Tuesday, October 30, 2012

Sokak sanatı


Sokak sanatı dediğimizde bir parça ilgili okurların aklına ilk düşecek şu soruyu hemen yanıtlayalım…

Dünyanın çeşitli şehirlerinde sokak sanatları festivalleri yapılmakta. Türkiye’de de bir sokak sanatları festivali Haziran ayı başında düzenlendi ve sokakta düzenlenmeyen ilk sokak sanatları festivali olarak belki de dünya tarihine geçti! Şahsen ben, iki yıl bilfiil İstiklâl Caddesi ve Kadıköy Bahariye Caddesi’nde sokakta, her gün pantomim performanslarımı sergileyen bir sanatçı olarak orada değildim. Ülkede birçok şehirde sokaklarda, ürettiği sanat eserlerini halka aracısız, beklentisiz sunan hiçbir arkadaşım da orada değillerdi. Ayrıca çeşitli belediyelerin düzenledikleri afili sokak festivallerinden de bizlerden ziyade iktidarın çeşitli çıkar grupları faydalanmıştır hep, bizler değil.

Sokakta sanat dünyanın birçok büyük şehrinde yaşamın bir parçasıdır. Mesela Barselona La Rambla'da yürürken birçok sanatçıyı sokakta izleyebilir, dinleyebilirsiniz. Paris'te Montmartre'deki ressamlar, sokak müzisyenleri ya da grafiti sanatçılarına rastlayacaksınız. Peki ya İstanbul ya da Ankara yahut İzmir? Bizde durum biraz farklı ya da her zaman ve her şeyde olduğu gibi karışık diyelim…

Sokak sanatçısı kavramının da sanatçı kavramı gibi yanlış anlaşıldığını hatta içinin oyulmaya çalışıldığını söylemek yerinde olur. Bana sorarsanız sanatçı sanatçıdır. Sokak ya da salon sanatçısı olmaz. Eğer bir sanatçı, ürettiği sanat eserlerini sokaklarda, halka aracısız olarak sunuyorsa bu hal, onu sokak sanatçısı yapar mı? Gitarını eline alıp sokaklarda çakma John Lennonculuk oynayan arkadaşlar sanatçı mıdır?

Bugün İstanbul’da İstiklâl’e fırlayıp ‘sanatımı yapıyorum,’ diyen herkesin aslında bunu yapabildiği için teşekkür borçlu olduğu insanlar var. Sokakta müzik yapabilmek için dayak yemiş insanlar. Her nedense onlar değil de başkaları televizyon ekranlarında kendilerine yer bulabiliyorlar ‘dertlerini’ (!) dile getirmek için.
 “Beyoğlu’nda sokakları zalimliğiyle kavuran bir komiserden çok çektim, çektik. Adam içine beton dökülmüş burgulu lağım hortumuyla saldırdığı için mağdurlar ona ‘hortum’ lakabını takmıştı. Vurduğu yerlerde çizgi çizgi, özellikle kollarda izler bırakmaktan hoşlanırdı. Eğer aynı hafta iki kere karşısına çıkmışsanız yandınız! Ben haftada 4-5 kere çıkmış biri olarak Taksim nezaretlerinde ünlü olmuştum. Bir ara sopa yemekten öylesine arsızlaşmıştım ki, sokakta şarkı söylemekten Mis Sokak’ın oradan karga tulumba getirildiğim ekipler amirliğinden sabaha karşı salındığımda yine sokağa gidip çalmaya başlıyordum. Bir gün’ Hortum’ çıldırdı: “Beyoğlu’nda benden başka deli istemiyorum!” nidalarıyla iyice haşat etmişti beni, sağlam sopadan sonra sabah saat 9 sularında kesik kesik çıkan kısılmış sesime rağmen salındığımda gidip şarkı söylemiştim...” Bizon Murat-Siya Siyabend 

Ben de dâhil olmak üzere onlarca sanatçı, sırf sokakta olduğumuz için bu baskılara maruz kaldık. Ne yalan söyleyeyim ben dayak yemedim belki de şanslı olduğum için ama defalarca sivil ve resmi üniformalı emniyet ve belediye memurlarına pantomim yaptığımı, bunun bir sanat olduğunu anlatmak zorunda kaldım. Dahası elimde anayasa kitabıyla kendimi kolluk kuvvetlerinin linç girişiminden korumam bile gerekti. Bugün, zaman zaman sekerek yürümeme sebep olan sol dizimi İstiklâl’e bıraktım.

Huzurlu bir Pazar günü, gazetenizin ekinde okumak istemeyeceğiniz, bu karanlık yazıyı kaleme almamın sebebi ne peki? Nedir bu münasebetsizliğim? Nezih aile apartmanlarınızdaki güzel mi güzel dairelerinizde, ağız tadıyla bir tatil sabahı yaşamanıza engel olduğumu düşünüyorsanız ne diye okumaya devam ediyorsunuz ki?

Tek amacım farkındalık yaratmak. İstiklâl Caddesi’ne her gün 1 milyonu aşkın insan geliyor. Siz de mutlaka karşılaştınız benimle ya da ‘sokak sanatçılarıyla’ orada. Umuyorum bu yazıyı okuduktan sonra başka bir bilinçle izleyecek, dinleyeceksiniz karşılaştığınız insanları.

Sokakta karşılaştığınız bu insanlar çok para kazanmak için orada değiller. İnandıkları bir şey için oradalar: Sanat, sokaklarda olmalı. Sanatı kapalı salon ve galerilerden, televizyon ekranlarından sokağa taşımak içinde debelendiğimiz bu plastik çağda gerçek sanatçıların görevidir. Aydınlanma sokakta başlayacaktır.

“Yeryüzüne özgürlük! Sahibi olduğunuzu düşündüğünüz şeylere dikkat edin. Gün gelir, onlar sizin sahibiniz olabilir;   fark edemezsiniz. Sahibi olduğunuz tek şey gölgenizdir! Çünkü onu ne satabilirsiniz ne de satın alabilirsiniz!”
Sokak Performansı ardından izleyenlere hitaben…
31 Mayıs 2011 İstiklâl Caddesi – Janset Karavin

 “...Sokakta müzik yapan insanlardan bahsedeyim. Taksim Meydanından beri biz çalıyoruz. Geldik, Fransız Kültür. Devam ettik Mis Sokak. Devam ettik Emek Sineması, Galatasaray Lisesi'nin önü, Galatasaray Meydanı. Devam ettik, Odakule. Bizi böyle itip itip itip Tünele sıkıştırdılar...” Dede-Alatav

Ama ne yazık ki sokağın belleği yok gene Dede’nin de dediği gibi: ”Taş taştır. Oraya kafayı koyduğun zaman anlarsın taşın taşlığını!"
Bugün belediyelerin düzenledikleri cicili biçili festivallere bakarak sanatın sokakta olması için çaba gösterenlerin günlük güneşlik bir dünyada yaşadıklarını düşünebilirsiniz.

25 Mayıs günü bir grup sokak sanatçısının Beyoğlu’nda yaptıkları protesto gösterisinde söylediklerinin bir parçası sanırım bu konuya açıklık getirecektir: “Biz sanatını sokakta icra etmeyi seçenler, son zamanlarda iyice artan haksız uygulamalar karşısında bir araya geldik. Keyfi biçimde yerimizden ediliyor, kovalanıyoruz. Daha da kötüsü, bizim bir parçamız olan, yeri doldurulamayacak enstrümanlarımıza, işporta malıymışçasına apar topar el konulup, kılıfına dahi konulmadan, özensizce zabıta kamyonetine atılıyor ve depolarda keyfi sürelerde tutuluyor.
Bu el koymalar başımızın üzerinde sürekli bir tehdit unsuru olarak tutuluyor. Enstrümanlarımızdan ayrılmak istemiyorsak, bu haksız ve kabadayıca muamelelere sessiz kalmamamız gerekiyor.”

Yazıda, metnin akışı içinde adını anamadığım, alın terlerini, kanlarını sokağa akıtmış bütün sanatçı arkadaşlarımdan hem özür dilerim hem de tek tek hepsini kucaklayarak teşekkür ederim.
 ALINTI