|
ABD’nin ‘değişen Suriye tutumu’nun yönü |
2012’de
Şam yönetiminin devrilmesi vekalet savaşında “haftalar en kötü
ihtimalle aylar” içerisinde gerçekleşebilecek kadar yakın bir hedef
olarak gözüküyordu; ancak şu an sahadaki vekilleri bir araya getirmek
bile artık öngörülebilir bir hedef değil.
Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Suriye’de “ılımlı”
diye nitelediği silahlı gruplara eğitim vereceklerini açıklaması,
Washington’un Suriye’ye dair tutumunu değiştirmeye başladığı şeklinde
yorumlandı.[1]
Suudi el-Arab gazetesine göre Kerry’nin bu açıklamasıyla ABD Başkanı
Barack Obama’nın 28 Mayıs’ta Suriye’deki ‘ılımlı’ diye nitelediği
muhaliflerin güçlendirilmesi gerektiğini söylemesi, “ABD’nin muhalifler lehine tutum değiştirmeye başlaması” anlamına geliyor.
Bu iki açıklamadan ABD’nin “Suriye politikasını muhalifler lehine
değiştirmeye başladığı” sonucunun çıkarılması şaşırtıcı bulunabilir.
Çünkü henüz Dera dışında hiçbir yerde gösterinin yapılmadığı ve örgütlü
bir muhalefetin de bulunmadığı bir dönemde, Suriye’de muhaliflerden
yana olduğunu açıkça ilan eden ilk ülke Amerika olmuştu.
Dönemin ABD Savunma Bakanı Robert Gates, 25 Mart 2011’de, yani Dera’da
gösterilerin başlamasından bir hafta sonra, Suriye’nin Mısır modelini
uygulamasını ve cumhurbaşkanının görevi bırakmasını istemişti.[2]
Şimdilerde ‘Dostlar Grubu’ adını kullanan ülkeler
topluluğu arasında o dönemde henüz Suriye konusunda bir koordinasyon
yoktu ve Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar henüz Şam’ın aleyhine dönmüş
değildi.
Örneğin dönemin Katar Başbakanı Hamad bin Casim, 3 Nisan 2011’de
Cumhurbaşkanı Beşşar Esed'le görüşmüş, “Suriye'de istikrarı ve güvenliği
sarsma girişimine karşı Katar'ın Suriye'nin yanında olduğunu
belirtmişti.[3]
Benzer bir tutum Suudi Arabistan için de geçerliydi. Suudi Arabistan
Kralı Abdullah 29 Mart’ta Cumhurbaşkanı Esed'le yaptığı telefon
görüşmesinde, “Suriye'yi hedef alan komplolara karşı Suriye'nin yanında
olduğu”[4] mesajını iletmişti.
Şam da Körfez’den verilen bu desteği karşılıksız bırakmıyordu. O
günlerde Suriye yönetimi, Bahreyn konusunda müttefiki İran'ın karşısında
ve Suudilerin yanında yer alıyor ve gösterileri bastırmak için
Bahreyn’e giren Suudi Arabistan liderliğindeki Körfez Savunma Kalkanı
adlı askeri gücü meşru savunma gücü olarak görüyordu.[5]
Arap Baharı ve bölgesel liderlikler
Amerika’nın ‘Arap Baharı’ sürecinde attığı adımlar, süreci bir lider
değil; liderlik rolünü bölgesel müttefikleriyle paylaşan bir koordinatör
olarak yönetmek istediğini ortaya koydu.
Örneğin, Bahreyn’de ‘devrimi şiddetle bastıran’, Yemen’de ise ‘devrimi
uzlaşmayla gerçekleştiren’ Suudilerin; Tunus, Mısır ve Libya’da Katar’ın
liderlik rolünü destekledi.
Suriye’de ise bölgesel liderlik rolü dönemsel olarak farklı şekillerde paylaştırıldı.
1- Türkiye’nin liderlik rolü: Krizin başladığı 18
Mart’tan 9 Ağustos 2011’e kadar olan bu süreçte, Suriye ile ortak
bakanlar kurulu toplantıları yapacak kadar yakın olan Ankara’dan Şam’ı ‘yumuşak devrime’ ikna etmesi beklendi.
Ankara’nın Şam’a ‘reform’ adıyla sunduğu öneri,
birinci aşamada Arap ve Batılı müttefikleriyle örgütlediği muhaliflerin
iktidara ortak edilmesini, ikinci aşamada ise iktidara taşınmasını
öngörüyordu.
Davutoğlu’ndan haber bekleyen ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya’nın 9
Ağustos’ta Şam’ın ret cevabı verdiğini öğrendikten sonra 18 Ağustos’ta
Beşşar Esed’e çekilme çağrısı yapması, Türkiye’nin liderlik rolünün sona
erdiğinin ilanı oldu.
2- Katar’ın liderlik rolü: Türkiye’nin Şam’ı ‘yumuşak
devrime’ ikna edememesi üzerine liderlik rolünü Katar üstlendi. Ancak
Arap Birliği’ne başkanlık eden Katar’ın ‘Yemen modeli’ne dayalı devrim
önerisi, Şam tarafından reddedildi, BM’deki Rusya ve Çin vetoları da
‘Libya modeline’ izin vermedi.
3-Kolektif liderlik: Türkiye ile Katar başkanlığındaki
Arap Birliği’nin başarısızlığı ve uluslar arası meşruiyeti olan bir
müdahale kararının çıkarılamaması, vekalet savaşına dayalı bir devrim modelinin gündeme gelmesine neden oldu.
Dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Nikolas Sarkozy’nin
önerisiyle kurulan ‘Dostlar Grubu’ ABD Batılı müttefiklerini belirleyici
kılmakla birlikte aşağıdaki iş bölümü ile vekalet savaşına liderlik
etti.
ABD:Genel koordinatör ve Rusya ile müzakere masasındaki Dostlar Grubu temsilcisi.
İngiltere ve Fransa:Vekalet savaşının siyasi ve diplomatik taarruzundan sorumlu aktörleri.
Suudi Arabistan ve Katar:Vekalet savaşının finansmanından ve muhalif grupların koordinasyonundan sorumlu liderleri.
Türkiye:Kaynak ve lojistik ikmalinde kullanılan saha.
ABD’nin Suriye politikasındaki değişimin niteliği
Amerika’nın krizin en başından beri, belirleyici rolü bu kadar açıkken,
Obama ve Kerry’nin son açıklamaları, Washington’un siyasi düzeyde
Suriye politikasında değişikliğe gittiğini göstermiyor.
Ancak askeri düzey için aynı şeyi söylemek pek mümkün değil; zira
Amerika, vekalet savaşı sürecinde bile Dostlar Grubu’nun diğer
üyelerinin aksine muhaliflere verdiği desteği “öldürücü olmayan yardımlar” ile sınırlamıştı.
CIA, 2012 yılının başlarından beri Suriye’deki silahlı gruplara Türkiye üzerinden yapılan silah sevkiyatını koordine ediyordu.[6]
2013 yılının mart ayında İngiliz ve Amerikan basınında yer alan
haberler sayesinde Amerika’nın silahlı grupları Ürdün’de eğittiği de
biliniyordu.[7]
Ancak Amerika şimdi ilk defa dışişleri bakanı düzeyinde yaptığı resmi
bir açıklama ile silahlı gruplara eğitim verdiklerini açıklıyor ve
‘ılımlı’ grupların desteklenmesi gerektiğini söylüyor.
Washington’dan Suriye’deki savaşa son verecek siyasi çözüm konusunda
şimdilik farklı bir açıklama gelmemiş olsa da, muhaliflerin
silahlandırılmasına yönelik en üst düzeyden resmi açıklamalar yapılmaya
başlansa da ‘ABD’deki tutum değişikliği’, Suudi el-Arab gazetesini
heyecanlandıran ‘devrim’ hedefine yönelik gibi gözükmüyor.
Çünkü silahlı gruplar arasında eylül ayından beri yaşanan iç savaşta inisiyatifin ‘ılımlı’larda değil ‘aşırı’larda olduğunun ortaya çıkması, ABD’yi de müttefiklerini de şu açılardan kaygılandırıyor.
1- Silahlı gruplar arasındaki iç savaş, Suriye ordusunun lehine gelişiyor.
2- ‘Aşırı’ grupların belirleyici olmaya başlaması sebebiyle, vekalet savaşı kontrolden çıkıyor.
3- Suriye’de savaşmakta olan binlerce Batılı ülke vatandaşının geri dönüşü güvenlik kaygıları yaratıyor.
4- Cenevre-2 görüşmeleri sürerken Dostlar Grubu istihbarat
yetkililerinin Washington toplantısı kararıyla ‘ılımlı’ gruplara yaptığı
nitelikli silah yardımlarının[8] sahada hiçbir radikal değişikliğe neden olmadığı ve büyük umutlar bağlanan güney cephesinden umut kalmadığı görülüyor.
5- Silahlı grupların Dostlar Grubu’nun belirlediği hedeflerde bir araya
getirilebilmesi ve askeri güç dengesinin Suriye ordusu aleyhine
bozulması öngörülebilir bir vadede mümkün gözükmüyor.
Suudi basını, Kerry ve Obama’nın muhaliflerin silahlandırılmasına
yönelik resmi açıklamalarını, Washington’un Suriye politikasındaki
değişimin işareti olarak okumakla birlikte bunun taktik bir değişim
olabileceği endişesini de dile getiriyor.
Ancak resmi olarak ‘ılımlıları’ silahlandırmaktan ve
eğitmekten bahseden Washington, taktik olsun veya olmasın eğer gerçekten
Suriye tutumunu değiştirdiği mesajını veriyorsa Suudilerin bu mesajı
doğru okuduğu son derece kuşkulu.
Çünkü 2012’de Şam yönetiminin devrilmesi vekalet savaşında “haftalar en kötü ihtimalle aylar”[9]
içerisinde gerçekleşebilecek kadar yakın bir hedef olarak gözüküyordu;
ancak şu an sahadaki vekilleri bir araya getirmek bile artık
öngörülebilir bir hedef olmaktan çıkmış bulunuyor.
Suudi rejiminin bile Suriye’deki ‘aşırıları’ terör örgütü
ilan ettiği düşünülürse Amerika ve Dostları açısından artık vekalet
savaşının öngörülebilir hedefi, ‘aşırıları’ başka bir yere sirayet
etmeden Suriye içerisinde ‘telef etmekten’ ibaret.
‘Ilımlılara’ yapılan resmi silah vaadinin öngördüğü tutum değişikliği bu hedefe daha uygun düşüyor.
[4]SANA Arapça. 29 Mart. 2011. الرئيس الأسد يتلقى اتصالاً من خادم الحرمين الشريفين يؤكد فيه دعم المملكة لسورية في وجه ما يستهدفها. http://sana.sy/ara/338914.htm, SNS. http://sns.sy/sns/?path=news/read/30897
|
|