Bir iç savaş dengesi stratejisi: Esad rejimini, Kaddafi veya Saddam gibi devirmemek ama muhalefete karşı kazanmasını da engellemek.
Suriye’de 21 Ağustos sabahı kimyasal silah saldırısı sonucu çoğu çocuk olmak üzere, her yaştan yüzlerce insan öldü. Sınır Tanımayan Doktorlar örgütü, Şam’da ekiplerinin çalıştığı üç hastanede, sarin gazı türü bir kimyasal maddeye maruz kalarak ölen 355 kişi saydıklarını, 3500 civarında hastaya müdahale edildiğini bildirdi. Bu saldırı karşısında, ABD daha temkinli bir dil kullansa da Batılı müttefikler bir müdahale için düğmeye basıldığını ima ettiler. İşin ciddiye bindiğini gören Esad yönetimi, Rusya’nın da ısrarıyla Birleşmiş Milletler gözlemcilerinin kimyasal silah kullanılan bölgeye gitmesine izin verdi. Şimdi, bu heyetin en erken bir hafta-on gün içinde vereceği ilk değerlendirme sonuçları beklenecek. Her durumda sarin gazı saldırısını kimin yaptığı sorusunun büyük ihtimalle kesin yanıtı alınamayacak. Böyle bir silahı taşıyacak füze, bu füzeleri fırlatacak rampalara muhalefetin sahip olduğuna dair elde kanıt yok. Gözler daha çok Esad’ın 155. Tugayı’na yöneliyor.Batılı müttefikler arasında müdahale yandaşlarının liderliğini Fransa yapıyor. Güvenlik Konseyi onaylı olması ihtimali son derece düşük olan olası müdahalenin, hangi uluslararası ilkeye dayandırılacağı ise meçhul.
Kim yapmış olursa olsun, 21 Ağustos rasgele bir tarih değildi. Obama’nın Suriye’de kimyasal silah kullanımını ABD’nin askeri müdahalesi için kırmızı çizgi ilan etmesinin birinci yıldönümüydü. Bir yıldan beri ABD’nin kırmızı çizgisi epey kaymıştı. Geçen ilkbaharda Esad güçlerinin ‘en az dört kez’ kimyasal silah kullandıkları ama bunun ‘sınırlı ve münferit vaka’ olarak kaldığı belirtilerek, çizgi bu kez kimyasal silahların ‘sistematik kullanımı’ seviyesine yükseltilmişti. İlk çizginin, bu silahların ‘kullanımı veya taşınması’ olarak tanımlandığını hatırlatalım. Beşşar Esad’ın bu kez de ABD’nin kırmızı çizgisini bir basamak daha yükseltme olasılığını 21 Ağustos’ta denemiş olması mümkün.
Afganistan ve daha önemlisi Irak ve Libya müdahalelerinden sonra ortaya çıkan sonucun eskisini aratır olmasını dikkate alarak, ABD’nin bugün son derece temkinli davranıyor olması anlaşılabilir. Gözlemciler, 1995’te Clinton’ı Bosna’ya müdahaleye ikna etmeyi başaran Fransa ve Birleşik Krallık’ın, bugün olsa başarısız kalacağı konusunda hemfikirler. Bunu Esad rejiminin kurmayları da gayet iyi biliyor. Bingazi’ye havadan yapılan askeri müdahalenin bir benzerinin gündemde olmayacağını bir yıl önce Şam yönetimi kestirmişti. Bugün de Batılı müttefikler en fazla üç müdahaleden söz ediyorlar: Muhalifleri daha fazla silahlandırmak; bazı bölgelere uçuş yasağı koymak; çok sınırlı miktarda bazı askeri hedefleri bombalamak. Bunu Esad rejimini, Kaddafi veya Saddam gibi devirmemek ama muhalefete karşı kazanmasını da engellemeye dayanan bir iç savaş dengesi stratejisi olarak tanımlamak mümkün. Ne zamana kadar? Herhalde Suriye’de kimsenin kimseye üstün olamayacağını herkesin kabul edeceği noktaya kadar. O zamana kadar geriye Suriye ve Suriye toplumu diye bir şey kalırsa...
Esad’ın pazartesi günü Rusya üzerinden yayımladığı demeç de sanki ABD’yi bu eli titrek müdahale yönünde tahrik etme amacı taşıyordu. Bu ise “Şam yönetimi neden tam şimdi kimyasal silah kullansın ki?” sorusuna farklı bir yanıtı gündeme getiriyor. Esad yönetimi, Halep’i gözden çıkararak, ama bugün oluşturduğu Şam-Lazkiye hattını elinde tutacağı bir bölgenin kalıcılaşmasını sağlayacak bir sınırlı müdahaleyi provoke etmek istemiş olamaz mı? Bunun anlamı, Suriye’nin kâğıt üzerinde bir devlet çatısı altında yer alan mezhep temelli bölgelere ayrılması demek. Muhalefe güçlerine karşı daha fazla kazanmasına izin verilmeyeceğini Esad da bildiğine göre, azami fayda noktasına geldiğine karar vermiş olabilir. Bosna-Hersek ve Kosova’da uygulanan bu yönteme büyük güçlerin razı olması kuvvetle muhtemel.
Bu çözüm Esad ve yakın çevresini Miloseviç ve şürekâsı gibi Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne gitmekten kurtarır mı? Unutmamak gerek ki böyle bir adım ancak Güvenlik Konseyi’nin bu
konuda münhasıran karar almasıyla atılabilir. Bu yok denecek kadar düşük bir ihtimal. Ayrıca Birleşmiş Milletler gözlemcileri ilkbaharda yayımladıkları raporda muhalefetin de ‘insanlığa karşı suç’ teşkil eden eylemlerinin azımsanmayacak boyutta olduğunu belirtmişti. El Nusra ve benzeri oluşumlardan epey kişinin de UCM’de sanık sandalyesine oturması demek olacak böyle bir karar. Burada da karşımıza yakında bir tür suç dengesine dayalı dokunulmazlıklar çıkarılma ihtimali var.
Bugün İslami örgütler kaynaklı terörü en büyük ve yakın tehlike olarak gören ABD ve müttefikleri ve onların kamuoyu karşısında, Suriye’de yaşanan büyük insanlık dramına, insanlığa karşı işlenen suçlara öfkelenmek, bunu en ağır kelimelerle kınamak gerekli elbette. Ne var ki bunların etkisinin bundan sonra son derece sınırlı olacağını unutmamakta ve Suriye’de artık bütün olası çözümlerin ileride felaket olarak adlandırılacak nitelikte olacaklarını dikkate alarak adım atmakta yarar var. Üstelik söz konusu ülke Türkiye gibi sınır komşusuysa, suçlu taraflardan birinin arkasında yer alıyor veya böyle gözüküyorsa, felaketin asli sorumlularından biri olarak ileride algılanması kuvvetle muhtemel değil midir?