Antoine MANESIS 9 Ocak 2014 Sosyal demokrasi bir kavramdır ve birden çok anlamı olan politik bir gerçekliktir. Gerçekten de bir politik akımı tanımlarken kelimenin anlamı aynı akımın evrimi ile birlikte değişir. Marksizm’in babaları Marx ve Engels tarafından kurulan sosyal demokrasi (S-D) devrimci hareketin örgütlü biçimi oldu. Sosyal demokrasinin içinde reformist akımlar olmasına rağmen bunu kaydedelim. Marx’ın kendisi sosyal demokrasinin doğuşunu şöyle betimler: “işçiler ve küçük burjuvalar arasında bir koalisyon […] proletaryanın sosyal taleplerinden devrimci uçları kaldırdı ve […] onlara demokratik bir nitelik verdi. Küçük burjuvazinin demokratik taleplerinin salt politik biçimleri çıkartıldı ve sosyalist uçları yeniden ortaya kondu. Böylece sosyal demokrasi oluşturuldu.” Marx Avrupa’nın en büyük sosyal demokrat partisi Almanya’da büyüyecek. 1875’de alman sosyalist hareketleri Gotha Kongresi’nde birleşti. SDAP’ın (Bebel ve Liebknecht’in Sosyal Demokrat İşçi Partisi) ADAV’ı (Lassalle’in Alman Emekçilerin Genel Derneği) içine alması sürecinde kabul edilen program, marksist ilhamlı ancak Lassalle’in fikirlerine geniş yer veren bir uzlaşma metnidir. Marx ve Engels sosyal demokrat parti ile ilişkilerini kesmemişler ancak onlara oportünist ve bilim karşıtı görünen bu programdan hoşnut olmamışlardır. Marx bu fırsatla Gotha programına eleştiri kaleme alır ve proletarya diktatörlüğü kavramını irdeler. 1890 yılında SPD (Almanya sosyal demokrat partisi) kendini tanımlayan ismini alır. Sosyal demokrasi öyleyse, işçi hareketinin politik birleşik bir ifadesini oluşturmak için sosyalist politik parti ve sendikalar tarafından kurulan dar bir birleşim olarak tanımlanır. Reformizm ile devrim arasındaki mücadele sosyal demokrasi içinde hiç bitmedi. XIX. yüzyılın sonunda Engels’in vasiyetinin uygulayıcılarından biri olan Edouard Bernstein, kapitalizmin çökmediğini tam tersine daha da sağlamlaştığını fark ederek 1896 ile 1898 yılları arasında toplumun sosyalist dönüşümünün var olan ekonomik ve politik kurumların genişlemesi ve tamamlanması ile mümkün olabileceği tezini savunan bir dizi makale yayınlamıştır. Devlet kendisini halka mal ederek ve tüm yurttaşlara tanınan oy hakkını kabul ederek demokratikleşmenin bir aracı haline gelir: o halde artık kazanacak değil ancak “özgürleştirilecek” bir sınıf içeriği vardır. Bernstein’a göre sosyal demokrasi, demokratik ve geniş bir halkçı parti olabilmesi için devrimi göklere çıkarmak yerine daha büyük bir sosyal adaleti hedefleyen basit reformlar önererek proletarya partisi olarak kendisini düşünmekten vazgeçmelidir. Bu tezlerle Kaustsky ve Bebel gibi Engels’in diğer mirasçıları olan “ortodoks” Marksistler mücadele etti. Bebel şöyle der: “Hiçbir zaman hoş görmeyeceğim sosyal demokrasinin bel kemiğinin kırılması, esasının değiştirilmesi: sağlam temele dayanmayan bir taktik ve pratik denilen özel amaçların ardından koşma ile devlet iktidarına ve mülk sahibi sınıflara karşı sınıf savaşımı”. Bernstein’ın eğilimi 1899’da azınlıkta kaldı; buna rağmen partiden dışlanmadı ve partide önemli bir rol oynamaya devam etti. Bunun yanı sıra “devrimci” çizginin korunmasını öven Kautsky’nin çizgisi ağır bastıysa devrim kavramı konusunda küçük bir ayrımı olduğunu gösterir. Kautsky gerçekten de oradan toplumun kökten bir değişimini seziyor ama şiddetli olmayan bir biçimde çoğunluğun dolambaçlı bir yol izlemesiyle bunun mümkün olabileceğini öngörüyordu. Sosyal demokrasi Avusturya-Macaristan’a, İskandinavya’ya, Büyük Britanya’ya yayılıyordu. İsveç sosyal demokrasi hareketi devrimin tüm fikirlerini dışlayarak Marksist gelenekten kendisini ayırıyordu; marksizmin hiçbir zaman uzun süre tutunamadığı Büyük Britanya’da Trade Union Congress içinde üye işçi hareketi hızlıca sosyal barışın partizan reformizmine doğru evriliyordu. Rusya’da buna karşılık sosyal demokrat işçi partisi (POSDR) hemen yasa dışılığa itildi ve üyelerinin büyük bir kısmı sürgüne gönderildi. Baskıcı politik iktidarın karşısında olan Rus sosyal demokratlar devrimci bir perspektifte duruyorlardı. POSDR, hızlıca Bolşevikler (Çoğunlukta olanlar) ile Menşevikler (Azınlıkta olanlar) arasında bir bölünmeye tanık oldu. Birinci Dünya Savaşı ile birlikte sosyal demokrasinin patlaması… Sosyal demokrasinin patlaması Birinci Dünya savaşında görüldü. Giderek daha reformist olan Avrupa sosyal demokrasisi ve daha geniş haliyle sosyalist hareket derinden bölündü. Sosyalist partiler hükümetin karşılıklı savaşa ilişkin anlaşmalarını destekleyerek hatta bu bağlamda iktidara katılarak kendi çoğunlukları içinde “Gizli Birlik” politikasına ortak oldular. Sosyalistler ve barışçıl sosyal demokratlar azınlıktaydılar. Özellikle Lenin tarafından temsil edilen başka bir eğilim de sosyalist partileri kendi hükümetlerinin yenilgisini, proleter devrime götürecek olan çatışmayı kutlamaya vardıracak olan “devrimci bozgunculuğu” övüyordu. Her ne kadar Lenin’in çizgisi azınlıkta olsa da kanlı çatışmalar sürdüğü müddetçe savaş karşıtlığı destek kazandı: alman sosyal demokratlar bölündüler ve barışçılları dışarıda bırakarak, içinde devrimcilerin özerk bir eğilimi olan Spartaküs Çizgisi’nin olduğu Almanya Bağımsız Sosyal Demokrat Partisini (USPD) kurdular. …Ekim Devrimi kartların dağılımını değiştiriyor 1917 Ekim Devrimi uluslar arası işçi hareketi içindeki kartların dağılımını tamamen değiştirdi ve devrimci ve reformist olan iki akım arasındaki kırılma III. Komünist Enternasyonel’in kuruluşu ile derinleşti. Eski sosyal demokrat partiler ya azınlık ya da çoğunluk şeklinde Komünist Enternasyonel’e katılmayı tercih ettiler. Reformizmden sembolik olarak kopmak için isim değiştirmeyi ve kendilerini komünist olarak adlandırmayı seçtiler. Reformist akım II.Enternasyonel’de kaldı ve sosyal demokrat partiler bu akımı sürdürdü. Avrupa’da ve özellikle de Almanya’da kopuş dramatik bir biçimde oldu; çünkü Almanya Sosyal Demokrat Partisi Spartaküs çizgisindeki komünistlere karşı, karşı-devrimci hareketi yönetti ve komünistlerin baskılanmasına ve ezilmesine son derece katkıda bulundu. Hatta öyle ki Roza Luxembourg ve Karl Liebknecht Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin emri ile öldürüldüler. Sosyalizm: reformist parti mi komünist parti mi? Bundan böyle her ülkede iki parti sosyalizmi anlatacaktı: reformist bir parti ve komünist bir parti. Hiç kuşku yok ki her ülkedeki kırılma, Almanya’da olduğu kadar uç koşullarda olmuyordu ve iki akım arasındaki ilişkiler her yerde birbirine benzemiyordu. Üstelik komünistlerle sosyal demokratlar arasındaki bölünmenin, kopuşun oluştuğu bu durum, III.Enterasyonel’e kabulün 21 koşuluna rağmen, sosyal demokrat pratiği oluşturucu unsurların bazı komünist partilerin içinde varlığını sürdürdüğü ve bazı sosyalist partilerin, en azından teorik olarak, proletarya diktatörlüğü için mücadele etmeyi ileri süren SFIO (İşçi Enternasyoneli’nin Fransız Kolu) gibi Marksist devrimci kavramlara başvurmaya devam ettiğini gösterir. 1917 Ekim’inden sonra devrim ve reformizm arasındaki kopuş hala çaresizdi. İki akım arasındaki ilişkinin sertleşmesi safhası birinci dünya savaşının sonuna kadar sürecekti. Diğer yandan Bolşevik partinin hakim olduğu komünist enternasyonelin etkisi altında, Enternasyonel’in kollarının bolşevikleşmesini dayatan komünist partinin devrimci karakterini doğrulamak söz konusuydu. Diğer yandan II. Enterasyonal’in üyeleri açısından “eski evin” korunmasını haklı göstermek için komünistlere şiddetle karşı çıkmaları söz konusuydu. Ve iki taraf birbirlerine karşı çıkarak kendilerini ifade ediyorlardı. Almanya’da KPD (Almanya Komünist Partisi), SPD’nin baş düşmanı haline geldi ve Fransa’da Aragon bunu, “sosyal demokrasinin bilmiş ayılarının üzerine ateş” diye ifade etti. 30’lu yıllar, Komünist Enternasyonal ve faşizme karşı mücadele Komünist Enternasyonal sonuçlarını 1933’de nazizme karşı Alman işçi hareketinin yenilgisinden çıkardı ve VII. Kongresi süresince genel sekreteri Georges Dimitrov’un himayesinde bir dönüm noktası gerçekleştirdi. Fransız partisi tarafından göklere çıkarılan Halkçı Cephe çizgisi benimsendi. Sosyal Demokratlara gelince, onlar pek çok ülkede antifaşist eylem birliğinin yayılmasını engelleyen sekter, antikomünist tutumlarını sürdürdüler. Fransa, İspanya gibi diğer ülkelerdeyse Halkçı Cephe, kendisini oluşturabildi ve faşizmin yolunu kesmeye girişebildi. Komünist Enternasyonal’in bu stratejisi sosyal kazanımların ve işçi ve köylü sınıfları tarafından edinilen deneyimin de ötesinde İkinci Dünya Savaşı süresince Direnişin, Fransa’da CNR (Direnişin Ulusal Konseyi), Yunanistan’da PEEA (Ulusal Özgürleşmenin Siyasi Komitesi) veya İtalya’da Ulusal Özgürleşme Komitesi gibi cephelerde ortaya konacak stratejinin ne olacağının temellerini atıyordu. Komünist partilere kitle partileri ve ulusal partiler, Gramsci’nin ifadesiyle “ulusal-halkçı” partiler olmalarına olanak sağlıyordu. Esas düşmanla mücadele etmek ve onu yalıtmak Komünist Enternasyonal’in VII. Kongresinin çizgisi olan tek cephe Leninist stratejinin uyarlanması hem komünistlerin yalıtılmasına karşı hem de sosyal demokrasi ile blok, cephe, ittifak halindeyken bile dahil olmak üzere oportünizme ve reformizme karşı mücadele etmeyi hedefler; çünkü bölünme ve yol açtığı eylemsizlik hali ile mücadele etmek aynı zamanda sosyal demokrasi ile mücadele etmektir. Leninizmin en önemli derslerinden biri “geçici, kararsız, şartlı, pek sağlam olmayan, az güvenilir bir müttefik” ile dahil olmak üzere esas düşman ile mücadele etmek ve onu yalıtmaktır (Lenin, Komünizmin Çocukluk Hastalığı). Tek cepheden vazgeçmek sosyal demokrasi ve reformizm önünde teslim olmaktır. Tabiî ki bu politika, komünistlerin özerkliklerini, bağımsızlıklarını ve tam özgürlüklerini korudukları anlamına geliyor çünkü “sosyal demokrasi köküne kadar bir burjuva partisidir” (Lenin, age). Tek cephe, sınıflar savaşının devamıdır ki buna, “kitlelerin politik deneyimi” nin devrimin yararına reformizmi dışlaması için sosyal demokratlarla yapılan taktik anlaşmaları da dahildir. Önemli olan Cephe’nin kitleleri harekete geçirmeye hizmet ettiği ve komünistlerin cephede öncü rol oynamalarıdır. Kısacası Lenin’in dediği gibi, “Ekim devriminden önce veya sonra tüm Bolşevizm tarihi dolambaçlı yollara başvurma ve burjuva partileri dahil öteki partilerle anlaşma ve uzlaşma örnekleri ile doludur!”. Sınıfa karşı sınıf veya halkçı cephe Faşist tehdidin, İtalya ve özellikle de 1933 yılındaki Almanya zaferi Komünist Enternasyonal’deki dengeleri sarstı. Gerçekten de Enternasyonal’in kahraman, mücadeleci ve güçlü “sınıfa karşı sınıf” çizgisinin ve 250.000’den fazla üyesi bulunan komünist parti KPD’nin somut sonucu korkunç bir yenilgi ve bir çıkmaz yarattı. Kuşkusuz, sosyal demokratların en az zarar adına yaptıkları Hindenburg oylamasında spartakist devrimine karşı zorla bastırmanın sorumluluğu ağır oldu. Komünistlere ve tüm eylem birlikteliği perspektifine karşı saldırgan düşmanlığı SPD’yi, tartışmasız nazizmin hazırlayıcısı haline getirdi. Geriye “faşist ağaç sosyal faşist ormanı saklamamalı” ifadesinin bu durumu tanımlamaya yeterli olmadığını söylemek kalıyor. Ağaç işçi hareketinin üzerine yıkıldığı zaman çoğu, ormanın artık olmamasına üzülürler. Komünist Enternasyonal’i VII. Kongrede halkçı cephenin stratejisi olarak seçtiren de bu yargıydı. Bu strateji çeşitli biçimlerde reddedilebilir ancak temelde doğrudur: mümkün olan tüm güçleri işçi sınıfının etrafında toplayarak esas düşmanı yalıtmak. Esas düşmana göre, özel tarihsel koşullara göre Cephe’nin çeperi, taktiği, öze veya duruma bağlı farklılaşan müttefikleri değişir ancak strateji değişmez. Hatırlayalım, Troçkizm bu stratejiyi kavramakta yetersiz kaldı, halkçı cepheyi burjuvazi ile gizli bir uzlaşı ve karşı devrimci bir strateji olarak yargıladı. Bugün sosyal demokrasi Reformizm ve sosyal demokrasi halkçı cepheden beri değişimler yaşadı: işçi temeli dağıldı, sosyal demokrat yöneticiler ile büyük burjuvazi arasındaki etkileşim güçlendi. SSCB, sosyalist kamp, ulusal özgürleşme hareketi ve devrimci işçi hareketi, özellikle de komünist partiler ve kapitalizm arasındaki güçlerin ilişkisinden faydalanarak sosyal demokrasi “koruyucu devlet” ile yani “Otuz parlak yıl”[i] boyunca kapitalizme benimsetilen uzlaşı ile kendini özdeşleştirmeye çalıştı. Bunu, Lenin’in daha önce işaret ettiği “reformlar her zaman devrimci eylemin sonucudur” gerçeğini unutturmaya çalışarak yaptı, sermayenin iyi niyeti ile değil. Böylece Fransa’da Direnişin Ulusal Konseyi (CNR)’nin programı ve komünist bakanlar tarafından Liberation’da seferber edilen reformlar SSCB’nin, Komünist Parti’nin (PC) etkisi, güçlerin ilişkisinin sonucudur, sosyal demokrat reformizmin değil. Bu durum SSCB’nin düşüşünden ve birçok komünist partinin fırsatçı ve reformist dönüşümünden bu yana sosyal demokrasinin günümüz “krizi”ni ve kapitalizme bir alternatif hatta kapitalizmin “insanileşmesi” yönünde bir öneri sunma yetersizliğini açıklıyor. Sosyal demokrasinin politik güçsüzlüğü ve gerici, zararlı rolü giderek daha açık bir biçimde görünüyor. Bundan başka, sosyal demokrasinin politik ve sosyolojik evrimi, sosyal demokrat partilerle reformizmin niteliklerini ayırt etme üzerine sorular sormak anlamına geliyor. Sonuçta bugün sosyal demokrasi adını nereden alıyor? Elbette, 1914’den beri sosyal demokrasi, işçi sıralarındaki burjuvazidir. Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi özellikle devrimci akım ile birlikte sınıf yapısı bu politik akımın evrimleşmesine, güç ilişkilerine ve durumlarına tabi olarak hareket etmesine engel olmuyor. Sosyal demokrasi ile birlikte komünistler denediler, bazen başarısız oldular (İskandinavya ülkelerinde) ve bazen antifaşist cepheleri 1930’lu yıllarda oluşturmayı başardılar (Fransa’da, İspanya’da, Şili’de). Komünistler için ne daha az kötünün politikası ne de en kötünün politikası vardır. Olasılıkların, somut şu veya bu durumun neden olduğu karşıtlıkların ve kitleleri harekete geçirmek, kendi içlerinde kırmızıçizgiyi, tutarlılığın ve etkililiğin çizgisini, sınıf çizgisini savunmak için eylemin analizi vardır. Sonra, komünistler düşmanlarını seçerler: tüm burjuva güçler arasında soyut bir denklik işareti koymak saçma ve sorumsuzca olurdu. Şili’nin sosyal demokrat başkanı Bachelet, General Pinochet’ye denk değil. Kapitalizm birinden diğerine hüküm sürse de işçi sınıfının mücadelesinin koşulları ve hatta sosyalizmin geleceği açısından biriyle diğeri arasındaki farklılıkları göz önünde bulundurmamak sınıfın, halkın ve ülkenin çıkarları açısından bir cinayettir. Sağın solu, sosyal demokrasi ve sosyal liberalizm Sosyal demokrasi giderek bir çeşit sosyal liberalizme dönüştü. Sosyal liberalizm, sınıflar mücadelesini yadsıyarak ve sosyal ilişkileri yatıştırarak bazen etkili bir sendikacılık ile ama açıkça ve temel olarak sınıf işbirliğinin sayesinde halkın desteğine tutunmuştu. Düzene konmuş bir kapitalizm, az veya çok varlığını sürdüren bir koruyucu devlet, halk katmanlarına gelirlerin yeniden kısmi dağılımı, işverenlere güvence veren “ılımlı” ücret politikası (gerekten de ekonomik konjonktüre göre değişen) bazı sosyal iyileştirilmelerle süslenmiş ancak sonuçta oldukça klasik olan liberal ekonomik bir pratik: işte uzun süreçte sosyal demokrasi pratiği bu. Ancak burada hala bu veya şu ülkenin, bu veya şu güçler ilişkisinin özel durumları göz önünde bulundurulamaz. Böylece İşçi Enternasyonali’nin Fransız Kolu (SFIO) ve İtalyan Komünist Partisi, Sosyalist İşçi Enternasyonali’nin içindeki halkçı cephe ile mücadele etmekte kararlı olan kuzey ülkelerin sosyal demokrat partilerine karşı komünistler tarafından önerilen halkçı cephe çizgisini destekliyorlar. Sosyal demokrasi ve ulus sorunu etrafındaki bölünme Önemli bir noktanın altının çizilmesi gerekiyor. 1920’lerde sosyal demokrasi komünistler tarafından ulus sorununun küçümsenmesi ile bir şekilde desteklenmiş oldu. Gerçekten de ulusa, ulusal değerlere başvurmak sosyal demokrasiye, sosyal demokrasinin sosyal şovenizmi ve özellikle de onun Birinci Dünya Savaşındaki ölümcül sonuçları ile örselenmiş komünistlerden ayrılmasına olanak tanıdı. Burada hala halk cephesinin politikası komünist partilere kendi ilerici ulusal miraslarını yapmalarına, ulusa dahil olmalarına, ulusal duygunun gücü ile hareket etmelerine ve bu duyguyu sosyal mücadele ile sinerjiye çevirmelerine imkan veriyordu: bu durum, komünist partilerin bir kısmının sekterizmden kitle partilerine geçmelerini sağladı. Bununla birlikte sosyal demokrasinin sosyolojik evrimi: bu politik akım hala işçi sınıfını bazı ülkelerde, özellikle de komünist partinin var olmadığı veya reformist olduğu yerlerde, kendisine doğru çekse de giderek daha fazla ideolojik olarak içerdikleri ile birlikte ortalama burjuvazinin temsilcisi haline geldi. Ne var ki, sosyal demokrasinin kitle tabanı klasik sağın kitle tabanı değil, bu da komünistlerin stratejilerinde göz önünde bulundurabildikleri tek şeydir. Nihayet şunun altını çizelim, sosyal demokrasinin tarihsel akımı içinde sosyal demokrasinin sol kanadından ve oportünist ve reformist partilere dönüşmüş komünist partilerin sağ kanadından çıkmış reformist partilerdeki neo-reformizmi dahil etmek zorundayız. Tarihleri, militanları, komünistlere, reformistten çok liberale dönüşmüş eski sosyal demokrasi ile birlikte olduğundan daha farklı olarak onlarla hareket etmelerini sağladı. Sosyal liberal bu evrim sosyal demokrasinin politik alanının daralmasına neden oldu, ve politik alanda giderek daha sağa kayan duruşuna. Keynesçilik artık sermaye için gündemde değil, çünkü hiçbir şey onu buna zorlamıyor. Buna karşılık kapitalizmin çelişkileri her zaman toplum ve kapitalizm için çalışır, devrim korkusundan kurtulmuş olarak uygarlaşmaya ilişkin bir gerilemeden söz edebileceğimiz yoğunlukta bir sosyal gerileme politikasına girişir. Kapitalizmin “yok edici” yüzü (G.Gastaud, Mondialisation capitaliste et projet communiste le temps des cerises, 1997) ve onun emperyalist aşaması tüm gudubet korkunçluğu içinde çevresel olduğu kadar sosyal konuda da ortaya çıkıyor. Üstelik yeni kapitalist küreselleşme büyük sermaye için kendi egemenliğinde potansiyel direniş kutupları oluşturan ulus-devletlerin yıkımı anlamına geliyor, çünkü ulusal alan işçi sınıfının eylem ve örgütlenme alanıdır. Hesap edilemeyen şey, tam tersine, proleter enternasyonalist bir işbirliğinin gerekliliğidir. Sosyalizmi kurmak için hangi yol? Her etkinin eşit yoğunluktaki ama ters yönde bir tepkiye karşılık geldiği Newton’ın etki ve tepki prensibi fiziksel ama aynı zamanda politiktir. Böylece işçi sınıflarına, halk kitlelerine ve onların vatanlarına karşı uygulanan kapitalist etkinin şiddeti, sermayenin politikasına tepki olarak halkçı ve yurtsever cephe stratejisine maddi bir dayanak sunuyor. Çünkü bu, durumun materyalist analizinden yararlanmak isteyenler için, dogmaya saplanmış, adı olmayan masa başı teorik marksizme başvurmaktansa eylem için rehber olan yaratıcı Marksizme[ii] kararlı bir şekilde dayanmayı bilen somut durumun somut analizidir. Açıkça görünen o ki komünistleri birleştirmek -Uluslar arası Komünist Hareketin buharlaşmış olduğu bir çağda-, yurtseverleri birleştirmek -yani İrlandalı Marksist James Connolly’yi açımlamak gerekirse “emek davası vatan davasıdır ve vatan davası emek davasıdır” diye düşünenler için- antifaşistleri birleştirmeye -burjuva devletlerin ve AB’nin faşistleştiği bir zamanda- günümüzde devrimci yanıttır. Sosyal demokrasi, reformizm bu strateji ile tamamen karşıtlık içindedir: komünizmin ve komünistlerin suçlu hale getirilmesini överler ve desteklerler, büyük sermaye tarafından istenen ve zorlanan küresel düzeyde veya Avrupa’da AB gibi bölgesel düzeyde hükümetler üstü kümelenmeler içinde kendi çıkarı için uluslar olgusunun dağılmasını överler. Nihayet faşistleşmeyi inkar ederler ve “soldan” tavırların ötesinde bir miktar dogmatik, nihilist ve ulusal solculuk katarak komünizm ve yurtseverlik karşıtlığı ile faşistleşmeyi kolaylaştırırlar. Oportünizm ve dogmatizm işçi ve halk hareketinin güçsüzleşmesine ve yalnızlaşmasına yol açsa da, Marksizm ve Leninizm kitleleri somut deneyimleri ve bilinçleri düzeyinde birleşmelerine ve politik bir çıkışı olan ve anında bir bakış açısı sunan politik bir dinamik içinde onları harekete geçirmeye olanak tanır. Antoine Manessis Fransızcadan çeviren: Seçkin Kazak Bardakçı [1] “Otuz Parlak Yıl” : “Trente Glorieuses” 1945’den sonrayı takip eden otuz yıl anlamındadır. (Ç.N.) [1] Pratikte “teorik Marksizm ve yaratıcı Marksizm vardır. Ben ikincisine dayanıyorum” dememek gerekir |