Sarkozy’nin
yakın çalışma arkadaşlarından biri olarak tanınan Valerie Boyer, daha önce
Hürriyet Daily News gazetesine verdiği demeçte “Aile kökenlerim Cezayirli.
Ancak Cezayir’de hiçbir şekilde soykırım yaşanmadı” demişti.
Geriye
Baktığımızda Tarihi Hiçte Temiz Görünmeyen Fransanın Birkaç Örnek İle Gerçek
Yüzü..
Cezayirli
yöneticiler, “Fransa, Cezayir’de soykırım yaptı, özür dilesin.” dedikçe;
Fransızlar, “Bu işi tarihçilere bırakalım.” yanıtını vermektedir. Aynı Fransa,
“Ermeni iddialarını tarihçiler araştırsın.” biçimindeki öneriye karşı çıkarak,
sözde Ermeni soykırımını tanıyan yasaları hiç yüzü kızarmadan ulusal
meclisinden geçirebilmektedir.
Bu çifte
standart karşısında sesini yükselten, başta Jean Paul Sartre, Didier Billion
olmak üzere kimi Fransız aydınlar ise, Fransa’nın tutumunu, “Cezayir, Fransa’nın
tabusudur.” sözleriyle açıklamaktadır. Oysa, yalnızca Cezayir değil, Fransız
tarihinin neredeyse tümü Fransa’nın tabusudur. Fransa, Yeni Kaledonya,
Madagaskar, Haiti, Martinigue, Guadaloup, Fransız Guyan’ı, Komor, Senegal,
Mali, Fil Dişi Sahili, Gabon, Kamerun, Gana, Gine, Benin, Rwanda, Vietnam, Laos
ve Kamboçya gibi bir bölümü halen Fransız toprağı olan ülkelerde yaptığı
katliamların yanı sıra, Birinci Dünya Savaşı sırasında işgal ettiği Gaziantep,
Kahramanmaraş, Şanlıurfa ve Adana’da işlediği suçlardan dolayı da tarihiyle
yüzleşmekten kaçmaktadır. Fransa’da resmi tarih, Fransız ordusunun Anadolu’da
yaptığı katliamları yok sayar, ders kitaplarında bu konuya yer verilmez.
Fransız tarihinin karartılan sayfaları, yalnızca Fransa dışında yapılan
kötülükleri içermez. Fransa’da yaşanan soykırım ve katliamlar da, tarihiyle
yüzleşme cesareti olmayan bu ülkede tabudur.
Valerie Boyer’in
Cezayirli Katledilmiş Vatandaşları
“Fransız’ın
Fransız’a soykırımı” olarak adlandırılan 1793-1796 Vendée Soykırımı, 24-25
Ağustos 1572 Saint Barthelemy Katliamı, Kölelik Dönemi, “Terör Süreci” olarak
adlandırılan Fransız Devrimi, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Hitler’in Fransa’daki
işbirlikçisi Vichy Hükümeti Dönemi, bu durumun en somut örnekleridir. 1789
Fransız Devrimi, dünyayı yeniden biçimlendirmesinin yanı sıra, insanlık
tarihinin en kanlı dönemlerinden biri olma özelliğini de taşımaktadır. Fransa’nın
batısında, Atlantik Okyanusu kıyısındaki Vendée’de yaşananlar, Fransız resmi
tarihinde, “Vendée İsyanı” ya da “Vendée Savaşı” olarak adlandırılmakta, bu
olaya karşı devrim yakıştırması da yapılmaktadır. Kral ve kiliseye bağlı
insanların yaşadığı Vendée, Kral 16. Louis’in idamına karşı çıkmış, Paris’in
atadığı yöneticilerin ve anayasaya bağlılık yemini eden rahiplerin otoritesini tanımamış, yeni
vergileri ödemeyi de reddetmişti. Kimi Fransız tarihçiye göre, bölge halkı,
soylularının önderliğinde ayaklanmış, monarşiyi geri getirmek için savaşmış,
cumhuriyetçi güçlere yenilmişti. Oysa yaşananların boyutları çok farklıydı; yüz
binlerce insan, genç-yaşlı, kadın-çocuk ayrımı yapılmaksızın vahşi yöntemlerle
katledilmişti. Bir tarım bölgesi olan Vendée’nin yoksul köylüleri, durumlarının
düzeleceği umuduyla devrimin ilk yıllarında Paris’e bağlı kaldılar. Devrimin,
ekonomik alanda bekleneni vermemesi ve yoksulluğun sürmesi, din adamlarının
köylüler üzerindeki etkisini artırdı. 1791’de, rahiplerden anayasa bağlılık
yemini etmeleri istenince, bu yeminin din yolundan çıkmak olduğunu öne süren köktendinci
Katolik rahiplerin kışkırtmasıyla ilk karışıklıklar başladı. Daha önce boş olan
kiliseler, artık ayinler sırasında tıka basa doluyor, Paris’e yönelik
muhalefetin merkezi oluyordu. Kral 16. Louis’in, Ocak 1793’te giyotine
gönderilmesi, soyluların bölgeden göçe zorlanması, isyanı tetikleyen öğelerin
arasında sayılsa da, asıl nedenin yoksulluk olduğu belirtilir. Bu sırada,
yalnızca Vendée’de değil, Fransa’nın birçok bölgesinde halk ayaklanmaları
vardır. Cumhuriyet askerleri hemen her yerde isyanları bastırırken, Vendée’de
Köylü Ordusu kurulmuş, “Beyazlar” olarak adlandırılan köylü güçleri “Maviler”i,
yani cumhuriyet birliklerini yenilgiye uğratmıştı. Köylülerin başlattığı
direnişe yakın bölgelerden de destek gelmesi üzerine, Vendée’ye, tüm Fransa’ya örnek
olacak bir ders vermek için harekete geçen Paris yönetimi, sivillere yönelik
katliamların önünü açan kararlar alır ve 1 Ağustos 1793’te bir kararname
yayımlar. Buna göre, bölgedeki ormanlar kesilecek, tarlalardaki ürünlere, büyük
ve küçükbaş hayvanlara el koyulacak, isyancıların mal varlığının cumhuriyete
ait olduğu açıklanacak, kadın, çocuk ve yaşlılar başka bölgelere sürülecekti.
Vendée’nin Köylü Ordusu, Aralık 1793’te, Nantes
yakınlarında Savenay’da yenilir ve dağılır. Geride kalan küçük gruplar ise,
isyanı sürdürmek için ormanlık alanlara çekilir. Ordular arasındaki savaş
Savenay’da bitmiş, sıra 1796’ya dek sürecek olan toplu katliamlara gelmiştir.
Artık daha rahat hareket eden Louis-Marie Turreau yönetimindeki cumhuriyetçi
“Cehennem Birlikleri”, kitleler biçiminde teslim olanları acımasızca öldürür,
savunmasız yüzlerce köyü yakar, ateşli silahlardan tasarruf etmek için kadın,
çocuk ve yaşlıları kesici silahlarla katleder. Bu kanlı zaferin ardından,
General François Joseph Westermann, Paris’e gönderdiği raporda durumu şöyle
özetler: “Cumhuriyetçi yurttaşlar, artık Vendée yok! Çocuklarıyla ve
kadınlarıyla kılıcımız altında can verdi. Vendée’yi, Savenay bataklıklarına ve
ormanlarına gömdük. Bana verdiğiniz emir uyarınca, çocukları atlarımızın
ayakları altında ezdik. Kadınları, yeni asiler doğurmamaları için katlettik.
Yolları cesetlerle kapladık. Teslim olmak için gruplar biçiminde gelen
köylüleri durmaksızın kurşuna dizdik. Onlara, devrimin acımasız olduğunu
göstermek için hiç tutsak kabul
etmedik.”
Cezayir Katliamı
Cezayir, ilk kez
1830 yılında bir Fransız kolonisi oldu. Cezayir halkı, Fransız koloni
yönetimine karşı ayaklandığında, Fransızlar koloni karşıtı ayaklanmayı
bastırmak için ülkeye 400 bin asker yerleştirdi.Fransa Ulusal Meclisi’ndeki azınlık
durumundaki sosyalistler, 1915 yılında Türkiye’de işlendiği iddia edilen Ermeni
soykırımının yalanlanmasını reddedenlere yönelik ceza getirmeyi öngören yasanın
gerekçelerine bakıldığında, Fransa’nın Cezayir’de işlediği soykırımlar
konusunda bu ulusun anılarını canlandırmanın hayati öneme sahip olduğu ortaya
çıkıyor.Çok sayıda tarafsız Fransız yetkili, Cezayir’de Fransa kolonel
yönetiminin hüküm sürdüğü 130 yıl boyunca kendi ülkelerinin işkencelerini dile
getirdi. Örneğin, zorla boyun eğdirmeye katılan paralı askerlerden Edouard
Sablier, daha sonra durumu şöyle tarif edecektir: “Kasabaların her yerinde
etrafı dikenli tellerle çevrili, içinde binlerce şüphelinin tutulduğu kamplar
vardı... Dağlar arasındaki izole edilmiş köylere denetime gittiğimizde, insanların,
“Ürünlerini ellerinden alarak onları cezalandırmamız gerekir.” sözlerini
duyardım.”Fransız Troçkistleri tarafından yayınlanan “Ohe Partizanları” isimli
gazetede, Setif’i “Cezayir Oradour”u olarak tanımlamışlardı. Oradour, Nazi
işgalcilerinin aralarında çocukların da bulunduğu 600’den fazla insanı kestiği
bir Fransız kasabasıydı.
Tarihin gördüğü
en büyük soykırım
Cezayir, ilk kez
1830 yılında bir Fransız kolonisi oldu. Cezayir halkı, Fransız koloni
yönetimine karşı ayaklandığında, Fransızlar koloni karşıtı ayaklanmayı
bastırmak için ülkeye 400 bin asker yerleştirdi. Fransız kolonel güçleri,
kolonel yönetime karşı çıkan ayaklanmaya karşı doğudaki birkaç kente hava ve
kara saldırısı düzenledi, özellikle de Setif ve Guelma’ya. Bu sıkı önlemler birkaç
gün sürdü ve Cezayir Devleti’ne göre geride 45 bin ölü insan bıraktı. Avrupalı
tarihçiler, bu rakamı 15 bin ya da 20 bin olarak kayda geçti. Fansız
saldırıları sadece Cezayir topraklarında değil, Fransa’nın içinde de devam
etti. 1961 yılındaki Paris katliamı buna en
canlı örnektir: 17 Ekim tarihinde, Fransız polisi ülkelerinin Fransız koloni
yönetiminden bağımsızlığını kazanmasını talep eden silahsız Cezayirli göstericilerin
üzerine ateş açtı. Bu saldırıda kaç göstericinin öldüğü hâlâ net değil; ancak tahminler
32 ila 200 kişi arasında değişiyor. Bu olay, 1999 yılına kadar resmi olarak
doğrulanmamıştı. O tarihe kadar tüm Fransız hükümetleri gerçeği saklamışlardı.
Bağımsızlık
savaşı boyunca da idamlar ve geniş çaplı tutuklamalar oldu; “Pek çok Avrupalı hukukçu
suçlananları savunmayı reddetti. Köylüler havadan bombalandı ve denizden
kruvazörlerle top ateşine maruz bırakıldılar. Bu saldırılar rastgele
yapılıyordu. Amaç sadece ayaklananları cezalandırmak değil, aynı zamanda tüm
Müslüman nüfusa yerini ve haddini bilmesini öğretmekti. Yerleşimciler kendi
resmi olmayan ölüm timlerini kurdular ve binlerce Müslüman öldürdüler. Alman ve
İtalyan savaş tutukluları, bu katliamda yer almaları amacıyla serbest
bırakıldı. 1945 katliamları ise Fransızların Cezayir’de giriştiği en trajik
katliamlardan biri oldu. Le Monde gazetesinin de aktardığı gibi, “Fransa, 8
Mayıs 1945’te Avrupa’da zaferi kutlarken, bu ülkenin ordusu Setif ve Guelma’da
binlerce masum sivili katlediyordu; bu olaylar Cezayir bağımsızlığının gerçek
başlangıcı olmuştu”.Ahmed Bin Bella’nın da dile getirdiği gibi Fransızlar,
insanlara ve Cezayir kültürüne karşı bir soykırım işlemişti: “Cezayir’in yerli
halkının büyük bir bölümü Fransız kolonel yönetiminin başlarında yok edilmişti,
1830’da dört milyonun üzerinde, 1890’da ise 2,5 milyon kişi öldürülmüştü.
Sistematik soykırım, Cezayir kültürel kimliğinin vahşice ezilmesiyle
sürdürüldü. Yerli Cezayirliler Fransız tebaasıydı ancak İslam dinini ve Arap
kültürünü reddettiklerinde Fransız vatandaşı olabiliyorlardı. Bu acımasız
kültürsüzleştirme politikası, geriye kalan Cezayirlilerin kendi anadilleri olan
Arapça konuşmamaları yönündeki baskı ve Fransız kolonel kültürü dayatması ile
sürdü. Cezayir’in yerli Müslüman halkının silah taşımasına ya da kendi politik
toplantılarını düzenlemesine izin verilmedi. Katı yasalara maruz bırakıldılar,
hatta evlerini ya da köylerini terk etme konusunda bile kolonel yönetimlerinin
onayı gerekiyordu. Dahası, 2005 yılındaki El Cezire televizyonundaki bir
röportajında Ahmed Bin Bella, yüzlerce Cezayirlinin 17 Ekim 1961’de canlı canlı
La Sinn Nehri’ne atıldığını ve sürüklenmelerinin seyredildiğini anlatmıştı.
Çünkü bu insanlar bağımsızlık istiyor ve Fransız yönetimine karşı
ayaklanıyordu. Cezayir gazetesi, la Tribune’nin editörü Abdülkerim Gazali,
Fransa’nın bağımsız ve egemen Cezayir’in işgalini, Nazi Almanya’sının pek çok
Avrupa ülkesini işgaline benzetmiş ve bunun ırkçılık olduğunu yazmıştı. 2005
yılında Cezayir, Fransa’dan kolonel yönetimi sırasında işlediği suçlardan
dolayı özür dilemesini talep etti. Cezayir Senatosu sözcüsü Amar Bakhouche,
Fransa’nın katliamlar için özür dilememesine tepki göstermişti. Bu konuda
Fransa’daki arşivler bugüne kadar kapalı tutuldu. Fransızlar, katliam ve
soykırıma dair tüm belgeleri topladı. Pek çok kişi için kapalı tutulan bu
arşivler, Fransa’nın Cezayir’deki soykırımının birer kanıtı. Bakhouche, Fransa’nın
arşivlerini kapalı tutmasına da tepki gösterdi. Bakhouche, bu dönemde tutulan
arşivlerin büyük bir bölümünün Fransa’ya götürüldüğünü ve gizlendiğini belirtiyor:
“Arşivler Fransız ve Cezayirlilere açık değil. Bir an önce bunların kamuya
açılmasını istiyoruz.”Fransız Parlamentosu’nun, sözde Ermeni soykırımını inkarı
suç sayan kararına karşılık Türk Parlamentosu da Fransızların Cezayir’de
işlediği soykırımı yasadışı sayan bir tasarıyı gündemine alıyor. Cezayirliler
şimdi her 8 Mayıs’ta Fransa’nın Setif kentinde 45 bin Cezayirliyi öldürmesini
ve işkenceleri anıyor ve yürüyüşler düzenliyor. Bu yılın nisan ayındaki Paris ziyaretinde Cezayir
Cumhurbaşkanı Abdülaziz Bouteflika, “Kolonileştirme; kimliğimizi, tarihimizi,
dilimizi ve geleneklerimizi soykırıma uğrattı.” demişti. Fransa’nın tüm
çağrılara rağmen soykırım konusundaki olumsuz tavrı nedeniyle 2005 yılında
yürürlüğe girmesi beklenen Cezayir-Fransız dostluk anlaşması gerçekleşmedi.
Bununla birlikte, ilişkilerin normalleşmesi de çok yavaş ilerliyor. Cezayir her
daim, Fransa’nın soykırım için bir özür dilemesini umut etti ve bunun
ilişkilerin düzelmesi için gerekli olduğunu belirtti. Tıpkı, 1963’teki
Fransız-Alman mutabakatında olduğu gibi.
Cezayir’deki
Fransız Vahşeti
Cezayir 1830’dan
1962’ye kadar yani toplam 132 yıl süreyle Fransa’nın işgalinde kaldı. Bu süre
içinde Cezayir halkı da kesintili olarak bağımsızlık savaşları verdi. En
şiddetli savaş ise 1954-1962 arasında gerçekleştirilen büyük bağımsızlık
savaşıdır. Bu süre içinde Fransız işgalciler 1,5 (bir buçuk) milyon Cezayirliyi
hunharca şehit etmişlerdir. Fakat Fransa’nın Afrika’da gerçekleştirdiği tek
katliam Cezayir katliamı değildir. Fransa hemen hemen girdiği tüm Afrika
ülkelerinde benzer katliamlar gerçekleştirmiştir. Öldürülenlerin sayısı belki
farklıdır ama hepsinde de aynı vahşet ruhunun etkin olduğunu görüyoruz. Üstelik
bu katliamlar Ortaçağ’ın karanlık zihniyetiyle değil 20. yüzyılın yani modern çağın
modernist felsefesiyle, insan hakları, uluslararası hukuk gibi kavramların
bütün dünya kamuoyunun literatürüne girdiği bir dönemde gerçekleştirilmiştir.
Biz de bu araştırmamızda başta Cezayir katliamı olmak üzere, Fransa’nın
muhtelif Afrika ülkelerinde gerçekleştirdiği katliamlar hakkında birtakım özet
bilgiler vereceğiz.
Fransa’nın
Cezayir İşgâli
Fransa’nın
Cezayir’e yönelik işgal amaçlı saldırıları 1827’de başlamıştır. Fakat
saldırıların başlamasıyla ilgili gelişmeler oldukça ilgi çekici ve
düşündürücüdür. O tarihte Cezayir, Osmanlı Devleti’ne bağlı bir eyalet
durumundaydı ve başında da aslen İzmirli olan Dayı Hüseyin Paşa bulunuyordu.
Fakat Osmanlı Devleti’nde baş gösteren zayıflama Cezayir’i de Fransa karşısında
zayıf duruma düşürmeye başlamıştı. O sıralarda Fransa hükümeti, Bacri ve Busnak
adlı Cezayirli iki Yahudiden 5 milyon Frank ve bir miktar hububat borç almıştı.
Fransa krallık idaresine geçince yeni yönetim bu borçları tanımakla birlikte
ödemeyi durdurdu. Bunun üzerine söz konusu iki Yahudi alacaklarının tahsili
için Dayı Hüseyin Paşa’yı devreye soktular. Hüseyin Paşa da tebaasından olan bu
iki kişinin alacaklarını tahsil için harekete geçti ve bazı Fransız gemilerine
el koydu. 29 Nisan 1827 tarihinde bu borçların tartışıldığı sırada Dayı Hüseyin
Paşa, Fransız konsolosu Pierre Deval’in yüzüne elindeki yelpazeyle vurdu.
Fransa da bu olayı savaş ilanı kabul
ederek 16 Haziran 1827’de askeri harekatı başlattı. Aslında Fransa böyle bir
harekat için söz konusu olaydan önce hazırlığını yapmıştı. Bu ilk harekattan
sonra Cezayir’in sahillerini abluka altına aldı.O sıralarda Yunanistan
işgaliyle uğraşan İstanbul yönetimi (Babıali) ise olaylara müdahale etme
imkanından yoksundu. Bu yüzden diplomatik yollardan meselenin çözümü için uğraş
veriyordu. Ama Fransa avantajlı durumunu değerlendirerek işgal planını
gerçekleştirmek istiyordu. Fransa, İngiltere ve Rusya’yla da işbirliği yaparak
20 Ekim 1827’de Navarin’deki Osmanlı donanmasını yaktı. Bu olaydan kısa bir
süre sonra 1828-29 Osmanlı-Rus Savaşı başladığından Cezayir, Fransa karşısında
iyice yalnız kaldı. Bu duruma rağmen yine de Fransa, Cezayir’i kısa sürede
işgal edemedi. 14 Haziran 1830’da General Bourmont komutasında yeni bir donanma
ve 37.000 kişilik takviye birlik gönderdi. Bu takviye güçlerle 5 Temmuz 1830’da
başkent Cezayir’i işgal edebildi. Fakat o sırada meşhur Emir Abdülkadir
komutasında bir gerilla savaşı başlatıldığından Fransa, Cezayir’in tümünü ele
geçiremedi. Emir Abdülkadir’in işgal kuvvetlerine karşı direnişi 1947’ye kadar
sürdü ve Fransa’nın ülkenin tümü üzerinde hakimiyet sağlaması da ancak bu
direnişin sona ermesinden sonra gerçekleşti.
Fransa
Sultasındaki Cezayir
Fransa, 22
Temmuz 1834’te Fransız Kuzey Afrika Genel Valiliği’ni kurdu. Bu genel valiliğin
işi daha çok ülkedeki sömürge yönetimini güçlendirme amacıyla ülkenin batısında
Emir Abdülkadir liderliğinde, doğusunda da Ahmed Bey’in liderliğinde
bağımsızlık savaşı veren gerilla güçleriyle uğraşmak oldu. 1847’ye kadar süren
bu savaşta işgal güçleri epey kayıp verdiler.Fransız işgal güçleri Cezayir
halkının direnişini kırmak ve bağımsızlık yanlısı direnişe destek vermesini
engellemek amacıyla askeri, siyasi, dini, kültürel ve ekonomik her baskı yolunu
denediler. Kültürel yönden halkın Müslüman ve Arap kimliğini yok etmek amacıyla
baskı yaptı, Arapça ve Berberice yerine Fransızca’yı hakim kılmak için
uğraştılar. Dini yönden Müslümanlığın yerine Hıristiyanlığı hakim kılmak için
yoğun bir misyonerlik faaliyeti başlattı ve bu amaçla baskı uygulamalarına
başladılar. İşgale karşı direnen kabilelerin arazilerine el koymak suretiyle
ekonomik baskı metotlarına başvurdular. Halka hizmet veren vakıflara ait gayri
menkullere el koymaya başladılar. Ülkenin en güzel bölgelerinde sömürge
yerleşim birimleri oluşturdu ve buralara Avrupalıları getirtip yerleştirdiler.
Avrupa’dan göçü teşvik amacıyla da yerli kabilelerden zorla gasp edilen
araziler göçmenlere bedava dağıtıldı. 1841-1850 yılları arasında yerli ahaliden
gasp edilen 115 bin hektar arazi Avrupalı göçmenlere bedava dağıtılmıştır. 1930’da
ise bu şekilde Avrupalı göçmenlere dağıtılan arazinin miktarı 2 milyon 345 bin
hektarı (23 milyon 450 bin dönümü) bulmuştur. Bu teşvikler yüzünden de Avrupa’dan
göçte göze batar bir artış gerçekleşmiştir.
Despotik Bir
Yönetim
Fransa, Cezayir’i
işgal ettikten sonra ülkenin yerli halkını yönetmek amacıyla “Arap Büroları”
adı verilen askeri merkezler oluşturdu. Bu merkezler zulüm ve baskı anlayışına
göre teşekkül etmişti. Bu yönetim biçimi 1870 yılına kadar devam etti. Tamamen
işgal güçlerinin kontrolünde olan bu merkezler bir bakıma ülkede sıkıyönetimi
hakim kılan askeri merkezler durumundaydı.1870’te sivil yönetime geçildi ve
Cezayir, Fransa İçişleri Bakanlığı’na bağlandı. Bu gelişmeden sonra 1871’de
Muhammed el-Mukrani’nin etrafında toplanan 200 kadar kabile ülkenin tamamına
yayılan bir ayaklanma başlattı. 1881’de Sidi Şeyh liderliğinde ikinci bir
ayaklanma gerçekleştirildi. Fransa sömürge yönetimi her iki işgali bastırmak
için de ülkenin her tarafını kan
gölüne çevirdi ve binlerce insanı vahşice katlettiler. İkinci ayaklanma 1884’te
bastırılabilmiştir ve bu üç yıllık süre içinde çok sayıda insan katledilmiştir.
Bu isyan bahane edilerek ülkedeki tüm yargı mekanizması askıya alınmış ve “Yerli
Kanunu” adı verilen zulüm kanunları uygulamaya geçirilmiştir. Bu kanunların
uygulaması 1919’a kadar sürdürüldü. Bu kanunlar Fransızlara özel bir ayrıcalık
tanırken Cezayirlileri bütün insan haklarından mahrum ediyordu. Yani bu
kanunlara dayalı olarak Amerika’dakine benzer şekilde bir tür ırk ayrımı
politikası uygulanıyordu. Bu politika Cezayirlileri aynı zamanda ekonomik
yönden de zor duruma sokuyordu. Onlardan ağır vergiler alarak işgal yönetiminin
tüm giderlerini onlardan alınan vergilerle karşılıyordu. Bu uygulama çok sayıda
Cezayirliyi ülkelerini terk etmeye zorlamıştır.
Sadece Cezayir
mi?
Fransa’nın
Afrika kıtasında gerçekleştirdiği tek katliam Cezayir katliamı değildir.
Fransa, sömürgeleştirdiği ve bu yolla bütün beşeri ve ulusal servetlerini
kullandığı diğer Afrika ülkelerinde de büyük katliamlar gerçekleştirmiştir.
Evet, bütün ulusal servetlerinden istifade ettiği ülkelere Fransa’nın
lütfettiği mükafatlar o ülkelerin insanlarını ya topluca katletmek, ya
vatanlarını terke zorlamak, ya dinlerini değiştirmeye mecbur etmek, ya
fakirleştirmek veya benzeri bir zulme maruz bırakmak olmuştur. İşte birkaç
örnek:
Benin
Sömürgecilerin
Afrika’ya yayıldıkları dönemlerde bugünkü Benin kıyılarında köle ticaretinin
önemli merkezleri kurulmuştu. Fransızlar köle ticaretinde ve daha başka
alanlarda kendilerine sağlanan kolaylıklarla yetinmeyerek, bugünkü Benin
topraklarında hüküm süren Dahomey krallarıyla 1861 ve 1868 yıllarında iki ayrı
anlaşma yaparak Benin kıyılarına iyice yerleştiler. Bu durum İngilizlerle
aralarının açılmasına ve bazı çatışmalara yol açtı. 1882’de Porto Novo ve
Kotonu’da himaye yönetimi kuran Fransız sömürgeciler ülkeyi tamamen işgale
kalkıştılar. Dahomey
kralı ve halkı buna karşı çıkarak silahlı mücadele başlattı. Ancak modern
imkânlara sahip olan Fransız sömürgeciler kuzeye doğru ilerleyerek 1904’te
Dahomey’i tamamen işgal ettiler. İşgalden sonra bu topraklar Fransa’ya bağlı
bir genel vali tarafından yönetilmeye başladı. Bundan sonra zaman zaman Fransız
sömürgesine karşı çeşitli ayaklanmalar oldu. Ancak işgalci Fransızlar bu
ayaklanmaların hepsini kanla bastırdılar. Dahomey’in bağımsızlığını ilan etmesi
ise 1 Ağustos 1960’ta gerçekleşti.
Burkina-Faso
Sömürgecilerin
bugünkü Burkina-Faso topraklarına girdiği sırada bölgede Mossiler hüküm
sürüyordu. Ancak o dönemde gerçekleşen bölünmelerden sonra ortaya çıkan Mossi
krallıkları arasında iç savaşlar oldu. Bu gelişmeler Fransız sömürgecilerin
müdahalelerini kolaylaştırdı ve 1895 yılında, daha önce Mossiler arasındaki
bölünmeler sonrası ortaya çıkmış olan Yatenga krallığı Fransız himayesine
girdi. Bu olay Fransız sömürgecilerin bölgede güçlenmelerine imkân sağladı.
Dolayısıyla Fransızlar 1896’da bugünkü Burkina Faso’nun başkenti ve tarihte
önemli bir ticari merkez rolü oynamış olan Vagadugu’yu ele geçirdiler. Böylece
Mossi krallığı da Fransızların eline geçmiş oldu. Fransız sömürgeciler 1897’de
de güneydeki Gwiriko ve Wahabu devletlerini yıkarak bugünkü Burkina Faso
topraklarının tamamını ele geçirdiler. Fransızlar bölgeyi 1904 yılında Yukarı Senegal - Nijer Birliği’ne bağladılar, sonra
1919’da Yukarı Volta adıyla ayrı bir sömürge
haline getirdiler. Bu arada Fransız Milletler Birliği’ne bağlandı. 1932’de Sudan, Nijer ve
Fildişi Sahili arasında paylaştırılan Yukarı Volta 1947’de yeniden tek bir ülke
haline getirildi. Fransa’nın bütün hakimiyeti genellikle güç kullanımıyla devam
etmiştir.
Cibuti
1859’da Cibuti
kıyısındaki Ubuk (Obock) şehrini ele geçiren Fransızlar, 11 Mart 1862’de Tecura
sultanı Ahmed Ebu Bekir’i kendileriyle bir anlaşma yapmaya zorladılar.
Anlaşmaya göre Ubuk şehri 52.000 Frank karşılığında Fransızlara bırakılıyordu.
Bu anlaşma Fransızların bölgede hâkimiyet kurmalarına zemin hazırladı. Ubuk’u
bir üs edinen ve oraya bir iskele kuran Fransa, sonraki yıllarda Cibuti’deki
bütün kabile şeflerini kendisiyle anlaşma yapmaya zorlayarak hâkimiyetine
aldığı alanı genişletti. 1888’de İngilizlerin işgali altında bulunan Somali
sınırlarına kadar ulaştı. Bu işgalden sonra Cibuti topraklarına Fransız
Somalisi adı verildi. Güneyde yer alan bugünkü Somali’ye de o zaman İngiliz
Somalisi deniyordu. Çünkü burasını da İngiliz sömürgeciler işgal etmişlerdi.
1888 yılında Fransa’yla İngiltere arasında bir anlaşma yapılarak iki Somali’nin
kesin sınırları belirlendi. Bu anlaşmadan sonra Fransız sömürgeciler bölgedeki
merkezlerini Ubuk’tan Cibuti’ye taşıdılar.Cibuti’nin Müslüman halkı Fransız
sömürgesini hiçbir zaman kabullenmek istememiştir. Ancak Fransızlar
Müslümanların bütün direnişlerini baskıyla ve zulümle bastırdılar. Afar
Müslümanlar 1917’de Fransız sömürgecilere karşı geniş çaplı bir ayaklanma
başlattılar. Ancak Fransız sömürgeciler bu ayaklanmayı da bütün insanlık dışı
uygulamalara başvurarak bastırdılar. Fransız sömürgeciler bir yandan da Cibuti
halkını kendi dinlerinden uzaklaştırmak için yoğun misyonerlik faaliyetleri
başlattılar. Fransızlar bu işi iki yönlü olarak yürütüyorlardı. Bir yandan
İslâmî eğitimi yasaklıyor, Müslümanların dinlerini öğrenmelerini engelliyorlar,
bir yandan da getirdikleri misyonerler vasıtasıyla kendilerini yoğun bir
Hıristiyanlaştırma faaliyetlerine tabi tutuyorlardı. Ancak bütün bu
çalışmalarına rağmen Hıristiyanlaştırma konusunda hiçbir başarı elde
edemediler. Bugün Cibuti’de yaşayan Hıristiyanların tamamının Avrupa asıllı
olması bunun göstergesidir. Fransızların bu konuda kendi açılarından başarı
sayabilecekleri tek şey Müslümanları dinleri hakkında bilgisiz bırakmak
suretiyle, onların İslâm öncesi dönemlerine ait bazı adetlerini yeniden
canlandırarak bugünkü hayatlarına taşımaları oldu.
Çad
Bugünkü Çad
toprakları üzerinde 19. yüzyılın ortalarında, başlangıçta fil avcılığı ve
ticaret kervanlarına rehberlik yapan Zübeyr adlı bir şahıs bir İslâm devleti
kurdu. Onun kurduğu devlet kısa zamanda geniş alana yayıldı. Bu devlet
bölgedeki kabileleri ve bölgedeki Veday krallığını kendine bağladı. Bu devlet,
1878 - 1900 yılları arasında saltanatı elinde tutan Rabih bin Zübeyr zamanında
bölgenin en güçlü devleti oldu Rabih bin Zübeyr’in saltanatının devam ettiği
sıralarda Fransız sömürgeciler bölgeye askeri güçler göndermeye başladılar.
Fransız güçleri girdikleri yerlerdeki yerel yöneticilerin saltanatlarına son
veriyorlardı. Kral Rabih Fransızlara karşı koydu. 1880 ve 1890’da Fransız
birliklerine karşı verdiği savaşları kazandı. Bu durum karşısında Fransız
sömürgeciler Çad çevresinde bazı yerlere yeni askeri üsler kurdular. 4 Şubat
1894’te de Fransız, İngiliz ve Alman sömürgeciler aralarında anlaşma yaparak
Çad gölü çevresini paylaştılar. Bu paylaşmada bugünkü Çad toprakları Fransa’nın
payına düştü. Fransızların Çad topraklarını ele geçirmek için saldırıları devam
etti. Müslümanlar uzun süre vatanlarını kahramanca savundular. Bu kahramanca
mücadelenin başını çeken Sultan Rabih 1900’de öldürüldü. Ondan sonra oğlu
Fadlullah bu mücadeleyi sürdürdü. O da 1909’da öldürüldü. Fransızlar bu arada
bölgedeki önemli merkezleri ele geçirmiş birçok yerel yönetimi ortadan
kaldırmışlardı. 1911’de gerçekleşen bir savaştan sonra da Çad’ın tamamını ele
geçirdiler. Fransız araştırmacılar Çad’ın tarihini Fransa’nın burayı işgal
ettiği yıldan başlatırlar ve öncesini bir vahşet olarak nitelerler. Oysa işin
gerçeğinde Fransızların Çad’ı işgalleriyle birlikte bu ülkede bir kara dönem,
bir vahşet dönemi başlamıştır. İşgalci Fransızlar Çad’da çok sayıda camiyi ve
medreseyi yıktılar. İslâmî eğitimi tamamen yasaklayarak Müslümanların dinlerini
öğrenmelerine engel oldular. Bütün dini cemiyetlerini kapattılar. Çok sayıda
ilim adamını zindanlara atarak işkenceyle öldürdüler. Müslüman kadınları
rencide ettiler. Bazı Müslüman ilim adamları Fransız zulmünden kurtulmak için
çeşitli yerlere kaçtılar. Fransızlar bunları ortaya çıkarmak amacıyla 1917’de
Çad’da dini hayatın yeniden düzenlenmesi konusunda Abeşe şehrinde bir sempozyum
düzenleneceğini açıkladı ve bunu her tarafta ilan etti. 400 kadar ilim adamı
olumlu bir gelişme olacağını ümit ederek sempozyumun düzenleneceği salona
toplandılar. Ancak çok geçmeden Fransız güçleri salonu her taraftan sararak
toplanan ilim adamlarının hepsini öldürdüler. Fransızların cinayetleri ve
katliamları sonraki yıllarda da devam etti. Fransızların Müslüman ilim
adamlarını ve dinlerine bağlı Müslümanları yok etmekteki amacı Çadlılara
dinlerini öğretecek, İslâm’ı hakkıyla bilen birini hayatta bırakmamaktı.
Fransızlar Çadlı Müslümanları dinlerinden habersiz bir hale getirdikten sonra
ya Hıristiyan yapacaklarını ya da eski putperest adetlerine döndüreceklerini
umuyorlardı. Fransızlar Çad’ın güneyinde yaşayan putperestlerle işbirliği
yaparak siyasi ve ekonomik politikalarında sürekli onları gözettiler. Bu yüzden
ülkedeki ekonomik denge Müslümanların aleyhine bozuldu. Bu durum sonraki
yıllarda istikrarsızlığa ve ciddi problemlere yol açtı.1944’te Çad’a Fransa’ya
bağlı bir deniz aşırı ülke statüsü verildi. Bu, Çad’a kısmi özerklik verilmesi
anlamı taşıyordu. Ancak dışişlerinde Fransız denetimi devam edecekti. 1947’de
Fransa’nın denetiminde ilk genel seçim yapıldı. Seçim sonrasında oluşturulan
parlamentoya hep Fransa yanlıları seçilmişlerdi. 1947’de seçim yapılmasına
rağmen Çadlılar ilk hükümetlerini ancak on yıl sonra yani 1957’de
kurabilmişlerdir. Bu ilk hükümetin başına da Batı Hindistan’dan gelerek Çad’a
yerleşmiş olan ve Fransa’ya bağlılığıyla bilinen Gabriel Lisette getirilmişti.
Onun hükümetinde görev alanlar da hep Fransa’ya yakınlıklarıyla bilinen, Fransa’nın
çıkarlarını gözeteceklerine kesin gözüyle bakılan kimselerdi. Yani Fransa’nın
çıkarlarını koruma görevi artık Çadlılara verilmişti.
Gabon
1839’da, bugünkü
Gabon
topraklarını Fransızlar, Portekizlilerden satın alarak buraya bir sömürge
merkezi kurdular. Bu satın alma
işleminden sonra Fransızlar, Atlas Okyanusu kıyısına bir köle ticareti merkezi
kurarak insanları zincirlere vurup satma işini sürdürdüler. Gabon’u Fransız
Batı Afrikası’nın bir parçası haline getiren Fransızlar 1886’da burayı Fransız
Kongo’suna bağladılar. Fransız sömürgesi döneminde Gabon’da geniş çaplı bir
Hıristiyanlaştırma çalışması da başlatıldı. Fransız işgalciler maddi yönden
destekledikleri çok sayıda Hıristiyan misyoneri Gabonluların arasına yaydılar.
Ancak misyonerler, geniş maddi imkânlara sahip olmalarına ve bir yüzyıldan
fazla çalışma yapmalarına rağmen ülke nüfusunun sadece üçte birine yakın bir
kısmını Hıristiyanlaştırabilmişlerdir. Misyonerler genelde putperest Gabonlular
arasında etkili olabildiler. Müslümanlara yönelik çalışmalarından hiçbir başarı
elde edemediler. Fransız sömürgecilerin İslâmî çalışmaları engellemelerine ve
Müslümanları kıskaca almalarına rağmen sömürge döneminde, Gabon’da
Müslümanların sayısı daha da artmıştır. Bunda Fransız ordusunda görev yapmaya
zorlanan Afrikalı Müslüman askerlerin de etkisi oldu. Bu Müslüman askerler
Fransızların baskılarına rağmen ordudaki görevleri sırasında dinlerini yaşamaya
devam ettikleri gibi çevrelerindeki insanlara da iyi muamelede bulunarak
onların İslâm’a ısınmalarını sağladılar. Gabon’a 1958’de Fransız Milletler
Topluluğu’na bağlı özerk bir sömürge statüsü verildi. 17 Ağustos 1960’ta da
bağımsız bir ülke haline getirildi.
Gine
1885 Berlin
Konferansı’nda Avrupalı sömürgeciler Batı Afrika topraklarının paylaşılması
konusunda aralarında bir anlaşma imzaladılar. Bu anlaşmada Gine, Fransızlara
verildi. Bundan sonra 1887’de bugün Gine’nin başkenti olan Konakri’ye askeri
garnizon kuran ve Gine’deki askeri güçlerini artıran Fransızlar, Futa Calon
emirleri üzerindeki baskılarını artırdılar. 4. İbrahim Sori’den sonraki emir
Ebu Bekir Sori’nin 1896’da öldürülmesinden sonra yerine geçen emir Fransız
himayesini kabullendi. Bu olaydan sonra Gine, Fransız Batı Afrikası’nın bir
parçası oldu. Bu olaydan sonra Futa Calon Müslümanlarının ileri gelenlerinden
İmam Samori Ture ve oğlu Karamoko, Fransız himayesine karşı çıkarak cihada
devam ettiler. Ancak İmam Samori 29 Eylül 1898’de Fransızlara esir düştü ve
Gabon’a sürgün edildi. 1900’de de orada vefat etti. Fransız sömürgeciler diğer
Batı Afrika ülkelerinde yaptıklarını Gine’de de yaptılar. Ülkeden İslâm’ın
izlerini silmek için İslâmî eğitimi yasakladılar, İslâmî medreseleri ve eğitim
kurumlarını kapattılar, ilim adamlarını ya öldürdüler veya vatanlarını terk
etmeye zorladılar. Onların yerine ülkenin her tarafına Hıristiyan misyonerleri
yayarak Hıristiyanlaştırma çalışması başlattılar. Ancak halk işgal yönetimini
hiçbir zaman benimsemedi ve Hıristiyan misyonerlerin propagandalarına da rağbet
etmedi. Bağımsızlık arzusu da Ginelilerin gönüllerinden hiç silinmedi. 1950’lerden
sonra bağımsızlık arzusu fiili eylemlere, genel grevlere, işçi hareketlerine
vs.’ye dönüştü. Bu mücadelenin öncülüğünü Ahmet Seku Ture adlı bir şahıs
yürütüyordu. Ahmet Seku Ture, Gine Demokratik Partisi adlı bir parti kurdu ve
1957’de yapılan seçimlerde 60 kişilik mecliste 56 üyelik kazandı. Gine halkı
Fransız cumhurbaşkanı De Gaulle’ün sunmuş olduğu yeni anayasayı reddetti.
Sonuçta Gine, 2 Ekim 1958’de bağımsız devlet oldu.
Kamerun
1916’da
Fransızlar ve İngilizler Kamerun’u işgal etti ve aralarında paylaştılar. Bu
paylaşmada ülkenin dörtte üçünden fazlası Fransızların payına düştü. Fransız ve
İngilizlerin Kamerun üzerindeki hâkimiyetleri 20 Temmuz 1922’de Milletler
Cemiyeti tarafından da onaylandı. Fransız ve İngiliz işgalciler, bu ülkeyi onlardan
önce işgal altında tutan Almanların yaptığı gibi Müslümanlara baskı ve
misyonerlik faaliyetlerine ağırlık verme işini sürdürdüler. Misyonerler daha
çok yerel dinlere mensup animistler arasında etkili oldular. Müslümanların
sayısında hiçbir azalma olmadı. Aksine artış oldu. Fransız Kamerunu denilen
kısım, 1 Ocak 1960’ta BM gözetiminde gerçekleştirilen bir referandum sonucunda
bağımsızlığını elde etti.
Komor Adaları
Bugünkü resmi
adı Komorlar Federal İslam Cumhuriyeti olan Komor Adaları’na karşı 1830’lu
yıllarda Fransız sömürgeciler saldırılar başlattı ve 1841’de Mayot (Mayotte) adasını ele geçirdiler. Büyük Komor’da 1875’te
Sultan Ahmed’in yerine geçen torunu Seyyid Ali, Fransızlara yanaşmak ve onların
himayelerini kabullenmek zorunda kaldı. Fransızlar Anjuvan Adası’nı da 1886’da
Sultan III. Abdullah’ın adaya hükmettiği sırada hâkimiyetlerine aldılar.
Böylece bütün Komor Adaları Fransız hâkimiyetine geçmiş oldu. Adalardaki
geleneksel sultanlık yönetimi (emirlik) Fransız hâkimiyeti altında 1912’ye kadar
devam etti. Fransızlar 1912’de bütün yerel yönetimleri ve İslâmî uygulamaları
ortadan kaldırdılar ve Komorlar’ı yine kendi hâkimiyetlerinde olan Madagaskar’a
bağladılar. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Komor Adaları Müslümanları bağımsızlık
mücadelelerine hız kazandırdı ve bu amaçla Tanzanya’da bazı örgütler kurdular.
Bu örgütler sonra Komor Adaları Milli Kurtuluş Hareketi bünyesinde birleşerek
organize bir faaliyet içine girdiler. Fransa da 1974’te adaların geleceğiyle
ilgili bir referandum yapmak zorunda kaldı. Açıklanan sonuçlara göre Mayot
Adası halkının % 65’i Fransız idaresinin devamını, diğer adalardaki halkın ise
% 95’i bağımsızlığı istemişti. Fransa, 1 Ocak 1976’da Mayot Adası dışındaki
adaların bağımsızlığını kabul
etti. Ancak ilginçtir ki kurulan bağımsız cumhuriyetin başkanlığına bir batı
hayranı olan Ali Suveylih geçirildi. Ali Suveylih ülkesini modernleştirme
iddiasıyla İslâmî tesettürü ortadan kaldırmak dahil birtakım reformlar
gerçekleştirmek suretiyle Fransız işgalcilerin başaramadıklarını başarma çabası
içine girdi. Ancak 1978’de Ahmed Abdullah tarafından gerçekleştirilen bir
darbeyle Ali Suveylih görevden uzaklaştırıldı. Yeni başkan Ekim 1978’de
anayasayı değiştirerek devletin resmi adını “Komorlar Federal İslâm Cumhuriyeti”
yaptı.
Moritanya
Sömürgeci güçler
Senegal
ve Moritanya konusunda aralarında uzun süren bir kavga sürdürmüşlerdir. Bu
kavga 1814 Vaterlo savaşından sonra Napolyon’un diğer sömürgeci güçleri
yenilgiye uğratmasının ardından imzalanan anlaşmayla Senegal topraklarının, hâkimiyet
sınırlarını genişleten Fransa’ya bırakılmasıyla sona erdi. Fransız sömürgeciler
Moritanya’yı ele geçirmek için 19. yüzyılda birçok kez saldırılar
düzenledilerse de başarılı olamadılar. Ama bu işi fitne yoluyla başarabildiler.
Fransız sömürgeciler bazı fırsatları kullanarak birtakım kabile başkanlarıyla
ilişki içine girdiler ve bu ilişkiler sonunda Araplarla Berberiler arasına
düşmanlık sokmayı başardılar. Bunun üzerine çıkan Arap - Berberi kavgasından
yararlanan Fransız sömürgeciler 1903 yılında Moritanya’nın Trarza bölgesini ele
geçirdiler. Sonraki yıllarda da saldırılarını sürdüren Fransızlar 1920’de
Moritanya’nın tamamını işgal ettiler. İşgalden sonra Moritanya, sekiz eyaletten
oluşan Fransız Batı Afrika’sının bir eyaleti oldu. Fransızlar Moritanya’yı
işgal ettikten sonra ülkenin her tarafına yaydıkları misyonerler vasıtasıyla
geniş çaplı bir Hıristiyanlaştırma çalışması başlattılar. Ancak dinlerine son
derece bağlı olan Moritanya Müslümanları arasında Fransızların saldığı
Hıristiyan misyonerler hiçbir başarı elde edemediler. Moritanya halkı işgal
yönetimine karşı sürekli mücadele etmiştir. Bu mücadelede bazı tarikat
şeyhlerinin ve din alimlerinin önemli etkinlikleri oldu. Bağımsızlık mücadelesi
1958’de oldukça etkili duruma geldi. Fransa yönetimi, 5. Fransız Cumhuriyet
Anayasası’nı kesinlikle reddeden Moritanya’ya Fransız Milletler Birliği içinde
bağımsız bir üye statüsü verdi.
Nijer
Nijer toprakları
19. yüzyılın sonlarında Fransız sömürgeciler tarafından işgal edildi ve 3
Ağustos 1960 tarihine kadar Fransız işgalinde kaldı. Fransız işgalciler diğer
Afrika ülkelerinde başvurdukları baskı ve Hıristiyanlaştırma uygulamalarına
aynen Nijer’de de başvurmuşlardır.
Senegal
Bugünkü Senegal
topraklarında, sömürgecilerin bölgeye girmelerine kadar Murabıtlar devleti
hüküm sürüyordu. Bu devletin hakimiyeti, sömürgecilerin 1885 Berlin anlaşmasıyla Batı Afrika topraklarını
aralarında paylaşmalarına kadar sürdü. Bu paylaşımda bugünkü Senegal
toprakları Fransız sömürgecilere düştü. Fransızlar 1904’te bugün Senegal’in
başkenti olan Dakar’ı
Fransız Batı Afrika’sının merkezi yaptılar. Bu şehri hem Batı Afrika’daki
hâkimiyet sınırlarını genişletmek için bir hareket merkezi, hem de bir ticaret
merkezi haline getirdiler. Senegal
halkı Fransız işgaline başından itibaren karşı çıktı. Bazı Müslüman liderlerin
öncülüğünde değişik zamanlarda ayaklanmalar oldu. Ancak Fransız sömürgeciler
ellerindeki teknik imkânları kullanarak bu ayaklanmaları bastırdılar. Fransız
sömürgeciler işgal ettikleri diğer Afrika ülkelerinde olduğu gibi Senegal’de de
hâkimiyetlerini sağlamlaştırabilmek amacıyla geniş çaplı Hıristiyanlaştırma
faaliyetleri başlattılar. Ancak bu konuda hiçbir başarı elde edemediler. Ülkede
kurulmuş olan İslâmî eğitim kurumlarının ve Müslüman ilim adamlarının
gösterdikleri gayretlerin, Hıristiyanlaştırma çalışmalarının sonuçsuz
kalmasında önemli etkinliği olmuştur. Senegal’e 1958’de Fransız Uluslar
Topluluğu’na bağlı özerk bir cumhuriyet statüsü verildi.
Tunus
Tunus, 12 Mayıs
1881’de Fransız sömürgeciler tarafından işgal edildi. Bundan sonra Fransızlar
ülkeye “yüksek komiser” dedikleri genel vali tayin ederek yönetmeye başladılar.
Fransızlar işgal ettikleri bütün diğer ülkelerde başvurdukları zulüm
uygulamalarına burada da başvurdular. Bu zulme karşı bağımsızlık yanlısı
örgütlenmeler ve bazı ayaklanmalar oldu. Ancak bütün bu ayaklanmalar insafsızca
ve kanlı bir şekilde bastırıldı. Tunus’ta bağımsızlık mücadelesini organize
etmek ve bu mücadeleye yön vermek amacıyla Dustur Partisi adında bir siyasi
parti kuruldu. Ancak Fransız sömürgeciler işgal ettikleri diğer ülkelerdeki
bağımsızlık mücadelelerini kendi kontrollerine almak için başvurdukları sinsi
oyunlara burada da başvurarak kendi elleriyle yetiştirdikleri Habib Burgiba’yı
bağımsızlık mücadelesinde önemli bir konuma getirmeyi başardılar ve ona Yeni
Dustur Partisi adında bir parti kurdurdular. Habib Burgiba başlangıçta İslâmcı
düşünceyi destekliyor, camilerde namaz kıldırıp hutbeler veriyor, konuşmalarında
İslâmî kavramlar ve özellikle cihat konusu üzerinde ağırlıklı bir şekilde
duruyordu. Oysa Burgiba çocukluğundan beri Fransızların gözetiminde bulunmuş,
bir Fransız ailenin yanında büyümüş ve Fransa’da hukuk öğrenimi görmüş biriydi.
Fransızlar Burgiba’yı Tunus halkına kabul
ettirebilmek amacıyla 1934 - 36 ve 1938 - 42 yılları arasında hapse de attılar.
Burgiba sinsi politikasına dış destek bulmak amacıyla 1945’te Fransız işgal
yönetiminden kaçtığı görünümü vererek Kahire’ye geçti. 1949’a kadar Kahire’de
kalarak bu dönem içinde Arap ülkeleri başta olmak üzere İslâm ülkelerinin
desteğini sağlamaya çalıştı. Tunus’a dönüşünden sonra halkı isyana teşvik eden Burgiba bu arada
Fransız işgalcilerin Tunuslu Müslümanları kırıp geçirmeleri için gerekli şartları
oluşturuyordu. Sonuçta Fransızlar kendi adamları olan Burgiba’nın konumunu
sağlama aldıktan sonra 20 Mart 1956’da işgale son vererek Tunus’un
bağımsızlığını tanıdılar. Bağımsızlık sonrasında Burgiba, Tunus
cumhurbaşkanlığına getirildi. Ancak tutumunu birden bire değiştirerek İslâm
aleyhtarı bir siyaset izlemeye başladı. Partisinin adını Sosyalist Dustur
Partisi olarak değiştirdi. Zulüm uygulamalarına da Fransızların kaldığı yerden
üstelik her geçen gün biraz artırarak devam etti. ALINTI