Ümran
Türkyılmaz
Yaşamın
diyalektiğinde varoluşun özünü oluşturan ölüm, varoluş
kaygısı ve yok olma korkusu ile kendini göstermektedir. Sonlu
varoluşumuzla birlikte duyumsadığımız ölüm, yaşamın temel
dinamiği ve insanoğlunun değişmeyen tek alınyazısı olarak
yazarların önde gelen izleklerinden birini oluşturur. Ancak Albert
Camus, ölüm düşüncesi ile yoğunlaşan yazarların önünde
gelenlerdendir. Yaşama anlam ve ivme kazandıran ölümü varoluşsal
bir olay olarak analiz eden Camus, varoluş-ölüm diyalektiğini
yapıtlarında yoğun bir şekilde işlemiştir. Ona göre yaşam bir
yok oluş yolculuğudur'. Bu yolculuğun son aşamasını oluşturan
ölüm ise insanda uyumsuzluk duygusunu uyandıran, bununla birlikte
yaşamı sorgulamaya yönelten ve bu sorgulamadan anlamsızlığın
trajik bilincini ortaya çıkararak insanı yaşama karşı
başkaldırmaya götüren önemli bir olgudur.
Albert
Camus, yapıtlarında bir yandan yaşamın ölümle sonuçlanan
anlamsızlığını vurgularken diğer yandan ölüme karşı
başkaldırmayı ve yaşamı yüceltmeyi amaçlamıştır. Roger
Quilliot, Camus'nün ölüm izleği üzerinde yoğunlaşarak yaşamı
yüceltmesinin nedenini, 1936 ile 1938 yıllarında sağlığı ile
ilgili büyük sorunlar yaşamış olmasına ve bu ürkütücü
sağlık deneyimlerinden sonra Camus'nün yaşama aşkını ve
tutkusunu farketmiş olmasına bağlar.
Camus'nün
ölüme duyduğu bu ilginin kaynağını kendi yaşamında bulmak ve
onu sık sık tehdit eden ölümün soğuk yüzüyle karşı karşıya
gelmesine neden olan tüberküloz hastalığına bağlamak göz ardı
edilemeyecek bir olasılıktır. Camus'nün yaşamı, o dönemde
genellikle tedavisi olanaklı olmayan tüberküloz hastalığının
neden olduğu korkunun baskısı altında geçmiş ve hastalığın
krizleri Camus'de varoluşsal deneyimi zenginleştirmiştir.
"Ölümle
ilgili bu sürekli tedirginliğin Camus'nun yaşamına ne zaman girdiğini
bilmiyoruz. Ancak onun ölümünün gençliğinin ilerleyen döneminde
nasıl üzerinde sallandığını somut olasılıklarla bilmekteyiz,
çünkü bu dönemde yakalanmış olduğu tüberküloz hastalığının
ilk krizleri ile karşı karşıya bulunmaktadır. Gençlik
yıllarında hissettiği ölüm düşüncesi, hiç kuşku yok ki,
saçmalık duygusunun özündeki keder ve karışık olarak yaşama
olan tutkusunu arttıracaktır".
Sanat
yaşamını ölüm izleği üzerine temellendiren Albert Camus, yapıtlarında
tüm gücüyle bu korkuyu yok edebilme çabasını anlatmış ve
varoluşun anlamını insanın sonlu bir varlık olduğu olgusunda
yani ölümde aramıştır. Camus'ye göre, yaşamın ölümle
sonuçlanan dramıyla baş edebilmek ve varoluşun derinliğine
ulaşabilmek için savaşım vermek gerekmektedir. Nitekim sonlu bir
varlık olduğunun bilinci ile acılar içinde kıvranan Camus'nun
kahramanları da ölüme karşı başkaldırmaktadırlar. "Bu
savaşım ölümü yenme ya da onun verdiği korku ve nefrete egemen
olabilme arzusundan kaynaklanmaktadır".
Camus,
ölüm izleğini insan yaşamının anlamsız olduğuna ilişkin
düşüncesine paralel olarak geliştirmiştir. Nitekim ona göre
yaşam ve ölümün zorunlu diyalektiği, insan yaşamını anlamsız
kılmakta ve endişe yaratmaktadır. Tüm benliğini ölüme karşı
duyduğu nefret ve korku duygulan saran Camus insanı, birdenbire
başlayan ve aniden bitiveren yaşamın kaotik görünümü ile karşı
karşıya gelerek kaçınılmaz bir şekilde çıkmaza doğru
sürüklendiğini hissetmektedir. Camus'nun Caligula'sında ölüm,
insanı her zaman tehdit eden trajik ve değişmeyen bir
alınyazısıdır. Camus, tarihsel bir kişilik olan Roma
İmparatorunun portresini çizerken gerçek yaşam öyküsünden
esinlenmiştir. Latin tarihçi Suetone, Oniki Sezar'ın Yaşamı'nda.
(La
vie des douze Cesars) Drusilla'nın ölümüyle çılgına dönen
Caligula'nın tutumunu şöyle ifade etmektedir: "Drusilla'nın
ölümüyle bütün mahkemeleri kapatan Caligula, acısına
dayanamayıp aniden Roma'dan kaçtı ve Syracusa'ya gitti. Sonra saçı
sakalı karışmış bir durumda geri geldi. Bu değişiklikten sonra
bir süre gülmenin, ailece yemek yemenin ve yıkanmanın cezası
ölüm oldu. Tebaası ve askerleri ile konuşurken hep 'Tanrıça
Drusilla' üzerine ant içti".
Ölümlü
olduğunu bilmesine karşın Caligula'nın ölümsüzlük arayışı,
yalnızca kendisinin değil, aynı zamanda kendisi ile simgeleşen
insanlığın da bir paradoksu olarak karşımıza çıkmaktadır.
İşte bu nedenle ölümsüzlüğe ulaşma çabası insanın
varoluşuna ilişkindir, çünkü insanoğlu ölüme yazgılı
olduğunun farkında olan ve bunun üzerine bilinç geliştirebilen
tek varlıktır.
Camus'nün
de vurgulamış olduğu gibi yaşamın dinamiğini oluşturan ölüm,
Caligula'da uyumsuzluk bilincinin gelişmesine neden olmuştur. Roma
İmparatorunu harekete geçiren ölüm kaygısı, yaşamın
sürekliliğinin elde edilebilmesi için yol gösterici bir öğe
olarak karşımıza çıkmaktadır. Böylece yaşam arzusuyla dolu
olan insanın yitimli bir varlık olduğunu bilmesi ve ölüm
bilincine sahip olması Caligula'yı uyumsuzluk duygusuyla karşı
karşıya getirmiştir. Camus, bu uyumsuzluğu oyununda keskin bir
şekilde dile getirmiş ve insanın temel varoluş sorunlarına
değinerek Caligula'yı uyumsuzluk olgusu ile özdeşleştirmiştir.
Varoluşun özünü içeren ve yaşamın diyalektiğinin temel öğesi
olan ölüm, Roma İmparatorunun uyumsuzluğu keşfedişinde
diyalektik olarak şu şekilde betimlenmiştir:
Ölumlu
Caligula-Drusilla'nın beklenmedik ölümü-ölumsuz Caligula.
Yaşamın
karşıtı olan ölüm, Caligula'yı yaşamın anlamı üzerinde
sorgulamaya yöneltmiştir. Öleceğini bilen insan nasıl mutlu
olur? Sorusunun yanıtsız kalması sonucunda uyumsuzluk bilincine
ulaşan Caligula, Drusilla'nın ölümü üzerine mutlu olmadığını
anlamıştır. Bu ayrım Caligula'nın uyumsuzluk üzerine bir bilinç
geliştirmesi açısından şöyle yorumlanabilir: Bilinçsiz
Caligula-Uyumsuz Caligula-Bilinçli Caligula.
Bu
karşıtların diyalektik birlikteliğinden ortaya çıkan sentez,
insanın her an için ölümsüzlüğü aradığını ifade
etmektedir. Camus, Caligula'nın uyumsuzluk bilincine ulaşmadan önce
uyumlu bir kişi olduğunu söylemektedir. Ancak hem sevgilisi ve hem
de kızkardeşi olan Drusilla'nın ani ölümü, birdenbire hiçlikle
karşılaşmanın vermiş olduğu korkuyla yaşamı parçalanan
Caligula'da uyumsuzluk bilincini uyandırmış ve bu bilinç dönüşümü
onu olumsuzlaştırmıştır. Drusilla'nın ölümü, Caligula'nın
trajikdeneyimini hızlandıran bir etken olmuştur. Böylelikle
yaşam-ölüm diyalektiği olarak yaşamı yeniden sorgulama
zorunluluğunu duyumsamış olan Caligula'daki ölüm bilinci, onun
yaşamının tüm akışını etkilemiştir.
Hiçlik
duygusuyla birlikte ivme kazanan ölüm korkusunun yarattığı
anlamsızlık, Caligula'da yeni değerlerin oluşmasına neden
olmuştur. Bu aynı zamanda Caligula'nın uyumsuzluk bilinci
geliştirmesi anlamına da gelmektedir. Drusilla'nın ölümünün
Caligula'nın üzerinde yarattığı bunalım ile Camus, yitimli,
geçici ve ölüme yazgılı bir varlık olan insanın yaşamının
ne kadar ürkütücü olduğunu vurgulamaktadır. Bu vurgunun arka
planını ise "insanlar ölüyor ve onlar mutlu değildir"
düşüncesi şekillendirmektedir: "-Helicon: Öyleyse şu
gerçek dediğin nedir, Caius?
-Caligula:
İnsanlar ölür ve onlar mutlu değildir."
Hiçliğe
doğru gidişe paralel olarak yalnızlığa sürüklenmiş ve yaşamın
anlamsızlaştığını
duyumsamış olan genç imparator, ölüme karşı savaşımında
bütün erkini kullanmıştır. Bunun için ölümü ve onu içinde
barındıran dünyayı olumsuzlayarak ölüm olgusundan kaçabilmeyi
düşlemiştir. Bu düşünceden hareket ederek dünyayı
katlanılamaz bulan Caligula, içinde yaşadığı anlamsızlığı
insanların hiçbir zaman ölmeyecekleri başka bir dünya yaratarak
aşmak istemiştir. Camus, Caligula aracılığıyla bize sunduğu
yaşam-ölüm diyalektiğinde ölümü yaşamın bir gölge oyunu
olarak yansıtır.
Buna
göre Caligula, ölümsüzlüğü simgeleyen Ay'ı elde edebilirse
mutluluğa ulaşabilecek ve içinde bulunduğu yalnızlığı yok
ederek uyumsuzluğu da yenecektir.
"-Caligula:
Sadece olanaksız bir gereksinimi içimde duydum.
Olaylar
hoşnut edici görünmüyor. (...) Böyle bir dünyaya katlanılamaz.
Ay'a, mutluluğa ya da ölümsüzlüğe, belki çılgın olan ama bu
dünyadan olmayan bir şeye -gereksinme duyuyorum".
Görüldüğü
üzere Roma'nın tek egemeni, ölümsüzlüğü arzulamaktadır.
Tıpkı
ölümsüzlüğü dünyadaki her türlü hazza tercih etmeye hazır
olan
Gılgamış
veya Tanrılar tarafından bir kayayı dağın doruğuna çıkartmakla
cezalandırılan Sisifos gibi. Ölümü Tanrıların insanlara
verdiği bir ceza gibi gören ancak ölümü yenebildiği ölçüde
ölümlülükten kurtulabileceğini düşünen Caligula, kendisini
Tanrılarla özdeşleştirmiştir. Tanrılar nasıl güçlerini
kullanarak insanları cezalandırıyorsa, o da erkini halkı üzerinde
kullanmış ve kendisini Tanrıların yerine koyarak tıpkı onlar
gibi rastlantısal ölümler yağdırmıştır. Özgürlükleri
kısıtlayan yasaları yürürlükten kaldırarak düzenlemeler yapan
Caligula, toplumsal yaşamın törelerine ve doğaya aykırı
davranışlarda bulunmaktan hiç çekinmemiştir. Caligula,
insanların ölüme yazgılı olduğunu, bunun erken ya da geç
gerçekleşmesinin önemli olmadığını belirterek korkunç
cinayetlerine dayanaklar oluşturmaktadır.
Bütün
insanların öleceğini ancak bu olayın sadece bir zaman sorunsalı
olduğunu düşünmektedir. Böylelikle oyunda cinayetlerini
acımasızca gerçekleştiren ve giderek sıklaştıran Caligula'nın
birdenbire kötülüklere ve zulme başlayarak bir canavara dönüştüğü
görülmektedir. "Caligula felsefesini cesetlere dönüştürür.
Bir zamanlar haksever bir kişi olmak istemiştir. Umarsız bir
dünyada katışıksız biçimde kötü olma yürekliliğini bulur
sonunda. Yurttaşlara acımadan eziyet eder. (...) Ama cinayetleri ve
acımasızca aklına geleni yapması giderek sıklaştıkça,
iğrençledir, bir canavar olur".
Caligula'daki
bu değişimin nedeni nedir? Camus, Roma İmparatoruna bütün bu
akıl almaz cinayetleri işleterek neye dikkatimizi çekmek
istemiştir?
Bu
duruma Caligula'nın düşüncelerinin arka planını oluşturan
yaşantısından yola çıkarak yanıt verilebilir. Genç İmparatoru
sevdiği insanın ölümünü gözlemlemesi olgusu harekete
geçirmiştir. Drusilla'nın ölümü sonucunda hiçlikle karşılaşmış
ve kendisini anlamdan yoksun bir dünyada bulmuş olan Caligula,
diğer insanların yaşamına son vererek tıpkı Dostoyevski'nin
Kirilov'unun kendini öldürerek insanları özgürleştirmesi gibi
kendi özgürlüğünü başkalarının ölümünde bulmuştur.
Böylelikle hem özgürlüğünü başkalarının ölümüyle
temellendirmekte hem de yalnızlığını başkalarını öldürerek
aşmaya çalışmaktadır:
"-Caligula:
Öldürmediğim zaman kendimi yalnız buluyorum. Evreni kaplamaya,
can sıkıntısını gidermeye canlılar yetmiyor. Tümünüz ötede
oldunuz mu, bana bakamadığım ölçüsüz bir boşluğu
duyuruyorsunuz. Ancak ölülerimin arasında iyiyim".
Caligula,
halkına dünyanın düzeninin ne olduğunu anlatma görevini
üstlenmektedir. Ölüm kaygısıyla yaşayan ve halkına ölümü
dağıtan
İmparator,
uyumsuzluk bilincini başkalarının trajik ölümünü gözlemleyen
tebaasında uyandırmaktadır:
"-Helicon:
Haydi Caius, çok iyi düzenlenen bir gerçek bu. Çevrene bir bak.
Onların yemek yemelerine engel olmuyor bu gerçek.
-Caligula:
Öyleyse çevremde her şey yalan ve ben gerçeğin yaşanmasını
istiyorum! Onları gerçekler içinde yaşatabilme araçlarım var.
Çünkü eksiklerini biliyorum, Helicon. Bilgisiz bırakılmışlar.
Konuştuğu şeyin ne olduğunu bilecek bir eğitimciden yoksunlar".
Başkasının
yok oluşuyla ölüm olayını gözlemleyen birey, bu noktada bilgi
sahibi olsa bile ölüm daima bir başkasının ölümü olmaktaydı.
Bu nedenle Caligula, başkalarını öldürerek hiçbir zaman ölümü
deneyemeyeceği bilincine ulaşmaktaydı. Sonlu bir varlık olan
Caligula'nın umutsuzluğu, sonsuz bir varlığa dönüşmeyi
gerçekleştirememesinden ileri gelmekteydi.
"Caligula,
gerçekleştirdiği katliamlarda ve yaptığı eylemlerde
haksızlıklar zinciri oluşturduktan sonra, intiharın eşiğine
gelerek sonunda kendi ölçüsüzlüğünün günah ödeyici kurbanı
olmuştur". Geriye ölüm olayını öğrenmesinden başka bir
şey kalmamıştır.
"-Helicon:
Kendini koru, Caius; kendini koru!
Görülmez
bir el Helicon'u hançerler. Caligula yeniden kalkar. Küçük bir
sandalye alır, soluyarak aynaya yaklaşır. Kendine bakar, yalandan
sıçrar, aynadaki ikili devinimin önünde bütün gücüyle
sandalyesini fırlatır ve bağırıp çağırır.
-Caligula:
Tarihe Caligula, tarihe.
(Ayna
paramparça olur, aynı anda bütün çıkış geçitlerinden silahlı
suç ortakları içeri girerler. Çılgın bir gülüşle onlarla
karşı karşıya gelir. Yaşlı soylu kişi onun sırtına vurur,
Cherea bütün öfkesiyle karşısına dikilir. Caligula'nın gülüşü
hıçkırığa çevrilir. Tümü vurur. Son bir hıçkırıkla
Caligula gülüp hırlayarak ulurcasına bağırır): -Hâlâ
yaşıyorum!".
Caligula'nın
bütün serüveni kardeşi ve sevgilisi Drusilla'nın ölümüyle
başlamakta ve kendi ölümüyle de son bulmaktadır. Roma
imparatorunun yaşamı sayısız ölümlerden oluşan bir yaşamdır.
Yaşamının en büyük mutsuzluk kaynağı olan ölümü, tıpkı
bir Tanrı gibi, buyruğu altındakilere uygulayarak onların
bilinçlenmelerini ve başkaldırmayı gerçekleştirmelerini düşler
ve sonunda bunu başarır da. Ölüm karşısındaki korku ve ona
duyulan nefret, insanların Caligula'yı öldürmelerine neden olur.
Öldürmenin çözüm olmadığını anlayan Caligula, kendisini
öldürmeye gelen senatörlere karşı koymamıştır. Caligula'nın
ölümü isteyişinin ve yenilgiyi kabulünün nedeni, ölümsüzlük
arayışının çıkmazda oluşudur: "Hiçbir insanın kendini
tek başına kurtaramayacağını ve hiçbir insanın insanlara karşı
yürüyerek özgür olamayacağını öğrendiği zaman, Caligula
ölüme boyun eğer".
Caligula,
son gülüşünü kendisine yansıtan aynayı kırarak senatörlerin
hançer darbeleri altında çöker. O, halkı üzerinde yaratmış
olduğu uyumsuzluk yaşantılarından kaynaklanan kaygı ve düşmanlık
duygularıyla öldürülür. Son nefesini verirken Caligula'nın
"Hâlâ yaşıyorum" demesi ölümsüzlüğü yakalayabilme
umudunu yitirmediğinin göstergesi olması açısından önemlidir.
"Camus'nün Caligulası üst düzey bir intiharın ve trajik
hataların hikayesidir. Roma İmparatoru, hiç kimsenin yalnız
başına kurtulamayacağını ve özgür olamayacağını
algıladığından kendi ölümüne razı olmuştur" . Caligula,
başka insanları yok ederken aslında kendisini de yok etmektedir.
İhtiyar senatör bir komplo düzenlendiğini Caligula'ya
bildirdiğinde, onun önemsemeyişi, ölümünün bir üst düzey
intihar olduğunun göstergesidir. Kendisini vebayla bir tutan
Caligula, kanlar içindeki gülümseyen yüz ifadesiyle ölür.
Morvan Lebesque, Caligula'yı tanımlarken şu ifadeleri
kullanmaktadır: "Caligula, yaşam hırsının tahrip etmeye
sürüklediği bir insan; kendisine duyduğu bağlılık yüzünden
insanlara bağlı kalmayan bir adam.
Tüm
değerleri reddeder. Eğer gerçeklik tanrıları yadsımaksa, onun
yanlışlığı da insanları yadsımaktır. O, kendisini de birlikte
tahrip etmeden hiçbir şeyin tahrip edilemeyeceğini anlamaz.
Caligula, tüm yanlışlıkların en insanisinin ve yürek
parçalayıcısının öyküsüdür".
Camus'nün
ölüme başkaldıran uyumsuz kahramanı Caligula, ölüm bilincinin
yaratmış olduğu anlamsızlık duygusunun sonunda ölüme karşı
bir tavır almıştır. Caligula aracılığıyla ölümsüzlüğü
yakalamak isteyen Camus, ölümün karşısında yaşamı
yüceltmiştir. Her ne kadar yaşama anlam veremese de Camus'de
yaşama arzusu, ölüme üstün gelmektedir. Yaşamının
anlamsızlığına karşın tüm gücü elinde bulunduran İmparator,
sevdiği insanın ölümü ile çılgına döner. Böylece umutsuz
insan trajedisini yaşayan Caligula, yazgısını bilmesine karşın
yine de ona karşı başkaldırır. Ölümle biten yaşamın anlamsız
oluşu Caligula'nın başkaldırısına ivme kazandırır.
Caligula,
bir yandan ölümün kaçınılmazlığını kabul ederken diğer
yandan ona karşı başkaldırmaktadır. Böylece ölümün soğuk
yüzünü ortaya çıkarmak isteyen Caligula, olanaksız olarak
tanımladığı yerlere gitmek ve Ay'ı yakalamak arzusundadır.
Caligula, ölüm ve yaşamın anlamsızlığına karşın insanoğluna
başkaldırının yetkin bir örneğini sunmaktadır.
Caligula
aracılığıyla ölümün anlamını sorgulayan Camus, ölümün
"varoluşsal anlamı" üzerine etkin bir düşünce sistemi
geliştirmektedir. İnsanın sonlu bir varlık oluşu, bir yandan onu
hiçbir zaman çözüme ulaştıramayacağı "yaşamın anlamı
nedir?" sorusuyla karşı karşıya getirirken diğer yandan
"yaşama karşı başkaldırmayı" da beraberinde
getirmektedir. Bu nedenle Camus, varoluşumuzu Caligula'da olduğu
gibi ölüm ile olan diyalektik bağ içerisinde değerlendirmektedir.
Bu bağlamda ölüm "biyolojik olarak yok olma", "bitiş",
"yok oluş" gibi olumsuz anlamlardan çok "yaşama
anlam katan bir olgu" olarak karşımıza çıkmaktadır. Ölüm
kaygısının yarattığı hiçlik ve bu hiçliğin neden olduğu
uyumsuzluk, insanın yaşamı üzerinde daha üst bir bilinç
geliştirmesine neden olmaktadır. Uyumsuzluğun bilinci olarak
özetlenebilecek bu duygu ve düşünce boyutunda birey, artık ölüme
olumlu bir anlam verecek ve yaşamın her an ölümün içinde
yeniden oluşmak olduğunu görecektir. Camus'nün de Caligula
aracılığıyla vurgulamaya çalıştığı gibi ölüm yaşamla,
yaşam da ölümle gerçek anlamını bulacaktır.
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih
Coğrafya Fakültesi Dergisi 43,2(2003)109-118