefiki. Bu örgüt Osmanlı topraklarını savunduklarını ve gayri Müslimlerle savaştıklarını deklare etmişti. Düşman listeleri de Türkiye'nin resmi söylemiyle özdeş: Esad ve Rojavalı Kürtler.
Adı en çok duyulanlardan Sultan Selim Tugayı da 2012’de bir Alevi köyünü basarak adını duyurmuştu. Batı-Körfez ittifakının titrediği bu örgütlerin sicili temiz değil. 2013’te Lazkiye’deki Alevi köylerini basıp 200 sivili öldüren bu örgütlerdi. Operasyona ‘Ümmetin Annesi Ayşe’ adını vermişlerdi. 2014’te Keseb’i ele geçirip Ermenileri sürenler de bunlardı.
Hal bu iken Türkiye, BM Güvenlik Konseyi’ne mektup gönderip şu iddiada bulundu: “Sivillere yönelik bu elim saldırılar ‘terörizmle savaşıyoruz’ bahanesiyle meşru gösterilemez çünkü bölgedeDAEŞ (yani IŞİD), El Nusra ve El Kaide bağlantılı gruplar bulunmuyor.”
Türkiye “Sivillere yönelik elim saldırılar” diyor ama Sultan Abdulhamid Han Tugayı sözcüsü Mustafa Abdullah, AA'ya demecinde çetin bir çatışmadan bahsediyor. “Rejim askerleri, Şii milisler ve Mihraç Ural teröristlerinden yüzlerce ölü Kızıldağ'da kaldı” diyor. Muhalif kaynaklar Nusra’nın diğer bölgelerden 500 kişilik takviye güç gönderdiğini belirtiyor. Benim konuştuğum kaynaklar da rejim güçlerinin bölgede bazı yerleri ele geçirmiş olmalarına rağmen hayli zorlandıklarını söylüyor. Yani ortada şiddetli bir savaş var.
Bölgenin bu durumunu da uluslararası aktörler bilmiyor mu sanıyorsunuz? Mesele sunulduğu gibi basitçe Türkmenlerle ilgili bir hassasiyet değil. Türkmen hassasiyetinde samimi olunsaydı IŞİD Haziran 2014'te Musul ve Tel Afer'deki Türkmenleri katlettiğinde ya da katliamdan kaçan Türkmenler Musul-Erbil arasında sıkışıp kaldığında sessiz kalınmazdı. Beşir kasabası aylarca IŞİD'in kuşatması altında kaldı, kimse ses vermedi. Taze Hurmatu ve Tuz Hurmatu'da Türkmenler direnirken Türkiye yanlarında olmadı. (Geçen hafta Irak'ta Türkmenlere kulak verdim, neler yaşadıklarını ve neler yaptıklarını ayrıntılı bir şekilde yazacağım.)
Mesele Türkmenler değil IŞİD’in elindeki Azez-Cerablus hattı boşalırsa burayı kimin kontrol edeceğine dair hesaplarla ilgili. Mesele Halep'in kuzeyinde ve İdlip kırsalında Türkiye destekli grupların elindeki bölgelerin tutulmasıyla ilgili. Maalesef bazı Türkmenler de bu oyunda kullanıldı.
Ve sonuçta herkesin korktuğu oldu: Türkiye Soğuk Savaş Dönemi’nde bile herkesin sakındığı bir şeyi yaptı, Rus uçağını düşüren ilk NATO üyesi oldu. NATO açısından da 'öngörülebilir' ülke olmaktan çıktı. En önemli komşusu ve ticari ortağı Rusya ile düşman haline geldi. Bizse stratejik derinliğin dip noktasını göremez hale geldik!