Wednesday, February 12, 2014

Avrupa’da faşizmin yeniden doğuşu ve Ukrayna





Eric Draitser

Ukrayna sokaklarında yaşanan şiddet olayları, bir halkın başındaki yönetime karşı öfkesinin haykırmasının çok daha ötesinde bir sosyal durumdur. Ukrayna’daki bu sosyal öfke, Alman Nasyonal Sosyalistlerin Üçüncü İmparatorluk dedikleri yönetiminin (Nazi Almanyası,1933-1945) iktidardan düşmesine kadar olan dönemde Avrupa’nın tanık olduğu faşizmin en sinsi formuyla yükselişe geçmek üzere şahlanışının en son örneğidir.
Ukrayna’daki siyasi muhalefet ve destekçileri tarafında son aylarda düzenli olarak protesto eylemleri düzenlendi. Görünüşe göre bu eylemler, Ukrayna Cumhurbaşkanı Viktor Yanukovich’in Avrupa Birliği (AB) ile ticaret anlaşmasını imzalamayı kabul etmemesini protesto eylemleridir. Birçok siyasi analist ticaret anlaşmasını Ukrayna’nın Avrupa ile entegrasyonu yönünde ilk adım olarak değerlendirdi. Protesto eylemleri, eli sopalı, beli silahlı,  bomba taşıyan göstericilerin sert bir şekilde polise saldırının, resmi binalara hücum etmenin, hükümet yanlısı bir sempatiyi dile getirenleri tartaklamanın olduğu ve genel olarak Başkent Kiev sokaklarında tozun dumana katıldığı 17 Ocak gününe kadar büyük ölçüde sakin seyrediyordu. Peki, şiddet yanlısı bu aşırı uçtakiler kimlerdir? Nasıl bir ideolojileri var?
Siyasi bileşenleri: Özgürlük Partisi, Vatansever Ukraynalılar, Ukrayna Ulusal Meclisi, Ukrayna Ulusal Savunması ve Trizub’dan oluşan sağ kanadı meydana getiren belirli sayıda aşırı milliyetçi gruplar olarak biliniyorlar. Bütün bu organizasyonlar, diğer konularının yanı sıra, radikal bir şekilde Rusya karşıtı, göçmen karşıtı ve Yahudi karşıtı ortak bir ideolojiyi paylaşıyorlar. Ayrıca, Sovyetler Birliğine karşı aktif olarak savaşan, İkinci Dünya Savaşı sırasında bazı vahşet olaylarına karışan, Nazi işbirlikçisi, kötü bir siyasi şöhret sahibi cephe olan, başında Stepan Bandera’nın bulunduğu, “Ukrayna Milliyetçileri Organizasyonu” ortak duygusunu paylaşıyorlar.
Ülke sokaklarında farklı bir savaş yürütüldüğünden dolayı, hükümet ya da muhalefet sıralarında olsun, Ukrayna siyasal güçlerini oluşturan taraflar görüşmelerde bulunmaya devam ediyorlar. Çağdaş bir siyasal hareketin tercih edebileceği giyim tarzından daha ziyade, Hitlerin kahverengi üniformasını (Nazi askeri forması) veya Mussolini’nin kara gömleğini (faşist İtalya forması) giyenlerin uyguladıkları kaba kuvvet ve sindirme hareketine başvuran bu gruplar, Ukrayna’yı bu kadar sevdiklerini iddia eden bu sözde “milliyetçiler”, Ukrayna ekonomik politikasını çatışma zemini haline,  ülkenin yükümlü bulunduğu siyasi konularını da ulusça hayatta kalmak üzere var olma mücadelesi haline dönüştürmede başarılı oldular. Yangın yeri haline gelen Kiev görüntüleri, canilerle dolu Lviv sokakları, hüküm süren kaosun ürperti verici diğer örnekleri, Maidan (Kiev’de merkezi bir meydan ve protestoların yapıldığı alan) muhalefetiyle görüşme yapılması ihtiyacı artık esas konuyu teşkil etmediği yönünde herhangi bir kuşku gölgesi olmasının ötesinde bir durumu gösteriyor.
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) kendi cephesinde, siyasi karakterini dikkate almaksızın, muhalefetin yanında yer aldı. Aralık ayının ilk başlarında, ABD’deki müesses nizamının yönetici sınıf mensupları John McCain ve Victoria Nuland gibi figürler protestolara katılan Ukraynalılara desteklerini vermek anlamında Maidan’da boy gösterdiler. Ancak, Ukrayna muhalefetinin karakteri son gönderlerde daha da görünür hale geldikçe, ABD ve Batılı yönetici sınıflar ve onların hizmetindeki medya kuruluşları aygıtı, Ukrayna’daki bu faşist şahlanışı kınama anlamında kayda değer bir adım atmadı. Aksine, Batı medya aygıtı temsilcileri Ukrayna’daki sağ kanat siyasetin temsilcileri ile temasa geçerek, onların Ukrayna’nın geleceği için “tehdit unsuru” olmadıklarını dile getirdiler. Başka bir deyişle, ABD ve müttefik güçleri protesto olaylarının Ukrayna’da devam etmesini ve rejimin değişmesi şeklinde olan nihai hedeflerine ulaşmaları uğruna, şiddet olaylarının ülke çapına yayılmasını zımnen onayladılar.
ABD-NATO ve AB güçleri Ukrayna’yı Rusya’nın etki alanı dışına çıkarmaya çabalarken, diğer yandan, Ukrayna’daki faşizm yanlılarıyla ittifak yaptılar. Bu tarz bir ittifak ilk defa olmuyor. Latin Amerika’da, onlarca yıldır, ABD’nin desteklediği silahlı para-militer güçler marifetiyle milyonlar kayboldu, katledildi. Daha sonraları El-Kaide örgütüne dönüştürülen, aşırı ideolojik irticai yapılanma olan Afgan mücahitleri örgütü Rusya’nın Asya’daki gücünde istikrasızlık yaratmak amacıyla ABD tarafında kurulmuş ve finansal destek verilmişti. Bir de, insanların acı çekmesine yol açan Libya realitesi ve son olarak da Suriye’deki durum var: ABD ve İsrail güçleriyle ile ittifak yapmayı reddeden bir yönetime karşı savaşan aşırı uç cihatçı örgütlere destek verip, finansman sağlayan ABD yönetimi ve bölgedeki müttefiki hükümetlerdir. Gelişmelerin seyrinden kaygı duyan siyasi gözlemcilerin hiç unutmadığı, rahatsız edici bir model var: ABD, jeopolitik kazanım için, her zaman aşarı sağ kanat ve faşist güçlerle işbirliği yapıyor.
Ukrayna’da yaşanan sosyal durum kesinlikle kavgı vericidir. Çünkü Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra bağımsızlığını kazanması üzerinden daha 25 yıldan az bir zaman geçmişken, ülkeyi parçalama özelliği bulunan siyasi bir yangın felaketini ifade ediyor. Ukrayna’da yaşanan bu toplumsal durum, her ne olursa olsun, ülkede faşizmin şaha kalkan rahatsız edici bir yüzünü gösteriyor. Bölgede yaşanan gelişmeler yalnız bundan ibaret de değil.
Avrupa Kıtasında faşizm tehdidi
Avrupa ve Ukrayna’da aşırı kanat sağcılığın yükselişe geçmesi kabul edilebilir değil; bu yükseliş tek başına ve mevcut dünya konjonktüründen bağımsız olarak anlaşılamaz. Demokrasinin temellerini tehdit edici bir trend olan bu sağ kanat şahlanışın, Avrupa coğrafyasında (ve aynı zamanda bütün dünya’da) yükselişe geçen bir trend olarak ayrıca incelenmesi gerekiyor.
Uluslararası Para Fonu (IMF), Avrupa Merkez Bankası (ECB) ve Avrupa Komisyonundan (EC) oluşan troyka Yunanistan’da, ABD’de yaşanan Büyük Bunalımdan (depression) daha kötü olmasa da, sert bir kemer sıkma politikasını uygulamaya koyup, toplumsal çöküntüye yol açarak, ülke ekonomisini felce uğrattı. Altın Şafak Partisi, Yunanistan’da yaşanan bu ekonomik çöküşün perde arkasındaki zemin üzerinde yükselerek, üçüncü popüler parti oldu. Nefret ideolojisi üzerinde politika yapmayı benimseyen, siyasi faaliyetlerinde Yahudi karşıtlığı, göçmen karşıtlığı, kadın karşıtlığı şovenizmi teşvik eden bir Nazi partisi olan Altın Şafak’ın aslında, Atina’da iktidarda olan hükümetin de toplumun esas dokusuna ciddi bir tehdit unsuru oluşturduğunu anladığı bir siyasi güç niteliğindedir. Tam da böylesi bir tehdit unsuru oluşturmasından dolayıdır ki hükümet, rap tarzında müzik yapan anti-faşist bir müzisyenin bıçaklanma olayından sonra, Altın Şafak Partisinin liderlik kadrosuna tutuklama tezkeresini çıkardı. Atina yönetimi, Altın Şafak Partisi, parti organlarında görev alanlar hakkında soruşturma açmıştı. Ancak, soruşturma ve açılan davanın akıbeti hakkında herhangi bir bilgi kamuoyuyla paylaşılmadı.
Merkezine Nazizm’i alan ideolojisine rağmen, Altın Şafak Partisini böylesi bir sinsi tehdit unsuru haline getiren olgu, ekonomik olarak harap olan Yunanistan durumu dikkate alındığında, Avrupa Birliğine ve tasarruf tedbirleri almaya karşı oluşu birçok Yunanlıya cazip gelmesidir. 20.yüzyıldaki birçok faşist harekette olduğu gibi, Altın Şafak hareketi de, Yunanistan’ın karşı karşıya bulunduğu çeşitli nedenlerden dolayı, başta Afrikalılar olmak üzere göçmenleri ve Müslüman nüfusu günah keçisi olarak seçmiştir. Bir ülkenin içinde bulunduğu kötü ekonomik koşullarda, sosyal sorunlara çözüm yolu bulmaya yönelik sorulara cevap verilmesi yerine, bu tarz akıldışı nefret duyguları çok daha çekici hale gelir. Altın Şafak hareketi liderlerinin cezaevine konulmasına rağmen, partinin diğer üyeleri hala parlamentoda siyaset yapıyorlar. Aralarında Atina Belediyesi Başkanlığı da olmak üzere, önemli noktalarda yönetime gelmeye çalışıyorlar. Seçimlerde büyük bir zafer pek olası olmasa da, sandık başında önemli bir güç gösterisinde bulunmaları, faşizmin Yunanistan’da daha da yaygın hale gelmesini engellemek çok daha zor hale getirebilir.
Bu fenomenler Yunanistan ve Ukrayna’yı kuşatmış olsa da, Avrupa’yı bütünüyle etkisi altına alan bir yönelim olmayacak. Aleni olarak daha az faşist tutum sergileseler de, ne yazık ki benzer siyasi partilerin tüm Avrupa’da yükselişe geçtiklerini görebiliyoruz. İspanya’da kemer sıkma politikası yanlısı Halk Partisi protesto eylemlerinin yapılmasına ve vatandaşın ifade özgürlüğüne sınırlama getirici sert yasa maddelerini meclisten geçirdi, baskıcı ve yaptırım uygulayıcı polis yetkilerini daha da güçlendirdi. Fransa’da, Müslümanları ve Afrika kökenli göçmenleri günah keçisi olarak seçen, Marine Le Pen’in başında bulunduğu Milliyetçi Cephe Partisi Cumhurbaşkanlığı seçimleri ilk turunda oyların % 20’sini almıştı. Hollanda’da, aynı şekilde, Müslüman ve göçmen karşıtı politikaları izleyen Özgürlük Partisi parlamentoda temsil edilen üçüncü büyük parti oldu. İskandinavya ülkelerinde, bir zamanlar faaliyet alanı kalmayan ve karanlıklara gömülen aşırı milliyetçi partiler seçimlerin kaderini belirleyici ağırlıkları olan oyuncular haline geldiler. Avrupa’daki bu sosyal yönelimler en azından şimdilik kaygı vericidir.
Avrupa’nın ötesinde bulunan coğrafyalarda, ABD’nin desteklediği bir dizi yarı-faşist siyasal yapılanmaların olduğu unutulmamalıdır. Washington yönetimi, Latin Amerika’daki sol hareketi bastırma politikası gereği, gizli veya aleni bir şekilde, Paraguay ve Honduras’ta hükümet deviren sağ kanat darbeleri destekledi. Rusya’da düzenlenen protesto hareketlerine, Kafkasya coğrafyası ve eski Sovyet Cumhuriyetlerinden gelen göçmenleri “Avrupai Rusya’dan” çok daha aşağısında gören, nefret duyarcasına Müslüman karşıtlığı üzerine kurulu bir ideolojiyi benimseyen Alexei Navalny ve onun milliyetçi yandaşlarının öncülük ettiğinin hatırlanması gerekiyor. Bu olaylar ve benzeri örnekler, ABD hegemonyasını dünya çapında yaygın hale getirmek amacıyla, bir ülkede yaşanan ekonomik sıkıntılardan ve siyasal başkaldırılarından faydalanan ABD’nin izlediği dış politikanın çirkef yüzünü tasvir eden bir portreyi önümüze getiriyor.
Ukrayna’daki “sağ kanat” protesto gösterileri, taraflar arasındaki görüşme masasından sokaklarda yaşanan olaylara kadar, Sovyetlerin dağılmasından sonra özgür kalmış bir Ukraynalı, Yahudi, Stephan Bandera’nın ve Ukrayna’ya onun gibi bakan, “hoşnut” olmayan diğer kesimlerin rüyasını gerçekleştirme kavgasını vermek amacıyla düzenlenmiştir. ABD ve Avrupa’nın sürekli desteğiyle meydanlara taşınan fanatik kitle, Ukrayna Cumhurbaşkanı Victor Yanukovich ve Rusya yanlısı bir hükümetin demokrasi üzerine yapacağı olumsuz etkiden daha çok zararı olacak bir tehdit unsurunu temsil ediyor. Avrupa ve ABD daha başlangıç aşamasında olan demokrasiye tehdidi görmezlikten gelirlerse ve bu kitle nihayetinde yapmak istediğini gerçekleştirebilecek aşamaya gelirse, o zaman artık çok geç olacak.

Kaynak: http://www.globalresearch.ca/ukraine-and-the-rebirth-of-fascism-in-europe/5366852

Çeviren: Nizamettin Karabenk