|
ABD’nin bölgeye “muhteşem dönüşü” |
Mısır
sorununun Burns’un öncülük ettiği girişim çerçevesinde “Mursi’ye karşı
Sisi’nin devre dışı bırakılması” şeklinde çözülmesi durumunda ABD’nin
bölgedeki “kurtarıcılık” rolü de pekişmiş olacak.
Irak işgali yıllarında bölgedeki tüm kesimlerin öfkesine ve nefretine
muhatap olan Amerika, “Arap Baharı” ile birlikte iktidara oynayan tüm
kesimlerin dostluğunu ve güvenini kazanmak için yarıştığı bir
kurtarıcıya dönüştü.
Artık başta İslamcılar olmak üzere bölgede iktidarda olan veya iktidara
oynayan tüm kesimler, Amerika’yı bölgenin iç işlerine karıştığı için
değil, doğrudan karışmamaya özen gösterdiği için; bölgede askeri
operasyonlar yaptığı ve Müslüman kanı döktüğü için değil, BM’yi ve
uluslar arası konjonktürü dikkate alarak tek taraflı askeri
müdahalelerden uzak durduğu için eleştiriyor.
Örneğin ideolojik paralelliklere ve ortak siyasi modellere sahip olan
Türkiye’deki Adalet ve Kalkınma Partisi, Mısır’daki Müslüman Kardeşler,
Tunus’taki Nahda hükümetleri ile bunları destekleyen İslamcı gruplar,
Yemen’de Afganistan’da veya Pakistan’da insansız uçak saldırılarıyla
operasyonlar yapan ABD’ye değil, Libya’ya müdahale ettiği halde
Suriye’ye müdahale etmeyen[1] ABD’ye öfke ve tepki gösteriyorlar.
Washington’un Filistin sorununa İsrail’den yana durarak müdahil oluşuna
değil, Mısır’da İhvan iktidarını geri getirmek için müdahil olmayışına
kızıyorlar.[2]
Elbette bölgedeki iktidar İslamcılarının Washington’a tepki
duymalarının son derece anlaşılabilir sebepleri var. Çünkü sahip
oldukları toplumsal destek sayesinde örneğin ABD’nin bölge
politikalarında kolaylaştırıcı rol oynayan bu iktidarlar, ABD’den
bekledikleri vefayı görememekten yakınıyorlar.
Örneğin Mursi’nin verdiği ilk taahhüt, Camp David’e bağlı kalmak olmuş,
İhvan hükümeti Rafah sınır kapısını en azından iki dost ülke sınır
kapısı düzeyinde dahi açmadığı gibi Gazze’nin hayat damarları olan
tünellere karşı Mübarek’ten çok daha etkili bir mücadele yürütmüştü.
Üstelik bunlar Mübarek dönemindekinin aksine hem içerideki İslamcılar
tarafından hem de Hamas tarafından anlayışla karşılanmıştı.
Ancak Amerika, İhvan karşıtı gruplarla Mısır askeri ve yargı
bürokrasisinin koordinasyonu ve Körfez’in desteğiyle gerçekleştirilen
darbeyi “demokratik ilkeler” adına engellememiş, kendisiyle bir yıl
boyunca sorunsuz işbirliği sergileyen Mursi yönetiminin devrilmesine
seyirci kalmıştı.
Amerika’nın Arap dünyasındaki en yakın müttefiklerinin birer krallık,
emirlik ya da adı cumhuriyet olan diktatörlükler olduğu bilinen bir
şeydi; ancak ABD’nin Arap Baharı adı verilen süreçte yükselen büyük
toplumsal dalgaya direnmek yerine bu dalgaya “demokratik ilkeler adına”
binerek süreci yönlendirmeyi tercih etmesi “Bahar Devrimcilerinin”
Washington’a güven duymasına yetmişti.
Dolayısıyla Amerika’nın “demokratik ilkeler” ve “vefa”dan çok daha
önemli önceliklerinin bulunduğunu en iyi bilebilecek durumda olanlar
aslında “Bahar Devrimcileri”ydi. Çünkü Amerika sadece birkaç yıl önce
onlarca yıl boyunca kendisiyle sorunsuz işbirliği sergileyen Mübarek,
Bin Ali ve Ali Abdullah Salih’e de vefa göstermemişti.
Sorunun parçasıyken bile çözüm üretebilmek
ABD Başkanı Barack Obama’nın Mısır ordusunun muhtırası ile eş zamanlı olarak “demokrasi seçimden ibaret değildir”[3]
şeklindeki açıklaması, Mısır’daki darbenin ABD’nin talimatıyla
yapıldığını ispat etmeye yetmese de izniyle gerçekleştirildiğini
göstermeye yeterli gözüküyor.
30 Haziran müdahalesini darbe değil 25 Ocak devriminin tamamlayıcısı
olarak görenler, müdahalenin arkasında ABD’nin bulunduğu tezini
müdahaleye verilen toplumsal desteğe işaret ederek çürütüyorlar ve ne 25
Ocak’ta ne de 30 Haziran’da kitleleri meydanlara ABD’nin doldurmadığını
savunuyorlar.
Ancak bu durum, ABD’nin hem 25 Ocak’ta hem de 30 Haziran’da onaylayıcı
bir rol oynadığı, 25 Ocak sonrasında Hüsnü Mübarek’in, 30 Haziran
sonrasında da Muhammed Mursi’nin devrilmesine engel olmak için hiçbir
şey yapmadığı gerçeğini değiştirmiyor.
Bununla birlikte 25 Ocak’la 30 Haziran konusunda aynı tutumu sergileyen
Washington’un değil, bölge dışı bir aktör olarak ABD’nin müdahil rolünü
kabullenerek 25 Ocak’taki tutumunu alkışlayıp, 30 Haziran’daki tutumunu
kınayan İhvan ve Mısırlı müttefikleri ile bölge aktörlerinin tutumu şu
açılardan çelişkili ve tutarsız gözüküyor.
1- Bir dış aktör olarak ABD’nin müdahil rolünün kabul edilmesi,
2- 25 Ocak’ta halkın bir bölümünün talebine direnmeyerek “devrime” onay
veren ABD’den yine halkın bir bölümünün talebine direnerek 30
Haziran’daki “darbeye” karşı çıkmasının beklenmesi,
3- Mısır halkının bir bölümünün, Mısır ordusunun ve sivil bürokrasinin
koordinasyonu ve ABD’nin Körfez’deki müttefiklerinin desteğiyle
gerçekleştirilen bir darbenin yarattığı krizin çözümünün ABD’den talep
edilmesi.
Devrimden ve halk iradesinden söz edenlerin bu talep ve beklentileri
çelişkili ve tutarsız olsa da Mısır’daki yeni yönetimin iç savaş
riskleri doğuran toplumsal bunalımı çözmekte yetersiz kalması
Washington’u Mısır’daki tüm tarafların çağrısına uymaya ve sorunun
çözümü için kurtarıcı rolüyle sahneye çıkmaya mecbur etmiş gözüküyor.
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı William Burns, AB Dış Politika Sorumlusu
Catherine Ashton’un arabuluculuk girişimiyle eş zamanlı olarak
Kahire’ye gitti.
Burns ve Ashton’un Mısır yönetimi ve Mursi yanlıları ile temasları
sürerken, Birleşik Arap Emirliklerinin dışişleri bakanı Mısır
yönetimini, Katar’ın dışişleri bakanı da Mursi yanlılarını ortak bir
noktada buluşturmak için devreye girdi.
Daha önce Mursi’nin geri dönüşünden başka hiçbir çözümü kabul
etmeyeceklerini belirten Mursi yanlılarının “şartlı çözümü” kabul
edeceklerini açıklaması, Batılıların girişiminin başarılı olduğuna dair
işaretler taşıyor.
Mursi Yanlısı Heyetin Sözcüsü ve Vasat Partisi Üyesi Tarık Malt, Reuters haber ajansına verdiği demecinde[4]
sorunun çözümü için arabuluculuk yapan ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı
William Burns, ABD Kahire Büyükelçisi Anne Patterson ve AB Özel
Temsilcisi Bernardino Leon ile görüştüğünü belirterek çözüm konusunda
oldukça “yapıcı” mesajlar verdi.
Tarık Malt, Mursi’nin istifasını isteyen kitlelere saygılı olduklarını
vurgulayarak çözüm konusundaki şartını “Mursi’nin devre dışı bırakıldığı
yeni siyasi süreçte Sisi’nin de yer almaması” olarak ortaya koydu.
Mursi yanlıları, darbeyle ilga edilen anayasanın uygulanması ve
şartların buna göre oluşturulması halinde ülkenin krizden çıkması için
yeni siyasi sürece girebileceklerini belirterek çözüm yönünde önemli bir
adım atmış oldu.
Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri dışişleri bakanlarının Kahire
ziyaretlerini uzattıkları dikkate alındığında sorunun Burns ve Ashton’un
girişimi, İhvan’ın “yapıcı tutumu” Katar ve Birleşik Arap
Emirliklerinin de etkili oldukları tarafları tavize ikna kapasitesi
çerçevesinde çözülmesi beklenebilir.
AFP’nin Mısır Savunma Bakanı Abdulfettah Sisi’nin aralarında “tekfirci
hatiplerin” da bulunduğu altı din adamıyla görüşerek barışçı gösterilere
karşı güç kullanmayacakları sözünü verdiğine dair haberi, ordunun da en
az İhvan kadar “yapıcı” davranmaya ikna olduğunu gösteriyor.
Mısır sorununun Burns’un öncülük ettiği girişim çerçevesinde “Mursi’ye
karşı Sisi’nin devre dışı bırakılması” şeklinde çözülmesi durumunda
ABD’nin bölgedeki “kurtarıcılık” rolü de pekişmiş olacak.
Peki ABD hem de talep üzerine bölgeye “kurtarıcı” rolüyle yeniden
dönerken, bölgesel liderlik rolünü her yangına “itfaiyeci diplomasiyle”[5] müdahale misyonuyla açıklayan Ankara ne mi yapıyor?
Yalnızlığıyla gurur duyuyor.[6] |
|