Humus ve sonrası |
YDH Suriye Temsilcisi Mehmet Serim, Humus’un önemini ve silahlı grupların anlaşmayla çekilmesinin krizin geleceğine yönelik muhtemel etkilerini yazdı. Silahlı gruplar uzun bir süredir devam eden pazarlıklar sonucu 7 Mayıs’ta ‘isyan’ın beşiği’ Humus’un Eski Şehir bölgesinden çekildi. İnsanlar harabeye dönmüş evlerine, mekanlarına dönmeye başladılar. Kimisi kalan eşyalarını çıkartabilmek için, kimisi onarıp kalmak üzere..[1]
Humus uzlaşışı gerçekten Suriye krizinde dönüm noktası mı? Hem evet, hem hayır. İçeride durum yönetimin lehine ilerliyor. Yönetim ve halk eskisine göre daha rahat ve krizin bitmeye doğru gittiği görüşünde olanların sayısında bariz bir artış var.
Ancak diğer yandan bazı gelişmeler düşünüldüğünde durumun yönetim açısından iyimser olanların sandığı kadar kolay olmadığı da ortada.
Bunun iki nedeni olabilir:
1) Küresel çapta Ukrayna, Uzakdoğu gibi yerlerde süren Amerika – Asya mücadelesi ve Suriye’nin bu mücadeledeki aletlerden biri olması.
2) Suriye özelinde Batı (ABD, Avrupa) bloğu–Körfez ittifakının çabaları.
Şimdi Suriye’de öne çıkan bu iki ana madde çerçevesinde şekillenen görüşleri veriler ışığında açmaya çalışalım.
Humus’un Suriye devleti ve coğrafyası açısından siyasi, ekonomik ve sosyal önemine daha önceki yazılarımızda değinmiştik.
Okuyucu için Humus’un hem isyancılar açısından hem de devlet açısından önemini bir kez daha tekrar etmekte fayda var:
Beklentiler (Hedefler) açısından Humus
Humus’un üzerinde bu denli durulmasının sebebi hem içeride hem de dışarıda isyanın bir şekilde parçası olanlar için kavşak noktası olması.
Suriye’de isyan için ortam mevcuttu. Bunu inkar etmek sürecin bir tarafını görmemek olur. Ülkede onlarca yıldır var olan yönetsel eksiklikler, yolsuzluk gibi olgular zaten halkı bir şekilde patlama noktasına getirmişti.
Ancak süreç ilerledikçe Suriye üzerinde hesapları olan küresel güçlerin de daha önceden pusuya yattığı görüldü. Bu güçler krizde her türlü katalizörü kullandılar.
Yönetime karşı isyan eden herhangi bir Suriyelinin beklentileri kuşkusuz dünyayı yönetmeye çalışan küresel güçlerden çok farklıydı. Bunların çoğu küresel mücadelenin, bu mücadelede kullanılan yöntemlerin, getireceği sonuçların ne olduğundan haberleri yoktu.
Var olan potansiyeli kullanan küresel güçlerin hedefi ise isyancıların hayallerini bile aşan hedeflerdi. Bu nedenle (kaçınılmaz olarak) Batı Bloğu isyanın patronu oldu, isyancılar ise yönetim devrilene kadar taşeron görevini üstlendiler.
Körfez-Akdeniz hattı
Batı için hedeflerden biri Katar’ın doğalgazının sorunsuz şekilde Akdeniz’e ulaştırılması ve böylece Rusya’ya bağımlılıktan kurtulmaktı.
Suriye için öngörülen planda Katar’ın en önemli rollerden birini üstlenmesi boşuna değil. Bu nedenle Katar Emiri Humus’u özel olarak istiyordu. Yani Katar’ın yanına bir devletçik daha ekleyecek ve ‘Humus Prensliği’nin de sahibi olacaktı. Böylece boru hatları Humus’tan rahatlıkla geçirilebilecek ve Akdeniz’e ulaştırılacaktı.
İsrail’in beklentileri Katar’ınkinden farklı değildi. İsrail Akdeniz’den çıkaracağı gazı bir hat ile Türkiye’ye uzatacaktı. Böylece Mısır’dan çıkan gaz ile birlikte Katar ve İsrail’den hatların buluşma noktası Humus ve devamında Akdeniz’e uzanan topraklar olacaktı.
Diğer yandan Suriye içinde Humus–Karra taraflarında keşfedilen ve Katar’dakilerden daha büyük hacimde olduğu söylenen gazdan ABD, Batı, Katar ve Rusya’nın da haberinin olmaması mümkün değil.
Bu durumda Humus’un özelliklerine -devrim sonrası- Yeni Suriye’nin gaz istasyonu sıfatı da eklenecekti.
Suriye’de devrim olmasa bile en azından bölünme sağlanırsa Humus’un kurtarılması bu nedenle isteniyordu.
İsyancılar açısından Humus
Ne isyancılar, ne Suriye halkı ne de kazanımları küresel güçlerin umurunda. Dolayısıyla isyan sürecindeki rolleri ‘alet olmaktan’ öteye gidemezdi. Gidemedi de.
Humus’un ‘kurtarılması’ uygulaması da bu isyancılara düştü. Kullanılan yöntemler Suriye için çok kritik yaralar açtı. Ancak öldürmeye yetmedi.
Bunları da su şekilde sıralayabiliriz:
Sosyal yapı
Humus Suriye’nin laboratuarı. Şehir merkezinde ve köylerde Sünniler, Aleviler, Hıristiyanlar, aşiretler, yaşıyor.
Burada gerçekleştirilecek bir patlama tüm Suriye’ye anında yayılabilir ve geri dönülmez bir iç savaş çıkartılabilirdi. Bunun denemeleri de yapıldı.
Onlarca cinayet, katliam, halkı mezhepsel savaşa sürüklemek için tecavüz suçları işlendi, yüzlerce kişinin öldüğü bombalı eylemler yapıldı. Ancak her kesimin mantıklı olanları çoğunluktaydı ve bu yönetim için büyük bir şans, isyancılar ve onları destekleyenler içinse şanssızlıktı.
Ekonomi
Humus diğer yandan ülkenin en önemli tarım ve sanayi üretim merkezlerinden birisi. Ülkenin en önemli rafinerilerinden biri, ilaç fabrikaları, Hasya sanayi bölgesi, binlerce dönüm tarım arazisini barındırıyor. Üniversitesi, hastaneleri, kültür merkezleri ile birlikte önemli bir şehirdi.
Humus’taki bu değerlerin yok edilmesi Suriye ve yönetim için büyük darbe olabilirdi. Bu, kısmen başarıldı da. Yukarıda anılan birçok tesis ya çalışmaz durumda ya da sabotajlara maruz kalıyordu.
Stratejik konum
Humus aynı zamanda ülkenin kuzey–güney, doğu–batı hattının tam ortasında yer alıyordu. Petrolden tarıma, ilaçtan, yolcuya tüm nakliye araçları Humus’tan geçmek zorundaydı.
Humus’un bir başka önemi Bağdat–Beyrut hattı üzerindeki en önemli şehir olmasıydı. Yani önemi bölgesel mücadele (Şii–Sünni, ekonomik) göz önüne alındığında Suriye ile sınırlı değildi.
Humus’a hakim olunmasıyla birlikte bu hatlar kesilecekti. Bu da yönetime lojistik açıdan büyük darbe demekti. Bunun başarıldığı zamanlar da oldu.
Neden ‘devrimin başkenti’ Humus?
Humus’un belli bölümlerinden militanların çıkmasından sonra Batı basını Humus’tan ‘devrimin başkenti’ olarak bahsetti. Bu, tesadüf değildi. Yukarıda saydığımız hedefler ve bu hedeflere ulaşmak için yapılacak uygulamaların hazırlıkları olaylardan çok önce yapılmıştı. Batı’nın beklentileri isyancıların hayallerinin çok ötesindeydi derken bunu da kastettik.
Olaylardan çok önce Humus’ta Suudi Arabistan ile bağlantılı aşiretler ile anlaşmalar yapıldı. İsyana katılacağı düşünülen bölgelerde yaşayanlara (ileride harap olacağı bilindiği için!) evlerinin parası peşin ödendi.
El Cezire veya Batı’da eğitilen aktivistler, elektronik ordu ve ‘muhabirler’ Humus’a konuşlandırıldı, yüzlerce metre tünel kazıldı, belirli merkezlere (birkaç ay süreceği düşünülüyordu) uzun soluklu savaş için gıda depolandı ve tabii binlerce silah ve militan sağlandı.
Sıradan Suriyeli bir isyancı farkında değildi; ama Humus Batı için gerçekten de ‘isyanın başkentiydi.’ Bu nedenle Humus, Batı kaynaklı haberlerde ‘operasyon merkezi’ olarak değil de halk hareketinin (isyanın) merkezi olarak gösterildi.
Kuşkusuz yönetim de bunu biliyordu. Ya da Dera hareketlenmesinden sonra asıl noktanın Humus olduğunu kısa sürede öğrendi.
2012 başlarından itibaren de Humus’u ameliyat inceliğinde ele aldı ve bugünlere gelindi.
Önce Bab-ı Amr alındı (öncesinde Lübnan sınırındaki Tel Kelah’ı da saymak lazım). Bab-ı Amr’ın alınması muhalifler ve onları destekleyen ülkeler için büyük darbeydi. Çünkü buraya Lübnan–Tel Kelah, Kuseyr üzerinden hayati önemde militan ve lojistik geçişi sağlanıyordu.
İsyancılara ve onları destekleyen ülkelere ikinci büyük darbe Kuseyr’de vuruldu. Kuseyr’in alınması sadece militan ve lojistik geçişi açısından değil, bölgedeki en önemli güçlerden biri olan Hizbullah için de büyük önem taşıyordu ve Hizbullah bir şekilde Suriye’de süren küresel savaşın bir parçasıydı.
Geçtiğimiz aylarda ise Kalamun bölgesi alındı. Kuseyr’de sağlanan başarıya rağmen yönetim militan ve silah geçişini tamamen durduramamıştı. Kalamun bölgesinde sağlanan başarıdan sonra Humus’un ‘Eski Şehir’ bölgesinde yaklaşık 3 yıldan bu yana hakimiyetini ilan etmiş olan muhalifler için çember daraldı.
Eski Şehir bölgesindeki bütün militanlar ‘ya istiklal ya ölüm’ düşüncesinde değildi. Kimisi Suriye dışından gelmiş, kimisi aldığı maaş ile savaşan, kimisi ne için savaştığını bilmeyen, kimisi bir şekilde bulaştığı için savaşmaya devam etmek zorunda kalanlardı.
Elbette içlerinde sonuna kadar savaşma taraftarı olanlar da vardı. Ancak bunlar azınlıktaydı ve sonuçta ‘bırakıp çıkalım’ görüşünde olanlar kazandı.
Böylece isyancıların ve onları destekleyen ülkelerin Humus macerası –şimdilik- son buldu.
Her açıdan önemli bir kazanım
Humus’tan silahlı grupların çıkarılması Suriye’de bazı tartışmaları da beraberinde getirdi. Bu çerçevedeki ana görüşler şu şekilde özetlenebilir:
-Yönetim silahlı gruplar ile masaya oturduğuna göre ordu zayıflamıştır.
-Yönetim bu teröristleri öldürmek yerine neden bırakıyor. Bunların hepsinin yok edilmesi lazım.
-Esad güvenli seçim ortamı sağlayıp daha sonra silahlı gruplara kazık atacak
-Esad kendi geleceği için silahlı gruplara taviz verdi ve çıkmalarına izin verdi..
Diğer görüşlere göre ise yönetimin Suriye’de savaşan silahlı gruplara ve onları destekleyen ülkelere karşı psikolojik etkisi de olan bu ‘güvenli çıkış sağlama’ adımı ile ilgili kararının ardında çeşitli kazanım beklentileri var:
1) İsyanın başından bu yana siyasi diyalog öneren yönetim, Humus modeli ile tüm Suriye’de savaşan silahlı gruplara ‘size güvenli çıkış imkanı verebiliriz’ mesajı verdi.
2) Çıkışın sağlanması ile birlikte (pilot bölge) Humus güvenli bölge oldu. Böylece en önemli illerden birinde seçimler rahatlıkla gerçekleştirilebilecek, bu durum diğer illere örnek olabilecek.
3) Yönetim büyük şehirler başta olmak üzere güvenli bölgeler oluşturmuş olacak. Silahlı gruplar belli bölgelerde izole edilecek ve şehirler ile ilişkileri kesilecek.
4) Böylece ticari hayat başta olmak üzere hayat yavaş yavaş normale dönmeye başlayacak.
Bundan sonra ne olabilir?
Suriye’deki savaşı 4 ana cepheye ayırmak mümkün:
1) Lazkiye kırsalı, İdlib, Halep, Haseke illerini kapsayan Kuzey Cephesi.
2) Hama, Tartus, Humus ve güneyine doğru (Lübnan sınırı boyunca) tüm Kalamun bölgesini de kapsayan Batı Cephesi
3) Deyr ez-Zor ve Rakka’yı kapsayan Doğu Cephesi.
4) Şam kırsalı, Dera, Süveyda, Kuneytra illerini kapsayan Güney Cephesi.
Daha önceki yazılarımızda da değindiğimiz bu sınıflandırma içinde yönetim Batı cephesini tamamen kazanmış gibi görünüyor.
İsyanın Başında Tel Kelah, ardından Bab-ı Amr, daha sonra Kuseyr ve en sonunda Yabrud ile biten süreçte Kalamun ve nihayetinde Humus merkezde elde edilen başarılar bu cephede yönetime büyük üstünlük sağladı.
Şimdi konuşulan ordunun Kuzey ve Güney cephelerine yoğunlaşacağı ve ardından Deyr ez-Zor ve Rakka’ya yöneleceği.
Ordu içinde çatışmalar sürecinde efsanaleşen Dürzi General İsam Zahreddin’in Deyrezzor’a gönderilmesi yönetimin kısa gelecekte burayı geri almaya niyetli olduğunu gösteriyor.
Şam kırsalında ise çok geniş çaplı operasyon ve saldırılar yapılıyor. Özellikle Jobar taraflarında çok yoğun çatışmalar yaşanıyor.
Berze’de Humus öncesi anlaşma sağlayan yönetim Jobar için de girişimlerde bulunmuştu. Ancak Jobar’daki silahlı gruplar anlaşmaya yanaşmadılar ve şimdi ağır bombardıman altındalar.
Sonuç olarak Batı cephesi kazanıldı ve yönetim bu kazanımla birlikte Suriye’nin büyük bölümünü hakimiyeti altına aldı.
“Halep’te, Rakka’da, Haseke’de, Deyr ez-Zor’da, Dera’da çatışmalar sürerken nasıl oluyor da yönetim Suriye’nin büyük bölümüne hakim olabiliyor?” sorusu sorulabilir. Cevap için demografik yapıya bakmak lazım:
Daha önceki yazımızda belirttiğimiz gibi 23 milyonluk ülke nüfusunun yaklaşık 16 milyonu yönetimin hakim olduğu bölgelerde yaşıyor. Geri kalan 7 milyonun 2 milyonu ülke dışında, kalan 5 milyon zorunlu olarak silahlı grupların hakim olduğu yerlerde ve bunların çoğu (yönetim yanlısı olmasa da) yönetimi silahlı gruplara tercih ediyor.
Esad mücadeleyi kazanıyor mu?
Şam caddelerini süsleyen seçim propagandaları afişlerinin birinde şöyle bir ifade var: Dünyanın gücü Esad’ı değiştirmeye yetmeyecek, Esad dünyayı değiştirecek.
Yandaşlarının Esad’a bu güzellemesi elbette abartı içeriyor. Ancak Suriye’de devam eden savaşın küresel mücadele boyutunu göz önüne alırsak şu ana kadar gerçekten de Esad’ı değiştirmeye dünyanın gücü yetmedi.
Esad; olağanın çok dışında bir durum olmadığı sürece bundan önce olduğu gibi bundan sonra da kendi ajandasını uygulamayı sürdürecektir.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oyunu Humus ya da Halep’te kullanırsa şaşırmamak lazım.
‘Tutunamayan’ muhalifler
Muhalif olarak adlandırılan silahlı grupların birçok yerde ilan ettikleri zaferlerden sonra bu yerlerde tutunamamalarının ana sebebi, halk nezdinde taban bulamamaları.
Devrim yapay sebep ve yöntemler ile olmuyor. Eğer gerçekten devrime susamış bir halk olsaydı kuşkusuz önünde kimse duramazdı. Ancak muhaliflerin hakim olduğu yerlerde sesini çıkaramayan ya da militanları alkışlayan halk (çoğu) devrim değil ‘eski hayatını’ istiyor.
Diğer yandan Suriye’de yönetime karşı savaştığını / mücadele ettiğini öne sürenlerin profillerine bakıldığı zaman ‘muhalif’ olarak adlandırılmaları gerçeği ne kadar yansıtır?
Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) projesi bir grup subayın ordudan ayrılması, ordu içinde bölünme yaratılması, halk içinde oluşturulacak küçük grupların bu oluşuma eklemlenmesi ve ardından Suriye ordusuna karşı savaşacak bir ordunun oluşturulması ve böylece yönetime karşı Yemen–Mısır karışımı bir mücadelenin yürütülmesi aşamalarını içeriyordu.
Planın ilk aşamaları gerçekleştirildi, bazı subaylar ayrıldı, birçok merkezde kendilerine “Özgür Suriye Ordusu” adını veren küçük silahlı gruplar oluştu.
Ancak bir sorun vardı: Özgür Suriye Ordusu komutansızdı. Bunun sebebi bu ‘ordu’nun yapay olması. ‘Ordunun komutanları’ Türkiye’den, halkla ilişkiler kanadı ise Türkiye ve Katar başta olmak üzere dolaştıkları ülkelerden içerideki hareketi yönettikleri iddiasındaydılar.
Bir başka ülkeden savaş yöneten komutan örneği sanırız ilk kez ÖSO ile birlikte literatüre girdi. Ülkenin yüzde 70’i kendi kontrollerindeydi, halkın yüzde 70’i kendilerini destekliyordu, Esad kaçacak delik arıyordu; ama ÖSO’nun komutanları da Ulusal Koalisyon’un temsilcileri de nedense mücadeleyi sahada yürütmek ve en önde yürümek yerine lüks otellerde lobi yapıyorlardı.
El Nusra’nın Beyaz Saray’da Obama tarafından ağırlanarak ‘onurlanan’ Carba’ya ’75 milyon dolar çaldı’ suçlamasını yöneltmesi, birkaç gün önce ‘savunma bakanı’nın istifa etmesi, “İsrail’e Golan’ı veririz” jesti gibi gelişmeler durumu gösteren örneklerden bazıları.
Başlangıçta ve devamında bu gibi örnekler ve başarısızlıkların sonucu; Özgür ordunun yetersizliği, ardından Batı’nın yeni çare arayışları içinde Suriye’ye binlerce militanı sokması ve en sonunda OSO’nun etkisiz hale gelmesi oldu.
Şimdilerde ÖSO elbette birtakım yerlerde var. Ve aslında yönetime karşı savaşan gruplar arasında halka en yakın olanı.
Ancak savaş çoktan ÖSO–ordu savaşı olmaktan çıktı. İpleri eline alan el-Kaide uzantılı örgütler ise halk için değil kendileri için savaşıyor.
Bu (El Kaide uzantılı) örgütler Suriye coğrafyasına (insanına) çok yabancılar. Suriye coğrafyası binlerce yılın getirdiği birikimiyle bu grupları ve tekfirci düşüncelerini kabullenemedi. Sanırız Batı’nın en büyük stratejik hatası da bu oldu. Suriye’deki bütün Sünnileri Vahhabi – Selefi – Müslüman Kardeşler sempatizanı sandılar.
Oysa durum hiç de öyle değildi ve ilk anda sersemleyen halk yavaş yavaş dönmeye başladı.
Şimdi artık bir muhalefet değil sadece dışarıdan Suriye halkı adına konuştuğunu iddia eden Beyaz Saray muhalifleri ya da içeride İslami emirlik kurmaya Çeçenler, Afganlar, Suudi Arabistanlılar var.
Her şey bitmiş değil
Esad çok akıllı yürüttüğü bu karmaşık savaştan karlı çıkmasını bildi. 3 yılı aşkın bir sürenin sonunda koltukta oturmasının yanı sıra yeniden cumhurbaşkanlığına aday oldu.
Şimdiki planı yıl sonuna kadar içerideki askeri mücadeleyi bitirmek ve ardından Suriye’nin yeniden yapılandırılmasını sağlamak.
Suriye ne kadar yenilenecek, eski düzen (yolsuzluk, anti demokratik birtakım uygulamalar) ne kadar değişecek belli değil. Ancak şimdilik halkın en azından seçilmesine yetecek kadarki kısmının Esad’ı gerçekten istediği ortada.
Son olarak: geçtiğimiz günlerde El Alem kanalının internet sitesinde yer alan bir haber Batı’nın kolay kolay pes etmeyeceğini gösteriyor.[2]
ABD kuvvetlerinin öncülüğünde yapılan askeri tatbikatın anlatıldığı haberde dikkat çekici bir ayrıntı var.
Tatbikatın bir kısmında komandolar helikopterler eşliğinde bir eve hava indirme yapıyor. Esad, Bin Ladin benzeri bir operasyon için hazır beklemiyor elbette. Ancak Obama’nın, Carter’ın 1980’de İran’da kalkıştığı maceranın benzerine kalkışmayacağının garantisi yok.
Diğer yandan kimyasal türküsü Batı listelerinde halen üst sıralardaki yerini koruyor.
İsrail uçakları ise Golan üzerinde gövde gösterisi yapıyorlar, Suudi Arabistan yeni birlikler oluşturmaya çalışıyor.
Batı’nın Suriye’deki savaştan çekileceğini düşünmek için henüz çok erken. Bu durumda savaş çeşitli şekillerde sürecek demektir.