2013 Newrozu;
Öcalan’ın tarifi ile “yeni bir dönemin miladı.”
Bu milad, bundan
böyle yepyeni bir anlam taşıyacak: Öcalan’ın devletçi neoliberal -yine kendi
sözü ile “kaptialist modernite”- saflarına katıldığı gün olarak tarihe geçecek.
Ve böylelikle
PKK’nın meşrulaşması da son bir kaç yıldır tasarlanan şekilde yani KCK’nın (ki
KCK’nın kuruluşu yani program ve tüzüğü İmralı cezaevinde tasarlandı)
meşrulaşması kesinleşmiş oldu. Bu meşrulaşma bile başlı başına kafa karıştıran
ve kendi içinde trajedi barından bir süreç.
Bu
meşrulaştımanın amacı, PKK’yı Kürtlerin tek temsilcisi yapmak ve Kürtler adına
federasyon gibi istekleri olan farklı sesleri boğmanın planıdır. Daha düne
kadar “PKK Kürt vatandaşlarımı temsil etmez” diyen Erdoğan’ın şiddeti ve
şiddete dayalı çözümü barışa giden bir yol olarak göstermesi sebebi ile,
Öcalan’ın konuşması büyük bir trajedidir.
Öcalan’ın
konuşmasında öne çıkan İslam’ın birleştirici unsuru, ‘neo-Osmanlı’ ütopyasına
yapılan coğrafi atıflar bolca mevcut. Osmanlı imparatorluğun çok uluslu
halklardan ibaret olmasından ötürü ‘ümmetçilik’ adıyla bütünleştirici bir
yönetim anlayışı mevcuttu. Öcalan’ın metninde bu anlayışa atıfta bulunan bolca
söylem mevcuttu. Bu haliyle bu metin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun
STRATEJİK DERİNLİK VE TÜRKİYENİN ULUSLARARASI KONUMU adli kitabından küçük bir
örnek ve Kürtleri entegrasyona götüren bir bildiri çalışması olduğu şu götürmez
bir gerçek. Bu metin bu haliyle bu devletin ve hükümetin istemleri ile bire bir
örtüştüğü için Amed meydanın da Kürtlere okutulmasına müsaade edildi. Bu
devletin eliyle yıllarca terörist ele başısı
olarak hafızalara kazındırılan bir şahıs kitlesi ise buluşturuldu. Bu
buluşturulma da başlı başına bir trajedi.
Kürt
hareketinin, Türkiye’de daha geniş bir insan hakları hareketine dönüşme
potansiyeli, şiddeti meşrulaştırarak ve neoliberal düzene teslim olarak ortadan
kalktı. Çünkü bu harket, kendisini tarihsel gerçeklikler içerisinde
konumlandırmış, kollektif bir temelde yankı bulabilme potansiyeline sahip bir
hareketti. Fakat bu yaşanılanlardan Kürtlerin ulus olma ve dolayısıyla kendi
kaderini tayin etme hakkı gibi tarihsel bir gerçeklikten tamamen uzaklaşmış ve
büyük yeni Türkiye’ye kurban edilmiş duruma evrildi ve tarihsel gerçeklik
dilinden , Kurt halkinin ve mazlumların hak arayışı isteminden uzaklaşmış, bu
güne kadar Kürdistan da yapılan yıkımın, tutuklanmaların ve katliamların
hesabını sorma arzusundan uzaklaştırılarak içi boşaltılarak zafere ulaşması
engellenmiş oldu. Çünkü, eleştirel dilden arınan bir ütopik hareket, basit bir
iyimserlikten, boş bir optimizmden ileri gidemez. Çünkü ne tutukli
gazetecilere, ne KCK üyelerine, ne bu toplumun kanayan yaralarından olan
koruculara ne Roboski katliamına, yıllardır yakılan yıkılan Kürdistan dağları
ve köylerinin hesabını sormaya ne de öğrencilere dair bir kelimenin dahi
olmadığı bir özgürlük çağrısını ne kadar ciddiye alabiliriz? Siyasi Kürt
hareketinin ve olası bir insan hakları hareketinin de böylelikle boşa
çıkarılmış olması da bu trajedinin en büyük boyutu.
Kürt
hareketinin, bağlı olduğu tarihsel mücadele içinde ve hitap ettiği gerek
Kürtlerin, gerekse Türklerin nezdinde somut bir ütopyaya dönüşmesine dair sahip
olduğu potansiyelin, içine girdiğimiz fakat ne olduğunu bir türlü bilmediğimiz
“barış” süreci ile suistimal edildiğini görüyoruz. Bunun adına ‘İmralı ve yeni
süreç’ denildi.
İDRİS KENÇ