Bırakıp ardımda yuvamı
Nehir kıyısındaki harap evimi
Bırakıp Kars kentini
Bahçelerini ve derin mavi göklerini,
…
Gezinip dururum şimdi hep başka şehirlerde
anayurdum gözlerimin önünde
Yeghishe Charents
Böyle Bir Kars[1]
adıyla yayımladığı incelemesinde Ludmila Denisenko, her ayrıntısının ve
her nesnesinin dikkatle ve önemle çizildiği naif bir Kars tablosu
çizer. Kars’ın hiçbir köşesini ve hiçbir nesnesini unutmadan nerdeyse
her santimetrekaresini özenle çizip okuyucusuyla paylaştığı eseri bir
entografik inceleme olduğu kadar Kars’ın, bir şehrin sesini
kaybetmesinin de tarihidir aynı zamanda.
Denisenko, eserinin yazılış öyküsünü şu cümle ile özetler: Ölüm
karanlıklara gömülme, yok olma olmamalı. Dilerim Kars benden çok
yaşasın. Ancak en azından bizim oradaki varlığımızın öyküsünün
yaşayacağını garantiye almak için bu kitabı yazmaya karar verdim. Denisenko’nun bizim oradaki varlığımız dediği Kars’taki Rus kökenli “TC” vatandaşlarıdır.
Denisenko, çiçeği, böceği, dağı, nehri, dillere destan mimarisi,
sokakları, bakkalı, kasabı, sinemaları, tiyatroları, operaları,
değirmenleri, hamamları, bayramları, kazları, faytonları, kızakları,
peyniri ve balı ile birlikte bize bir zamanlar Kars’ta yaşayan ve
cumhuriyetle solan bu rengi hatırlatır… Estonlar, Duhaborlar,
Malakanlar, Almanlar, Polonyalılar, Litvanyalılar, Ruslar…
Ne yazık ki bu renkler artık Kars’ın bu günkü puslu tablosunda yer
almaz.Tek millet- tek dil politikası Kars’ın bu olağan üstü renklerini
ortadan kaldırmış bir anlamda soldurarak bugünkü puslu tablosunu
yaratmış, bir kentin nefesini keserek sesini kaybetmesine neden olmuştur
: Kendimi bildim bileli bizim evde Kars konuşulur: Kars'ta
şöyleydi, böyleydi. Ben de evlenip çoluk çocuğa karıştığımdan beri hep
Kars anlattım sevdiklerime. Gün geldi; anlattıracak, soracak
insanlarımız da tek tek bizi terk etti: Merak ettiklerimizin cevabı
olmadığının ayırdına vardık acıyla. Bizler de Kars'ta yaşadık, bizler
de Kars'ı sevdik. Hem de ne sevdik; genlerimize işledi adeta;
sevinçlerimizin, üzüntülerimizin, düşlerimizin odağı oldu Kars.
Biz bu yazıda Kars’ın kültürel ve etnografik zenginliğinin incelenmesini
bir sosyal antropolaga ya da halk bilimciye bırakarak, Kars’ta
uygulamaya konulan etnik temizliğe odaklanırken, Denisenko’nun özlü
Karslı tanımına yer vermeden de geçemiyoruz: Tarih boyunca sürekli
olarak el değiştirmiş olan serhat şehri Kars'ın tarihi hep yeni
hükümranların politikalarına ayak uydurma ya da reddetme tarihidir aynı
zamanda. Bu nedenle Kars her daim kişilikli olmuş, Kars'tan çıkan
insanlar hep farklı olmuş, başkalarının arasından sıyrılmışlardır hep.
Malakanlar
“TC” nin kurucu ideolojisi düşman paranoyası ile maluldür. Bu bakımdan
kurucu kadro kendinden başkasını düşman olarak algılar.Karsı oluşturan
renkleri ve etnik çeşitliliğine tahammülsüzlüğü de buradan kaynaklanır.
Bu unsurlar hakkında raporlar tutulur ve bunların tüketilmesine karşı
her tür çabaya başvurulur. Bölgeyi iyi bilen kurucu kadrodan Karabekir
bu politikaların hayata geçirilmesinde en önemli figürlerinden biridir. Kâzım
Karabekir, övgüyle söz etse de onların Malakanlardan tehlikeli ve
şüpheli unsur olarak görülmelerine yol açan raporları da yine kendi
tutmuştu. Bu barışçıl Malakan halkı kimseye yaranamamıştır. Rus
Çarlığı Malakanların halkı hakim kilise yolundan çıkaracaklarından
Türkiye Cumhuriyeti ise bölge halkını Bolşevikleştirebileceğinden
korkmuştu.
Malakanların cemaat yaşamı, paylaşmacı yaşam görüşleri o dönemde
tüm dünyada yoksul halklar arasında ilgiyle karşılanan "komünizm'le
suçlanmalarına neden olmuştu. Onların bu doğal yatkınlığı, Rus elçisi
Medivani, daha sonra da Mustafa Suphi'nin köylerini ziyaret etmesi Kâzım
Karabekir'in sözleriyle "kendi halinde çalışkan bir kavim olan
Malakanlann ifsad edilmesine ve felaketlerine sebep olmuştu"
Kurucu kadro etnik temizliğin en önemli aparatlarından biri olarak
zorunlu askerliği görmüştür. Malakanları askerlikle tehdit ederek
coğrafyalarından ayrılmaları zorlanacaktır. Bunun için yönetimin görünür bir zor kullanımı da yoktur! Bu unsurlar kendiliklerinden yerini yurdunu terk etmektedir.
Oysa 13 Ekim Kars Anlaşması’nda kararlaştırılan durum tam tersidir. Kars’taki azınlık unsurların askerlik yükümlülüğü yoktur. 13 Ekim 1921'de Kars'ta Türkiye, Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan arasında imzalanan dostluk anlaşmasının 11 numaralı maddesi şöyleydi:
"Bağıtlı taraflardan birinin öteki tarafın topraklarında oturan uyrukları, yerleşmiş oldukları ülke
yasalarından doğan hak ve görevlere uygun biçimde işlem görmekle
birlikte, ulusal savunmaya ilişkin yasalardan bağışık tutulup onlara
uymaları istenilmeyecektir. Aile veraset hakları ile ehliyete
ilişkin işlerde de tarafların uyrukları işbu madde hükümlerinin dışında
kalacaklardır. Bu konular bir özel anlaşma yapılarak çözümlenecektir."
Malakanların ulusal savunmaya ilişkin yasalardan bağışık
tutulacağı kararlaştırılmış olduğu halde Türkiye antlaşma sonrasında bu
madde ile vermiş olduğu taahhüte uymamış, Malakanları askere almaya
kalkışmış, onları Türkiye'den gitmeye zorlayacak bir politika
benimsenmişti.
“TC” imzaladığı anlaşmayıdaha mürekkebi kurumadan ihlal etmekten
çekinmez: Çiçerin’in Büyükelçi Ali Fuat Cebesoy’a verdiği notalarda
“Kars bölgesinde yaşayan Rus halkının zorla askere alınması da XII.
maddeyi ihlal edici keyfi bir harekettir ve bunu da şiddetle protesto
ederiz..." denmesine karşın, bir şey değişmez. Bunu R.S.F.S.C.
Dışişleri Halk Komiseri Çiçerin 13 Kasım 1921 tarihli son notasında:
"Rus hükümeti üzüntü duyarak defalarca yaptığı uyarı, protesto ve
istemlerine rağmen, Kars bölgesinde yaşayan Rus halkının her türlü yasa
dışı kovuşturmaya ve baskıya hedef olduğunu belirtmek zorundadır. Daha
önceleri de belirtmiş olduğum gibi Rusya ile Türkiye arasındaki
ilişkilerde özellikle bu soruna büyük önem vermekteyiz. Ancak bu
günlerde Kars bölgesinden almış olduğumuz haberler; Türk makamlarınca
Rus halkına karşı baskı hareketlerine son verilmediği gibi tersine, daha
da arttırdığını göstermektedir. Bütün haklar ve Moskova anlaşması
hükümleri çiğnenerek, Sovyet topraklarına geçmek isteyen Malakanlar Türk
uyruklu kimseler gibi kabul ediliyor, üstelik silah altına alınıyor. Bu
ise eşine zor rastlanır bir keyfi davranıştan başka bir şey değildir
(...) Bu dayanılmaz eylemleri şiddetle protesto edip isyan duygularımı
açıklarken özellikle Türk temsilcisi Kâzım Karabekir'in Rus temsilcisi
Yoldaş Ganetski ile yaptığı görüşmelerde, Kars ilini terk etmek arzusunu
bildirmiş olan Malakanların Türk uyrukluğunda kalmasını ve silah
altına çağrılmasını kabul ettiğimi iddia etmesi karşısında duyduğum
şaşkınlığı ifade etmek isterim. Hiçbir aslı ve dayanağı olmayan bu
iddia beni son derece hayrete düşürüyor ve resmen şunlara bildirmeme
zorluyor: bu asılsız iddialardan çıkacak bütün sonuçlar ve bu sonuçlara
kanan ve şaşıran Rus temsilcilerinin yapacakları herhangi bir
açıklamanın hiçbir hükmü yoktur. Rusya hükümeti Kars bölgesinden çıkmak
isteyen ve bu isteklerini resmen bildiren bütün Malakanların Rus
vatandaşı olarak sayılmasını, Malakanların Türkiye'de askeri göreve
alınma girişiminin yasa dışı kabul edileceğini ve şimdiye kadar bu üzücü
olaylara meydan veren Türk sorumlularının cezalandırılmasını resmen ve
kesinlikle talep eder. Şunu da ekleyeyim ki vaktiyle Rusya'ya göç etmek
olanağına sahip olmayan Malakanların bugün bulundukları yerde bir yıl
daha kalma hakları bulunduğuna ilişkin resmi bir mutabakat bulunmaktadır
[2]
(...)Türkiye'de kalma kararını alan Malakanlara gelince, bizce bu
Malakanlara, milli azınlıkların haklarına karşı saygı gösterileceğini
belirten Misak-ı Milli'nin Moskova antlaşması ile kabul etiğimiz
ilkelerin uygulanması doğru olacaktır.”
2 Aralık 1921 tarihli notada ise, Hıristiyanların muaf tutulduğu askerliğe tabi tutma uygulamasına değinilerek,
"Kilikya'da bütün Hıristiyanlar, Kars'ta ise diğer Hıristiyanlar
askerlik görevinden muaf tutulurken, Çarlık zamanında bile askere
alınmayan Malakanlar bugünlerde silah altına alınıyorsa bunun ne anlama
geldiğini çok iyi anlamaktayız" denilmektedir.
1922'de savaş sonrasındaki anti-Bolşevizm saplantısının kurbanı olan yirmi binden fazla Malakan, Türklerle evli kızlarını, ölülerini, hemen hemen tüm mal varlıklarını bırakarak kırk yıl önce geldikleri
Kars'tan istemeye istemeye aynlmışlardı. Dayatılan tüm koşullara boyun
eğen küçük bir Malakan azınlık Türkiye'de kalmışsa da gözlerin sürekli
üzerlerinde olması, anlamsız baskılar ve "at nalı tabyası" denilen ve
tabyadan askeri hapishaneye çevrilen yerde sudan bahanelerle hapis
tutulmaları ve dövülmeleri gibi kasıtlı uygulamalar sonucu 1962 sonrasında
da Sovyetler Birliği'ne ya da Amerika'ya göç etmeyi seçeceklerdi.
Hayatta kalanların anlattıklarına bakılırsa Malakanlar Türkiye'yi terk
etme kararı aldıklarında lider sayılan köyün yaşlıları günlerce
nezarette tutulup sorguya çekilmiş hatta falakaya yatırılıp bazı
soruları yanıtlamaları istenmişti. Yaşlı başlı adamlar şişmiş
ayaklarıyla yürümekte güçlük çekiyorlarmış çıktıklarında. Malakanlara uygulanan baskı ve şiddet diğer unsurlar içinde geçerlidir.
Askerlik ayrımcılığın ve baskının en rafine yaşandığı bir kurumdur.
“Azınlıkların” zorunlu askerliği yaşamlarının bu kesitinde ayrımcılığı
ve baskıyı iliklerine kadar hissettikleri bir zaman dilimidir. Askerlik yapmış
olan bir Karslı kuzen şöyle yazmış: Askerde boyuna zincirle takılan
ufak plakalara künye denir. Adın, soyadın, şuben, tertibin, kan grubun
bu künye üzerindedir. Sağ alt köşede ise Müslümansan M, değilsen GM
harfleri yazılıdır. Biz gayrimüslim askerler de birbirimize General
Motors diyerek şakalaşırdık." Her azınlık unsurda olduğu gibi Kars
azınlıklarının zorunlu askerlikle ilgili olumlu bir yaşantıları yoktur.
Askerlik hem kendileri hem de aileleri için katlanılmazdır. Denisenko
iki trajik örnek verir: 1960'larda kendinden küçük kardeşi
askere gitmişti. İlk çocuğu kuzinim Sonya'yı doğurduğu yıldı. Anya
teyzenin kardeşi askerde nasılsa vurulmuş ölmüş, cenazesini getirip
bizim eve teslim etmişlerdi. Kocaman uzun sandık evin önündeki camekânlı
balkonda köye nakledilmeyi bekliyordu. Kimse lohusa Anya teyzeye bu acı
haberi vermeye cesaret edememişti. Derken sandık gözünden kaçmamış,
içinde ne olduğunu sormuştu. "Yağ, köye gidecek!" diyerek geçiştirseler
de harika yemekler yapan Anya teyze taze yağdan biraz almak istemiş,
kendi kendine kapağı kaldırdığında ölmüş kardeşiyle karşılaşınca dünya
başına yıkılmıştı. O günden sonra o munis kadın bir daha kendine
gelemedi. Kolya – Nikolay amcanın askerliği sırasında ne yaşamışsa aynı insan olarak askerlikten dönemeyecektir.Askerden
döndüğünde aynı insan değildi. Bütünüyle huyu suyu değişen Koka önce
alkol, sonra da uyuştuurcu haplar kullanmaya başlamış ışıklı halini
yitirmişti. Askerlik Kolya’yı yıkıma uğratmıştır.
Cumhuriyet'in ilk yılları geçip de Türkiye'de komünizme karşı tedbirler
alınmaya başlandığında, devletin eski refleksi bir kez daha devreye
girmiştir: Güven duyulmayan, devletin zaaf gördüğü bölgelere,
başka bölgelerden oranın nüfusu ile uyuşması zor bir kitle getirilip
yerleştiriliyordu. Malakanların Türkiye'ye geldikleri gibi gitmelerini
sağlamak için ilk adımlar böyle atılmıştı… Komşuları
Malakanların tarlalarına, kendi ekmedikleri ürünleri toplamaya
dadandılar. Malakanlar buna seslerini çıkarmadılar. Ancak bu kez de
kendileri açlıkla yüz yüzeydiler. Bir gün bir Malakan köylüsü komşusunu
tarlada son patatesleri de çalmaya yeltenirken yakalar. "İsteresen
onları alma da ben tekrar ekebileyim, o zaman yeni patateslerden
alabilirsin" der.
Aslında hiçbir zaman Malakanlardan gelen bir tehdit söz konusu değildir. Savaş döneminde Malakan köylerinde askerler beslenir. Bunlardan biri de Çakmak köyüdür. Çakmak köyünde ordugâh kuran Türk ordusuna; günlerce sıcak ekmek, 300 hayvan kesip taze et sağlamış, köylülerin askerlere adeta çocukları gibi baktıkları anlatılır. Çakmaklı
Malakanlar zafer zamanında da defalarca Kazım Karabekir'le maiyetindeki
kişileri şenlik çadırı kurup günler süren ziyafetlerle ağırlamışlardı.
Devlet nihayet politikalarının sonucunu alarak Malakanları kovmayı
başarmıştır. Ancak Malakanlar giderken bunu ifade etmekten çekinmezler:
Çalgavur'un Malakanlarının Türklerle evli olmayanlarının tamamı
1962'de Rusya'ya göçmüş. Köyün en soylu ve zengin insanlarından biri
olan Simyon Dayı hem çok zengin, hem kültürlü hem de herkesin saygı
gösterdiği dürüst bir adammış. Bu nedenle vali, askeri erkân onunla
ahpaplık eder birlikte gezer, yer, içerlermiş. Rusya'ya gitmeye karar
verdiklerinde Kars'ın ileri gelenleri onu vazgeçirmeye gelmişler;
"gitme, etme" demişler ama Simyon bütün dobralığıyla "Vallahi suç sizde"
diye cevap vermiş. Ne de olsa Denisenko’nun dediği gibi Karslıdır!
Devlet, Malakanların kişisel mallarını yanlarında götürme izni vermişti
ama para götürmeye izinleri yoktur. Bu nedenle çoğu altına çevirdikleri
paralarını köylerine gömerek gitmişlerdir. Bu altınlar onlar gittikten sonra bütün
bölge ve evleri deşilerek arandı. Simyon amca gibi bazılarınınki
bulunmuş; ama yerli halk bu paraların uğursuz olduğuna inanır ve
Çalgavur'un dağında bir Kürdün davarlarını otlatırken Malakanların
gömdüğü bir teneke altın bulduğunu ancak bu paranın ona haram olduğunu,
hiç hayrını görmediği gibi tam bir yıl sonra aynı dağda donarak
öldüğünü anlatırlar.
Kısaca Kars azınlıkları için “Cumhuriyet” Kars’ta ayrımcılık, baskı ve sürgün olarak tecelli eder: Cumhuriyet kurulduktan sonra Kars'ta önceleri
bir süre her şey teslim alındığı gibi bırakılmış. Ancak izleyen
yıllarda devlette bir güvenlik kaygısı oluşmuş. Buradaki beyaz ordu
kalıntısı Rus asker ailelerini Kastamonu, Çankırı, Yozgat gibi iç
bölgelere sürmüşler. Sadece asker ailelerinin sürülmüş olduğu iddia
edilse de, bugün İstanbul Teknik Üniversitesinden emekli olmuş Malakan
kökenli bir ünlü hocanın değirmenci olan babası Alexandr Popkov ile
kardeşi Yosif'in de Çankırı'ya sürülmüş oldukları biliniyor. Hocanın
değirmenci babası Çankırı'da gazinoda çalışarak ailesine bakmış.
Sınırlı Arşiv belgelerine baktığımızda Kars’tan ilk sürgünlerin 1.6.1924
öncesinden başladığını anlıyoruz. İskan ve Aşair Umum Müdürlüğü’nün
Kars'a yazdığı bir yazıda "Kars'tan başka yerlere nakil ve iskan edilen
muhacirlerin miktarlarıyla nerelere iskan edildiğinin bildirilmesi"ni
istediği bir yazı var, 1926’da bir başka sevkiyatın yapıldığını 20.11 26
tarihinde "Kars’tan sevk edilen mültecilerin yol masrafları için
istenen paranın Sivas'a gönderildiği" söylendiği yazıdan anlıyoruz,
bunların muhtemelen Yozgat'a sevkiyatın yapıldığı 20.11 26 tarihli
"Kars’tan Yozgat’a sevk olunan mülteciler için iaşe ve yol masraflarının
karşılanması için havale gönderildiği" yazısından çıkarmak mümkün,
Bir başka 8.12. 26 tarihli yazıda "Kars’tan nakledilecek muhacir
ailelerinin sevklerinin ilk bahara tehiri” söylendiğine göre başka
kafileler de var. Bu sevkler için sürgün terimi kullanılmamış, bu
sürgünlerin gayrimenkulleriyle ilgilenilmesi de ilk Ermenilerden
başlanmış. 30.6.1924 tarihinde "Kars vilayetinde Ermeni emvalinden ne
kadar ev bulunduğunun tesbiti" istenmiştir.
9.1.1929 tarihli ve 7547795-29 sayılı kararnamede "Rusya ve Kafkasya’dan
gelerek Kars , Ardahan ve Artvin'e yerleşen ve oralarda ikametleri
mahzurlu görülerek iç vilayetlere nakledilen şahıslardan hasta ve
ihtiyar olanların memleketlerine iadelerine" dair bir kararname var.
Buna göre sürgünler 1928’den önce başlamış olmalı. 3.1.27 tarihinde Halk
Partisi müfettişi Esat bey (muhtemel Ahmet Esat Uras’tır) bir
Kars Raporu [3]hazırlamıştır.
Sürgünler muhtemelen bu rapor sonucu olmalı. 8.3.1939 tarihli maliye
ve adliye vekilliklerince "önceleri Rus istilasında bulunan Kars ve
diğer yerlerinde ki birtakım mütegallibenin araziye sahiplik iddiaları
üzerine bir takibat" yapılarak raporlanmış. Bu rapor, Kürtlerle olan
mutabakatın
Şeyh Said ve Ağrı direnişi esnasındaki bozulmasından kaynaklıdır. Daha
önce kullanmasına göz yumulmuş Ermeni gayrimenkullerin Kürtlerin
elinden alınarak sürgüne gönderilmelerine dairdir. Buna benzer sürgünler
de devam eder: 20.9.1931 tarihinde Çıldır’dan sürgün edilen 200 aile,
Hamişoğullarının sürgünü 5.6.1936’da … gibi.
Rus Azınlıklar
Denisenko, Kars’taki baskı ve ayrımcılığa verdiği bir çok örnek verir, bunların içinde bir genç kızın yaşadıkları çarpıcıdır: Karsta teğmenlik
yapan ve birkaç sene evvel askeri okuldan mezun olup üstteğmen olmaya
hazırlanan Feyyaz adında genç bir adamdı. Askeri okuldayken Rusça
öğrendiği için Kars'a gönderilmişti. Haftada bir evimize gelip ders
alır, konuşmasını ilerletmeye uğraşırdı. Kardeşlerim
telaffuzunu komik bulup onunla dalga geçerlerdi. Aradan aylar geçti,
arada beni sinemaya, orduevindeki yemeklere falan davet etmeye başladı.
Tipim olmasa da, genç insanlarız, arkadaş olmanın zararı olmaz diye
onunla ara sıra yürür, sohbet ederdim. Bir gün yine sinemaya gidecektik,
baktım gelmedi. Ders günü geldi, geçti gelmedi. Ben ne olduğunu merak
ederken arkadaşlarından biri onun Kars civarında bir yerde gözaltında
hapis olduğunu haber verdi… O gün ağzımla kuş tutsam asla
bir yerden öteye geçirilmeyeceğimi, adeta damgalı sınıfa mahkûm
olduğumu anladım. Biz gözlerinde hep gavur kalacaktık ve her fırsatta
bu yüzümüze vurulacaktı. Bu olay üzerine işimden ayrılmaya karar verip
istifa ettim. Bana nedenini sorup durdular. Cevabım 'Siz benden daha iyi
bilirsiniz'di. Kars’ta azınlıklarla arkadaşlık kurmak dahi tehlikelidir!
Kars’ta da başka boyutta bir McCarthy’cilik peydahlanmıştır. Bunda da en büyük zararı Rus azınlıklar görmektedirler: Rus düşmanlığı,
komünizm düşmanlığı ile katmerlenmiş, "Moskof uşağı" düşmanlığına
dönüşmüştü. Bolşevizmi ciddi bir tehlike olarak gören siyasal çevrelerde
Bolşeviklik konusunda cadı kazanları kaynatılmaya başlanmış; anlayan
anlamayan herkes çoğu zaman siyasal iktidarın yanında yer almak
dürtüsüyle insanları Bolşevik olmakla suçlamış, ülkeyi Bolşeviklerin
ele geçireceği yolunda senaryolar üretmişlerdi. Bu kişilerden biri olan
Rıza Nur, Moskova'ya görüşme için gönderilen heyette yer almıştı. Rıza
Nur tuttuğu raporlarda bazı Karslıları ihbar etmişti. O yıllarda Ani'yi
gidip görmek bile tehlikeliydi ve şüphe çekerdi. İnsanlar Ani'yi
geziyor, Rus Konsolosluğu’nun önünden fazla geçiyor gibi gerekçelerle
MİT tarafından izleniyor, sorguya çekiliyor, işkence görüyorlardı. Rıza
Nur, bir başka girişiminde Ani kentinin taş üstünde taş kalmamacasına imha edilmesini de hükümete
önerecekti. Ankara'daki Meclis ise bir taraftan Bolşeviklerle iyi
geçinmeye dikkat ederken diğer taraftan ülkede Bolşevizmin ve sosyalist
düşüncenin engellenmesi için her türlü önlemi almayı sürdürüyordu.
Bu baskı aparatının en önemli ayağı Kars’a gönderilen devlet görevlileridir. Bu görevliler özel görev için orada bulunmaktadırlar: Bu gibi nedenlerle Kars'ta büyük
bir terör estirildiği, başka bölgelerden tayin edilmiş memurların yerli
halkı suçlayarak, gözdağı vererek sindirdikleri, birbirlerine
düşürdükleri biliniyor. Orhan Pamuk'un romanı, Kars'ı sadece o loşluğu,
korku ve dedikodu dolu güvensiz ortamı yansıtmaktaki becerisi
nedeniyle beğenmiştim. Kars'tan, Kastamonu, Çankırı, Yozgat'a büyük
çaplı sürgünlerin olduğu kesin bir bilgi.
Devlet Kars’taki küçücük bir “azınlığa” dahi dayanamamıştır.
Kars'tan ilk sürgünler,
Rus azınlıkta ve Kars'ı terk etmemiş olan yerli halkta doğal olarak
var olduğundan kuşku duyulan Rusya sempatizanlığı ve dolayısıyla
korkulan Komünist yandaşlığına karşı bölgeyi sterilize etmek amacını
taşıyordu. Oysa ki Kars'ta yaşayan Azeri olsun, Karapapak olsun tüm
Kafkas kavimlerinin çocukları, Kafkasya'yı işgalinden dolayı esasında
son derece Rus karşıtı ve milliyetçidirler, o zamanlar da öyleydi.Kars'tan sürülmeleri 1927-1952 arası yıllarda yönetsel düzeyde netlik kazanmamış pek çok şeyin varlığını gösteriyor[4].
Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Cemil Koçak'ın "Umumi
Müfettişlikler" kitabından çıkarsanabileceği gibi o dönemde 3. bölge
ilan edilen Kars'ta Umum Müfettişlik Başkanı, Kars'tan göç gerektiğini
saptıyor. 5. müfettişliğin bölgedeki demografik yapıda değişiklik
gerektiğine dair yazısı mevcut. Umum müfettişliklerinin Kars'ta Rus
casusu olabileceklerin varlığına değinen raporu, özellikle 1946'larda
Kars'ın Azeriler, Karapapaklar gibi yerli halkına uygulanan sürgünün
dayanağı olmuştu.
Son olarak Denisnko’nun ailesinden trajik bir örneğe yer verelim. Örnek bir anlamda kar azınlıklarının yaşamını özetler: Dedemin adı
Grigori Nimsof'tu. Resmi kayıtlarda Krikor Nimso olarak geçiyor. Doğumu
1896-1900 arasında Astrahan'da olmalı (Annem babasının Astrahan kökenli
olduğunu söylerdi). Kars'a kaçtığında gencecik bir beyaz ordu mensubu,
en fazla bir yüzbaşı olmalıydı. Beyaz ordu 1920'de Astrahan
savunmasında yenilmiş, ordu mensupları çil yavrusu gibi dağılmışlardı.
Dedem kendini bir biçimde Kars'a dar atanlardandı. Burada âşık olmuş,
kısa sürede evlenmiş, çocukları olmuş yepyeni bir hayata yelken açmıştı.
Onu tanımış olanlar çok yetenekli olduğunu fısıldarlar: Marangozluk,
oymacılık, kürk terbiyesi, dabaklama, keman yapım ve tamiri, sabun ve
votka yapmak gibi birçok dalda uğraşları vardı. (Kaderin cilvesine bakın
ki, yıllar sonra kayınvalidem olacak İsmet Pazarbaşı'nın kemanını da o
yıllarda dedem tamir edermiş). Onun hakkında anlatılanlardan gözümün
önüne ekmeğini taştan çıkarabilecek, kolay çökmeyen, azimli biri
geliyor. Bütün bu vasıfları, kendilerini biri ana karnında ufacık iki
bebeyle sürgün kafilesi içinde bulmalarına engel olamazdı tabii ki.
Kastamonu'da sürgün bitiminde salıverildiklerinde, asla Kars'a
dönmemeleri tembih edilmiş, ellerinde bir bohçayla hiç bilmedikleri
İstanbul'da bulmuşlardı ailecek kendilerini. Dedem Büyükdere’de Bahçeköy
yolu üzerindeki 1932'de açılmış olan Tekel Kibrit Fabrikasında bir
süre çalışmış. Karaköy'deki Rus Ortodoks Kilisesi sahip olduğu hanın
odalarını ihtiyaç sahibi yoksullara sembolik bir ücretle kiralıyordu.
Kadınlar İstanbullu hanımlara dikiş dikerek, aşçılık ve temizlikçilik
yaparak sebatla tencerelerini kaynatmayı sürdürdüler:
Çocukları küçük, İstanbul'da yaşam perişanlıktı. Kars'taki nezih yaşam
ortamından sonra İstanbul'da sığıntı yaşama alışamayan anneannemin
zorlamasıyla Kars'a dönmüşlerdi. Başlarına gelenler de asıl o zamandı.
Kars'ta ihbarlar olağan, tutuklamalar sıradanmış. Tutuklananlardan biri
de dedem. Tutuklanma tarihi annemin anlattıklarına göre (O sırada 14
yaşında imiş) 1940-41 gibi. Biri Malakan, birkaç arkadaşıyla
tutuklanmış. Dedemin sekiz yıl Ankara'da ve Erzurum'da hapislerde
süründürüldüğü bu zaman zarfında adeta kaybedildiği, ailesine hakkında
hiçbir bilgi verilmediği biliniyor. Aklıma gelen 1927'de görevini
tamamladığı bilinen "İstiklal Mahkemeleri"nin ya da benzerlerinin daha
uzun süre çalıştığıdır. Bu mahkemelerde avukat tutmanın yasak olduğunu,
kararların temyize götürülemediğini biliyoruz. Sonuçta dedem "komünist
general" suçlamasıyla Erzurum Mal Meydanı’nda asılarak infaz ediliyor.
General olmadığı da kesin. Zaten T.C. vatandaşı olmuş bir sivildi. Ölüm
kaydını bir avukat arkadaş eski nüfus kayıtlarından bulmuştu: 4.6.1947,
Erzurum. İdamına ilişkin bir kararname olmalı diye düşünüyorum. Ama
nasıl ulaşılacak? O sırada en fazla 50 yaşında olmalı. İdam edilenleri
ibret için bir süre ipte bırakırlarmış. Onu o halde o sırada askerliğini
yapmakta olan öz be öz amcam meydandan geçerken görmüş, haber
vermişti. Yoksa kimseye bir şey bildirileceği de yokmuş. Yedi yıl
hapiste süründürüldükten sonra göğsüne Rus generali yaftasıyla asılması
nasıl haklı bir gerekçeye dayandırılabilir?
[1] Ludmila Denisenko,
Böyle Bir Kars, Heyamola Y. 2011.
[2]
Hükümet daha sonra 28.2.1929 tarihinde ve 431-148 tsayı ile “Elviyey-i
Selasede Sovyetler Birliği tabiyetine geçenlerin gayrimenkullerini
tasfiye etmeleri için 1 yıl süre verildiği bunun dışında gayrimenkuller
üzerinde bir hak iddia edilemeyeceğine” dair bir kararname de çıkarır.
BCA 30.10/247.674.10
[4]
Kars sürgünleri ile ilgili yargılama dosyaları da diğer yargılama
dosyaları gibi büyük ihtimalle halen Meclis arşivinde saklanmaktadır. O
dönem siyasi (o dönem her şey siyasi olarak algılanmıştır) davalara
bakan mahkemelere de bir anlamda İstiklal Mahkemesi statüsü verildiği
söylenebilir.