Saturday, March 23, 2013

2013 Newroz'u yeni bir dönemin miladı - Idris Kenç


2013 Newrozu; Öcalan’ın tarifi ile “yeni bir dönemin miladı.”
Bu milad, bundan böyle yepyeni bir anlam taşıyacak: Öcalan’ın devletçi neoliberal -yine kendi sözü ile “kaptialist modernite”- saflarına katıldığı gün olarak tarihe geçecek.

Ve böylelikle PKK’nın meşrulaşması da son bir kaç yıldır tasarlanan şekilde yani KCK’nın (ki KCK’nın kuruluşu yani program ve tüzüğü İmralı cezaevinde tasarlandı) meşrulaşması kesinleşmiş oldu. Bu meşrulaşma bile başlı başına kafa karıştıran ve kendi içinde trajedi barından bir süreç.
Bu meşrulaştımanın amacı, PKK’yı Kürtlerin tek temsilcisi yapmak ve Kürtler adına federasyon gibi istekleri olan farklı sesleri boğmanın planıdır. Daha düne kadar “PKK Kürt vatandaşlarımı temsil etmez” diyen Erdoğan’ın şiddeti ve şiddete dayalı çözümü barışa giden bir yol olarak göstermesi sebebi ile, Öcalan’ın konuşması büyük bir trajedidir.
Öcalan’ın konuşmasında öne çıkan İslam’ın birleştirici unsuru, ‘neo-Osmanlı’ ütopyasına yapılan coğrafi atıflar bolca mevcut. Osmanlı imparatorluğun çok uluslu halklardan ibaret olmasından ötürü ‘ümmetçilik’ adıyla bütünleştirici bir yönetim anlayışı mevcuttu. Öcalan’ın metninde bu anlayışa atıfta bulunan bolca söylem mevcuttu. Bu haliyle bu metin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun STRATEJİK DERİNLİK VE TÜRKİYENİN ULUSLARARASI KONUMU adli kitabından küçük bir örnek ve Kürtleri entegrasyona götüren bir bildiri çalışması olduğu şu götürmez bir gerçek. Bu metin bu haliyle bu devletin ve hükümetin istemleri ile bire bir örtüştüğü için Amed meydanın da Kürtlere okutulmasına müsaade edildi. Bu devletin eliyle yıllarca terörist ele başısı olarak hafızalara kazındırılan bir şahıs kitlesi ise buluşturuldu. Bu buluşturulma da başlı başına bir trajedi.
Kürt hareketinin, Türkiye’de daha geniş bir insan hakları hareketine dönüşme potansiyeli, şiddeti meşrulaştırarak ve neoliberal düzene teslim olarak ortadan kalktı. Çünkü bu harket, kendisini tarihsel gerçeklikler içerisinde konumlandırmış, kollektif bir temelde yankı bulabilme potansiyeline sahip bir hareketti. Fakat bu yaşanılanlardan Kürtlerin ulus olma ve dolayısıyla kendi kaderini tayin etme hakkı gibi tarihsel bir gerçeklikten tamamen uzaklaşmış ve büyük yeni Türkiye’ye kurban edilmiş duruma evrildi ve tarihsel gerçeklik dilinden , Kurt halkinin ve mazlumların hak arayışı isteminden uzaklaşmış, bu güne kadar Kürdistan da yapılan yıkımın, tutuklanmaların ve katliamların hesabını sorma arzusundan uzaklaştırılarak içi boşaltılarak zafere ulaşması engellenmiş oldu. Çünkü, eleştirel dilden arınan bir ütopik hareket, basit bir iyimserlikten, boş bir optimizmden ileri gidemez. Çünkü ne tutukli gazetecilere, ne KCK üyelerine, ne bu toplumun kanayan yaralarından olan koruculara ne Roboski katliamına, yıllardır yakılan yıkılan Kürdistan dağları ve köylerinin hesabını sormaya ne de öğrencilere dair bir kelimenin dahi olmadığı bir özgürlük çağrısını ne kadar ciddiye alabiliriz? Siyasi Kürt hareketinin ve olası bir insan hakları hareketinin de böylelikle boşa çıkarılmış olması da bu trajedinin en büyük boyutu.
Kürt hareketinin, bağlı olduğu tarihsel mücadele içinde ve hitap ettiği gerek Kürtlerin, gerekse Türklerin nezdinde somut bir ütopyaya dönüşmesine dair sahip olduğu potansiyelin, içine girdiğimiz fakat ne olduğunu bir türlü bilmediğimiz “barış” süreci ile suistimal edildiğini görüyoruz. Bunun adına ‘İmralı ve yeni süreç’ denildi.
İDRİS KENÇ