İletişim cezaları
Cezaevlerindeki tutsaklar, hapishane yönetiminin keyfi tutumlarıyla disiplin cezalarına çarptırılıyor. Bazen bir türkü söylediklerinde, bazen ezilenlerin birlik ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’ı kutlamak için slogan attıklarında, yaşanılan bir adaletsizlik karşısında tepkisini sloganlarla dile getirdiklerinde ya da herhangi bir yere götürülürken uzaktan gördükleri diğer tutsaklara selam verdiklerinde disiplin cezalarıyla karşı karşıya kalıyorlar. Disiplin cezaları arasında en çok uygulanan ceza ise iletişimden men cezasıdır. Tutsakların çoğu, üç kişilik ya da tek kişilik hücrelerde kalıyor.
Çoğu hapishanede, 9 saatlik sohbet hakkı uygulanmıyor. Aynı havalandırmayı kullanamayan onlarca tutsak var. Ve tutsaklar sınırlı sayıda (üç kişi) görüşçüye, haftada bir telefon etme ve haftada bir kapalı görüş ile ayda bir açık görüş hakkına sahip. Kapatılan bu insanlar, verilen iletişim cezaları yüzünden aylarca, bazen yıllarca görüşlere çıkamıyor, telefon edemiyor, mektup yollayamıyor ve mektup alamıyor.
Verilen iletişim cezaları, hapishanelerde farklı şekillerde uygulanabiliyor. Bazı tutsaklar sadece haftada bir kapalı görüşe çıkabiliyor ve sadece ayda bir mektup alıp cevaplayabiliyor. Bazıları açık-kapalı hiç bir görüşe çıkamıyor, sadece mektup yazabiliyor ve telefon edebiliyor. Bazıları ise mektup da yazamıyor, telefon da edemiyor… İnsandan, sohbetten uzaklaştırılarak, zaten zor olan hapishane koşulları, onlar için daha da zorlaştırılıyor. Devletin ve hapishane yönetiminin dayatmalarına karşı olan tutsaklara verilen iletişim ve benzeri cezalar, insani duygulardan ne kadar uzaklaşıldığı gözler önüne sermektedir. Bu cezalar karşısında yıllarca direnmiş ve hala direnmekte olan tutsaklar ise iradelerine, kimliklerine sahip çıkmaktadırlar.
Her şey dilekçe ile
Duvarlar ardına kapatılan insanlar, tutsaklıklarının ilk dakikalarından itibaren hapishanede geçirdikleri süre boyunca, orada yapacakları her şey için bir dilekçe vermek zorundadır. Bu uygulama yüzünden tutsaklar, en temel ihtiyaçlarını bile hapishane yönetimine dilekçe vererek karşılıyorlar. Yatak, su, haftalık kantin alışverişi, berber, kütüphane, gazete, spor faaliyetleri, kaldıkları hücrede ortaya çıkan herhangi bir teknik aksaklık ve daha birçok şey için, tutsakların dilekçe vermesi zorunlu kılınmıştır. Bu uygulama ile, tutsaklara yukarıda saydığımız tüm yaşamsal ihtiyaçlar için dilekçe verdirilerek, adeta hapishane içinde hapishane
yaratılmaktadır. Hapishaneleri, otoritesinin tam anlamıyla hayat bulduğu ve hüküm sürdüğü yerler olarak belirleyen devlet, bu ve benzeri uygulamaları yıllardır tutsaklara dayatmaktadır.
Üzerinden yıllar geçtiği halde, bu tür uygulamaların yansımalarını hapishanelerde hala görüyoruz. Tekirdağ F tiği cezaevindeki arkadaşımız Özgür Aydın, yolladığı mektupta, kendilerine dayatılan benzeri uygulamalara dikkat çekiyor:
“Merhaba,Hapishanelerde yedi günde üç ölüm
12 Eylül Cuntası ve darbecilerle hesaplaştığını iddia eden AKP döneminde, darbe dönemini aratmayacak uygulamalar hayata geçiriliyor. F tiplerinde kısa süre önce başlatılan “ayakkabını kutuya kendin koy” dayatmasıyla birlikte tutsaklara, gardiyanların görevleri yaptırılmaya çalışılmaktadır. Bu dayatmaya direnen tutsakların ayakkabılarına el konulup depoya kaldırılmaktadır. Bu uygulamanın devam etmesi halinde, yakında hiçbir siyasi tutsağın ayakkabısı kalmayacak. Bu havada hücrede yalınayak gezmek zorunda kalacağız. Açıktır ki, tutsakların sağlıklarının bozulması, kalıcı hastalıklara yakalanmaları demektir. 12 Eylül döneminin “tazyikli su, çırılçıplak soyarak dışarıda bırakma” yöntemleri, günümüzde böyle inceltilerek(!) hayata geçiriliyor.”
Bingöl M Tipi Cezaevi’nde 2 yıldır hasta olmasına rağmen tutulan Mahmut Karataş, 3 Nisan günü yaşamını yitirdi. İki gözü de görmeyen, ileri derece şeker hastası olan Karataş’ın cezasının ertelenmesi ve tedavisinin yapılması için yapılan başvurular görmezden gelindi. Hastalığından dolayı şuurunu yitiren ve doktorların “Hasta tedaviyi kabul etmedi.” demelerine rağmen tahliye edilmeyen Mahmut Karataş, 75 yaşında cezaevinde yaşamını yitirdi.
Adıyaman ve Muş cezaevlerinde 16 yıl tutuklu kalan ve lenf kanseri olan Nurettin Soysal, tahliye edildikten 17 ay sonra tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi.
90 yıl hüküm verilen Soysal, cezaevinde 13 yıl kaldıktan sonra boynundaki şişkinlik şikayetiyle doktora gitti, bir rahatsızlığı olmadığı söylenerek geri gönderildi. Günden güne boynundaki şişkinliğin artmasıyla durumu ağırlaşan Soysal, tüm başvurulara rağmen uzun süre hastaneye götürülmedi. Ölüm döşeğine gelen Nurettin Soysal için Dicle Üniversitesi’ndeki doktorlar Adli Tıp Kurumu’na başvurdular, “Şimdi git, sonra gel.” denilerek geri çevrildi. 6 aylık ömrünün kaldığını söyleyen doktorları tarafından yeniden başvuruda bulunuldu. 13 Kasım 2010 tarihinde tahliyesine karar verilen Soysal, 17 ay boyunca Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi›nde kaldı. Geç tahliye edildiği için tedavisi zamanında yapılamayan Soysal, tüm müdahalelere rağmen 4 Nisan günü 41 yaşında yaşamını yitirdi.
Doğubeyazıt Kapalı Cezaevi›nde tutuklu bulunan Mahmut Çakan, karaciğer yetmezliği nedeniyle tedavi görüyordu. 2 yıldır farklı hastanelere tedaviye gönderilen Çakan, Cumhurbaşkanlığı›na defalara başvuru yapılmasına rağmen tahliye edilmedi. Mahmut Çakan, Erzurum Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 12 Nisan günü yaşamını yitirdi.
Şu anda hapishanelerde tedavi edilmeyi bekleyen 263 hasta tutuklu bulunuyor. Hayati tehlikesi üst düzeyde olan 112 tutsak, hastalıkları nedeniyle sürekli tedavi görmesi gereken 67 tutsak ve sağlık kontrolünden düzenli geçmesi gereken onlarca tutsak var. Cumhurbaşkanlığı, Adalet Bakanlığı ve diğer devlet kurumları, tüm başvurulara rağmen, hapishanelerdeki hasta tutsakları görmezden geliyor. Tutsakların tahliyesine, ancak ölümün kıyısına geldiklerinde karar verilmesi, onların ölümüne karar verilmesidir.