Ohannes Kılıçdağı
Aslında bu girizgahı size bir anekdotu aktarabilmek ve dolayısıyla tartışmayı “milli hassasiyetler” kodunun nasıl bu devletin ve toplumun “ana işletim sistemine” yazılmış olduğunu gösterebilmek için yaptım. Şöyle ki, yukarıda zikrettiğim gibi Türklük dışındaki kimliklerin kamusal alandaki görünürlüğünü sınırlamak için girişilen en önemli kampanyalardan biri, “Vatandaş Türkçe Konuş!” kampanyasıdır. Aslında buna kampanyalar dizisi demek daha doğru olur çünkü ilki 1928 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrenci Birliği tarafından düzenlenmekle birlikte bu kampanyalar 1930’lar boyunca dalga dalga tekrarlanmıştır. (Bu cumhuriyette hukuk devleti uygulamaları neden bir norm olarak yerleşmedi diye düşünürken hukukçuların ‘doğum ideolojisini’ atlamamak gerektiğini böylece bir kere daha hatırlıyoruz. Cumhuriyetin ‘temelini’ 1920’lerde, 1930’larda atan bu hukukçularsa binanın da yamuk olmasına şaşmamak gerekir.) Anekdodumuza gelecek olursak. Bu kampanyanın 1930’lardaki yürütücülerinden Milli Türk Talebe Birliği’nin mensupları, 1933 yılında, bünyesinde Türkçe konuşulmadığı gerekçesiyle bir yabancı şirketin binasını yakar, yıkarlar. Şaşırdık mı? Hayır. Bizim için şaşırtıcı olmayacak başka bir konu da bu eylemlerini savunurken ileri sürdükleri ‘fikirlerdir’. “Milli heyecanla” yapılan bu tür ‘aktivitelerin’ hukuk düzenine karşı olarak değerlendirilmemesi gerektiğini çünkü milli heyecan ve “ajitasyonun” devlet yasalarının üzerinde bir mantığı olduğunu ileri sürüyorlar! 1933’ten bu yana, yani tamı tamına 82 senedir bu anlayışta bırakın köklü değişimi tırnak ucu kadar değişim olduğu söylenebilir mi? Seçimden evvel HDP binalarına yapılan saldırılarda ve en son Kırşehir’deki Gül Kitabevi’nin yakılması olayında neredeyse birebir aynı gerekçeleri duymadık mı? Bilmiyorum kitapçının yakıldığını gösteren görüntüleri izlediniz mi? İzlemediyseniz internetten bulun izleyin, ibretlik. Yüzlerce kişi onlarca dakika bir yeri taşlıyor, yakıyor, yıkıyor ortada engelleyecek polis yok. Taşlıyorlar dedik ama oradaki en ‘büyük ve etkili’ silah çok başkaydı: milli simge olan bayrak. Çoğu zaman gördüğümüz gibi birçok saldırgan bayrağı sırtlarına bağlayıp, kendilerine kalkan yapmışlardı. Bayrak, milli hassasiyetlerin cisimleşmiş hali olarak bir kez daha kendini gösterdi. Değişmeyen bir şey daha…Peki yüzlerce kişinin katıldığı bu eylemden dolayı kaç kişi yargılanıp anlamlı cezalara çarptırılacak? Bu konuda da değişen bir şey olacağını zannetmem zira daha evvel de yazdığım gibi devlet, bu tür ‘hassasiyetleri’ olan kalabalıkları değil cezalandırmak itibarsızlaştırmak dahi istemez. Hem kendi mensupları da genel olarak o hassasiyetlere sahip olduğu için hem de bu tür kalabalıkları bir siyaset aracı olarak kullanma alışkanlığında olduğu için.
Velhasıl, milli hassasiyet veya milli heyecan diyerek yapılan her işin meşru veya kabul edilebilir olamayacağını idrak etmeden sağlıklı, huzurlu, demokratik bir toplum düzenine ulaşamayacağımız aşikardır.
(Yukarıdaki anekdodu Senem Aslan’ın 2007’de Nationalism and Ethnic Politics dergisinde yayınlanmış “Citizen, Speak Turkish: A Nation in the Making” isimli makalesinden aldım. “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyası hakkında genel bilgi ve yorum için de bu makaleden yararlanılabilir.)