Monday, March 10, 2014
Fethiye… Taksim… Okmeydanı
Fethiye
“At izinin it izine” karıştığı günlerde yaşıyoruz. Böyle zamanlarda durumu tahlil etmek epeyce zorlaşıyor. Galiba en önemlisi de acele etmeden, durumu serinkanlılıkla tahlil etmek. Ne var ki, heyecanlı ve aceleci bir doğam vardır ve bu yüzden sık sık hatalar yaparım. Sanırım dünkü yazımda da böyle bir hata yaptım.
Şimdi olayı, yeni gelen bilgiler çerçevesinde yeniden değerlendirmeye çalışalım ve söz konusu siyasi güçlerin tutumlarının tahlilinden hareketle bazı saptamalar yapmaya çalışalım.
Kimdir HDP’ye saldıran bu güruh. HDP Fethiye ilçe başkanının açıklamasında, “allahüekber” sloganlarının yanı sıra “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganının da atıldığı söyleniyordu. Ne var ki, bunu doğrulayan pek bir bilgi gelmediği gibi, tarafsızlıklarına ve iyi niyetlerine güvenilebilecek bazı gözlemcilerden böyle bir sloganın atılmadığı yönünde bilgiler geldi. Benim hatalı bir şekilde İP’in de saldırının arkasında olduğu saptamam, bu sloganın atıldığı bilgisine dayanıyordu.
Öte yandan, İP Genel Sekreteri Serhan Bolluk’un bugün yayınlanan açıklaması var. Bolluk, olayla ilgilerinin olmadığını belirtiyor ve “HDP’liler de dâhil herkesi Gladyo’nun oyunlarına karşı” uyarıyor.
Bu durumda İP’in bu olayda yer aldığı saptamasının hatalı olduğunu net bir şekilde saptamak gerekir. Bu bağlamda, yaptığım saptama dolayısıyla İP’ten ve taraftarlarından özür dilerim.
Ancak söylemem gereken bir nokta var. Bugünkü Aydınlık gazetesinin haberi veriş tarzı da dâhil İP’in HDP’ye karşı tutumu enikonu tahrik edici. Bu tutumlarını düzeltmedikleri sürece, en azından saldırıların manevi sorumluluğundan kaçamayacakları açıktır. Örneğin bugün Aydınlık’ta Fethiye ile ilgili haber verilirken (haberin “nötr” veriliş tarzı da pek hoş değildir, en ufak bir kınama yoktur) sağ tarafta, “Zonguldak’ta HDP’ye karşı Yürüyüş” başlıklı haber dikkat çekmektedir. Habere göre, yürüyüşçüler “Türk-Kürt kardeştir. HDP kalleştir” sloganı atmışlar. HDP’nin her yerde saldırıya uğradığı koşullarda haberin bu veriliş tarzı, gazetenin tahrik ateşine alttan alta (ya da üstten üste) odun attığının göstergesidir. İP ve Aydınlık sorumlularını bu nazik günlerde daha sorumlu davranmaya davet etmek zorundayız. Ateşle oynamayın. Alevilere yapılan pogromların bu kez Kürtlere karşı yapılmasına fikri düzlemde de olsa katkıda bulunmayın.
Öte yandan CHP’nin çeşitli sözcüleri (Sezgin Tanrıkulu, Gürsel Tekin) bu tür saldırılara karşı olduklarını açıkladılar. Bu iyi bir şey elbette ama yetmez. CHP Genel Merkezi’nin ve bizzat Kılıçdaroğlu’nun da bu konuda net açıklamalar yapmaları zorunludur. Tabanlarında, adeta ulusalcıların Akit gazetesi rolünü üstlenen Sözcü adlı tahrikçi ve Kürt düşmanı gazeteden gıdasını alan çok sayıda insan olduğunu unutmamalıdırlar.
HDP yöneticileri için de birkaç laf etmek istiyorum. Onları elbette anlıyorum. Saldırılar karşısında bütün yüreğimle yanlarındayım. Onlara yapılan saldırılar, 1960’larda Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin TİP bina ve toplantılarına düzenledikleri saldırılara çok benzemektedir ve bende neredeyse bir dejavu duygusu yaratmıştır. Bir yerde böyle bir saldırıya tanık olsam faşist sürüsüne onlarla birlikte karşı koyacağımdan eminim. Fakat açıklamalarında daha sorumlu ve titiz olmalıdırlar. Belki sezgisel bir şey bu ama yapılan açıklamalar bende, olanı değil de olması arzulananı dile getiriyormuş gibi bir izlenim yarattı. Sanki saldıranlar arasında gerçekten CHP’liler olsa bu, HDP’lilerin hoşuna gidecek ve “bakın gördünüz mü, biz demiştik” diyecekler. Böylesi bir tutum, bir siyasi güç açısından korkunç bir sübjektivizm içermesi bir yana, ne yazık ki, Türk ve Kürt solunu çatısı altında birleştirdiğini iddia eden bir parti açısından “sol gösterip sağ vurmaktan” başka bir anlama gelmez. Zaten HDP üzerinde AKP ile gizli bir ittifak içinde olduğu yönünde bir iddia, bir şaibe var. Böyle bir durumda daha dikkatli olmak gerekmez mi?
Son olarak, bu saldırıların ardında AKP’nin olduğu yönünde siyaseten yapılan tahliller var. Aslında siyasi mücadele açısından baktığım zaman bu bana bir hayli mantıki geliyor. Polisin tutumu, Fethiye’de HDP tabelasının bizzat devlet görevlileri tarafından indirilmesi, Burdur, Denizli gibi illerden taşınarak getirildikleri söylenen gösterici güruhun fütursuz “cesareti”, akla bunların devlet himayesinde saldırdığı ihtimalini getiriyor. Bununla birlikte, AKP’yi açıkça suçlayabilmemiz için elimizde kanıt olması gerekir. Bugüne kadar ortaya çıkmış böyle net bir kanıt yok. Bir yerlerden düğmeye basıldı ama nereden?
Taksim
8 Mart akşamı, feminist kadın yürüyüşüyle sol gruplar arasında çıkan sürtüşmeye ilişkin tarafların açıklamalarını sitenin duyurular kısmında yayınladım.
Bu açıklamalar içinde en devrimci ve tatminkâr olanı bence Partizan grubunun açıklaması. Açık yüreklilikle hatalarını kabul etmişler. Kaypakkaya kanadından gelen devrimcilere özel bir sevgim vardır. Bu bildiriyle sevgim bir kat daha arttı.
Mücadele Birliği’nin ve Kaldıraç’ın açıklamalarını ise üstten ve hırçın buldum. İddia ettikleri gibi emekçilerin “öncü”sü olsalar daha alçakgönüllü davranmaya dikkat ederlerdi. Diyelim ki haklı olsunlar, haklı olan insanların yüce gönüllülüğü yansımıyor bildirilerinden. Kurusıkı bir “sınıf” edebiyatıyla durumu kurtarmaya çalışmışlar ki, böyle bir “vekâlet”in onlara verilip verilmediği bir hayli tartışma konusu.
Her ne ise. Ben kısaca, olay hakkındaki fikrimi belirteyim:
O yürüyüş feminist kadınlar tarafından düzenlendiğine göre, bu arkadaşların kenara çekilip yılda bir meydana gelen bu olaya gereken saygıyı göstermeleri gerekirdi. Elbette saflarındaki kadınlar feminist yürüyüşe katılabilirlerdi. Bana soracak olursanız, bu kadın arkadaşlar, kırk yılda bir örgüt pankartı olmadan katılsalar örgütleri adına bir şey kaybetmiş olmazlardı, tersine feminist kadınların sempatisini kazanırlardı. Fakat şu var: Eğer o kadınlar yürüyüşe illâ örgüt pankartı ile katılmak istiyorlarsa feminist kadın arkadaşların da kedi gibi tırnaklarını çıkartmalarına gerek yoktu. Varsın birileri de örgüt pankartıyla katılsın, ne olurmuş ki. O örgüt pankartını gören bütün kadınlar hayranlıkla yerlere serilecek değiller. Diyelim ki öyle olsa bile ne olurdu ki. Siz bu örgütlerle iktidar kavgası mı veriyorsunuz sanki? Sonuç olarak, feminist arkadaşları da gereksiz bir hırçın tutum içinde bulduğumu belirtmeliyim.
Her neyse, olur böyle şeyler. Devrimci örgütler arasında sürtüşmeler doğaldır. Bana kalırsa barışsak daha iyi olacak, çünkü hepimizi, aynı Gezi’de olduğu gibi, barikatlarda omuz omuza olacağımız günler bekliyor.
Okmeydanı
Berkin Elvan kardeşimizin durumu çok ağır. Polis, SSK hastanesinin önünde bekleyen arkadaşlarımıza saldırdı. Yani artık hastanenin önünde hastanızı beklemek bile yasak ve polis güçleri sizi her an buradan biber gazı eşliğinde kovalayabilir.
Berkin için nöbete devam.
Gün Zileli