Monday, August 5, 2013

ABD’nin bölgeye “muhteşem dönüşü”

Alptekin DURSUNOĞLU
ABD’nin bölgeye “muhteşem dönüşü”
Mısır sorununun Burns’un öncülük ettiği girişim çerçevesinde “Mursi’ye karşı Sisi’nin devre dışı bırakılması” şeklinde çözülmesi durumunda ABD’nin bölgedeki “kurtarıcılık” rolü de pekişmiş olacak.

Irak işgali yıllarında bölgedeki tüm kesimlerin öfkesine ve nefretine muhatap olan Amerika, “Arap Baharı” ile birlikte iktidara oynayan tüm kesimlerin dostluğunu ve güvenini kazanmak için yarıştığı bir kurtarıcıya dönüştü.
Artık başta İslamcılar olmak üzere bölgede iktidarda olan veya iktidara oynayan tüm kesimler, Amerika’yı bölgenin iç işlerine karıştığı için değil, doğrudan karışmamaya özen gösterdiği için; bölgede askeri operasyonlar yaptığı ve Müslüman kanı döktüğü için değil, BM’yi ve uluslar arası konjonktürü dikkate alarak tek taraflı askeri müdahalelerden uzak durduğu için eleştiriyor.
Örneğin ideolojik paralelliklere ve ortak siyasi modellere sahip olan Türkiye’deki Adalet ve Kalkınma Partisi, Mısır’daki Müslüman Kardeşler, Tunus’taki Nahda hükümetleri ile bunları destekleyen İslamcı gruplar, Yemen’de Afganistan’da veya Pakistan’da insansız uçak saldırılarıyla operasyonlar yapan ABD’ye değil, Libya’ya müdahale ettiği halde Suriye’ye müdahale etmeyen[1] ABD’ye öfke ve tepki gösteriyorlar.
Washington’un Filistin sorununa İsrail’den yana durarak müdahil oluşuna değil, Mısır’da İhvan iktidarını geri getirmek için müdahil olmayışına kızıyorlar.[2]
Elbette bölgedeki iktidar İslamcılarının Washington’a tepki duymalarının son derece anlaşılabilir sebepleri var. Çünkü sahip oldukları toplumsal destek sayesinde örneğin ABD’nin bölge politikalarında kolaylaştırıcı rol oynayan bu iktidarlar, ABD’den bekledikleri vefayı görememekten yakınıyorlar.
Örneğin Mursi’nin verdiği ilk taahhüt, Camp David’e bağlı kalmak olmuş, İhvan hükümeti Rafah sınır kapısını en azından iki dost ülke sınır kapısı düzeyinde dahi açmadığı gibi Gazze’nin hayat damarları olan tünellere karşı Mübarek’ten çok daha etkili bir mücadele yürütmüştü. Üstelik bunlar Mübarek dönemindekinin aksine hem içerideki İslamcılar tarafından hem de Hamas tarafından anlayışla karşılanmıştı.
Ancak Amerika, İhvan karşıtı gruplarla Mısır askeri ve yargı bürokrasisinin koordinasyonu ve Körfez’in desteğiyle gerçekleştirilen darbeyi “demokratik ilkeler” adına engellememiş, kendisiyle bir yıl boyunca sorunsuz işbirliği sergileyen Mursi yönetiminin devrilmesine seyirci kalmıştı.
Amerika’nın Arap dünyasındaki en yakın müttefiklerinin birer krallık, emirlik ya da adı cumhuriyet olan diktatörlükler olduğu bilinen bir şeydi; ancak ABD’nin Arap Baharı adı verilen süreçte yükselen büyük toplumsal dalgaya direnmek yerine bu dalgaya “demokratik ilkeler adına” binerek süreci yönlendirmeyi tercih etmesi “Bahar Devrimcilerinin” Washington’a güven duymasına yetmişti.
 Dolayısıyla Amerika’nın “demokratik ilkeler” ve “vefa”dan çok daha önemli önceliklerinin bulunduğunu en iyi bilebilecek durumda olanlar aslında “Bahar Devrimcileri”ydi. Çünkü Amerika sadece birkaç yıl önce onlarca yıl boyunca kendisiyle sorunsuz işbirliği sergileyen Mübarek, Bin Ali ve Ali Abdullah Salih’e de vefa göstermemişti.
Sorunun parçasıyken bile çözüm üretebilmek
ABD Başkanı Barack Obama’nın Mısır ordusunun muhtırası ile eş zamanlı olarak “demokrasi seçimden ibaret değildir”[3] şeklindeki açıklaması, Mısır’daki darbenin ABD’nin talimatıyla yapıldığını ispat etmeye yetmese de izniyle gerçekleştirildiğini göstermeye yeterli gözüküyor.
30 Haziran müdahalesini darbe değil 25 Ocak devriminin tamamlayıcısı olarak görenler, müdahalenin arkasında ABD’nin bulunduğu tezini müdahaleye verilen toplumsal desteğe işaret ederek çürütüyorlar ve ne 25 Ocak’ta ne de 30 Haziran’da kitleleri meydanlara ABD’nin doldurmadığını savunuyorlar.
Ancak bu durum, ABD’nin hem 25 Ocak’ta hem de 30 Haziran’da onaylayıcı bir rol oynadığı, 25 Ocak sonrasında Hüsnü Mübarek’in, 30 Haziran sonrasında da Muhammed Mursi’nin devrilmesine engel olmak için hiçbir şey yapmadığı gerçeğini değiştirmiyor.
Bununla birlikte 25 Ocak’la 30 Haziran konusunda aynı tutumu sergileyen Washington’un değil, bölge dışı bir aktör olarak ABD’nin müdahil rolünü kabullenerek 25 Ocak’taki tutumunu alkışlayıp, 30 Haziran’daki tutumunu kınayan İhvan ve Mısırlı müttefikleri ile bölge aktörlerinin tutumu şu açılardan çelişkili ve tutarsız gözüküyor.
1- Bir dış aktör olarak ABD’nin müdahil rolünün kabul edilmesi,
2- 25 Ocak’ta halkın bir bölümünün talebine direnmeyerek “devrime” onay veren ABD’den yine halkın bir bölümünün talebine direnerek 30 Haziran’daki “darbeye” karşı çıkmasının beklenmesi,
3- Mısır halkının bir bölümünün, Mısır ordusunun ve sivil bürokrasinin koordinasyonu ve ABD’nin Körfez’deki müttefiklerinin desteğiyle gerçekleştirilen bir darbenin yarattığı krizin çözümünün ABD’den talep edilmesi.
Devrimden ve halk iradesinden söz edenlerin bu talep ve beklentileri çelişkili ve tutarsız olsa da Mısır’daki yeni yönetimin iç savaş riskleri doğuran toplumsal bunalımı çözmekte yetersiz kalması Washington’u Mısır’daki tüm tarafların çağrısına uymaya ve sorunun çözümü için kurtarıcı rolüyle sahneye çıkmaya mecbur etmiş gözüküyor.
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı William Burns, AB Dış Politika Sorumlusu Catherine Ashton’un arabuluculuk girişimiyle eş zamanlı olarak Kahire’ye gitti.
Burns ve Ashton’un Mısır yönetimi ve Mursi yanlıları ile temasları sürerken, Birleşik Arap Emirliklerinin dışişleri bakanı Mısır yönetimini, Katar’ın dışişleri bakanı da Mursi yanlılarını ortak bir noktada buluşturmak için devreye girdi.
Daha önce Mursi’nin geri dönüşünden başka hiçbir çözümü kabul etmeyeceklerini belirten Mursi yanlılarının “şartlı çözümü” kabul edeceklerini açıklaması, Batılıların girişiminin başarılı olduğuna dair işaretler taşıyor.
Mursi Yanlısı Heyetin Sözcüsü ve Vasat Partisi Üyesi Tarık Malt, Reuters haber ajansına verdiği demecinde[4] sorunun çözümü için arabuluculuk yapan ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı William Burns, ABD Kahire Büyükelçisi Anne Patterson ve AB Özel Temsilcisi Bernardino Leon ile görüştüğünü belirterek çözüm konusunda oldukça “yapıcı” mesajlar verdi.
Tarık Malt, Mursi’nin istifasını isteyen kitlelere saygılı olduklarını vurgulayarak çözüm konusundaki şartını “Mursi’nin devre dışı bırakıldığı yeni siyasi süreçte Sisi’nin de yer almaması” olarak ortaya koydu.
Mursi yanlıları, darbeyle ilga edilen anayasanın uygulanması ve şartların buna göre oluşturulması halinde ülkenin krizden çıkması için yeni siyasi sürece girebileceklerini belirterek çözüm yönünde önemli bir adım atmış oldu.
Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri dışişleri bakanlarının Kahire ziyaretlerini uzattıkları dikkate alındığında sorunun Burns ve Ashton’un girişimi, İhvan’ın “yapıcı tutumu” Katar ve Birleşik Arap Emirliklerinin de etkili oldukları tarafları tavize ikna kapasitesi çerçevesinde çözülmesi beklenebilir.
AFP’nin Mısır Savunma Bakanı Abdulfettah Sisi’nin aralarında “tekfirci hatiplerin” da bulunduğu altı din adamıyla görüşerek barışçı gösterilere karşı güç kullanmayacakları sözünü verdiğine dair haberi, ordunun da en az İhvan kadar “yapıcı” davranmaya ikna olduğunu gösteriyor.
Mısır sorununun Burns’un öncülük ettiği girişim çerçevesinde “Mursi’ye karşı Sisi’nin devre dışı bırakılması” şeklinde çözülmesi durumunda ABD’nin bölgedeki “kurtarıcılık” rolü de pekişmiş olacak.
Peki ABD hem de talep üzerine bölgeye “kurtarıcı” rolüyle yeniden dönerken, bölgesel liderlik rolünü her yangına “itfaiyeci diplomasiyle”[5] müdahale misyonuyla açıklayan Ankara ne mi yapıyor?
 Yalnızlığıyla gurur duyuyor.[6]