ABD’nin diğer nükleer güce sahip ve kendisine rakip olabilecek ülkelerden farkı, sahip olduğu ekonomik ve teknolojik üstünlüğüdür.Bu anlamda ABD sadece nükleer silahlara sahip bir İran ile değil, nükleer bilgiye ve teknolojiye kendi imkanlarıyla sahip bir İran ile de karşı karşıyadır. Ortadoğu’da daha kalabalık nüfusu, ekonomik, askeri potansiyeli ve radikal söylemleriyle İran’ın nükleer silah elde etmesi doğal olarak ABD ve İsrail’i oldukça rahatsız etmektedir. İran nükleer faaliyetleri dolayısıyla ABD’nin baskılarını, kendi güvenliğine ve rejiminin devamlılığına yönelik en önemli tehdit olarak algılamakta ve bu tehdidi azaltmak için de silahlanmaya ağırlık vermektedir.1 ABD Savunma Bakanı Leon Panetta, İran’ın bir yıl içinde nükleer bomba üretme kapasitesine sahip olacağını iddia etmesi, Panetta’nın İran’a karşı askeri bir müdahalenin de her zaman masada olduğunu açıklaması ABD ve İran’ın birbirlerine karşı duydukları en önemli sorunun karşılıklı güvensizlik olduğu aşikârdır. Bu güvensizlik de özellikle İran’ın nükleer teknolojiye sahip olma konusunda ki ısrarı oldukça önemli bir etkendir. İran’ın nükleer teknolojiye sahip olma çabası ve ABD’nin buna tepkisi, doğal olarak Ortadoğu Bölgesinde nükleer silahlara sahip tek ülke olduğu düşünülen İsrail’i de bölgesel güvenlik konularında ele alınması gereken son derece önemli bir aktör olarak öne çıkarmaktadır.2
ABD’nin İran’ın nükleer teknoloji silah elde etmesine karşı çıkması da, ABD’nin Ortadoğu’da sahip olduğu hareket özgürlüğünün, çıkarlarının ve dolayısıyla da güvenliğinin nükleer silaha sahip bir İran tarafından sınırlanacak olmasından kaynaklandığı söylenebilir. ABD için, Ortadoğu bölgesinde kendisinden oldukça küçük ve zayıf ama nükleer silahlara da sahip olan bir İran tarafından sınırlanması stratejik olarak ABD tarafından kabul edilebilir bir durum değildir. ABD’ye göre İran’ın nükleer faaliyetlerinin temel amacı nükleer silah üretmektir.3 ABD bunun üzerine İran’a karşı politikalar geliştirmektedir. İran’ın da ABD’nin nükleer güç konusundaki taleplerine boyun eğmesi kendi güvenliği açısından kabul edilir görünmemektedir. İranlı yetkililer nükleer faaliyetlerini durdursalar bile, ABD ile aralarındaki karşılıklı derin güvensizlikten dolayı, ABD tarafından kendilerine yöneltilmiş siyasi ve askeri baskının ortadan kalkacağına inanmamaktadırlar.4
ABD, 11 Eylül terör saldırılarından bu yana, İran’ın nükleer faaliyetlerine tamamen son vermesinin yanında bu ülkedeki rejimden de büyük rahatsızlık duymaktadır. Bunu bilen İran rejimi de, nükleer faaliyetlerinin devamını ülkedeki rejimin varlığının en önemli garantisi olarak görmekte, bu yüzden de nükleer enerjiyi hiçbir koşul ve tarafa bağımlı olmadan üretmeyi kendilerinin kırmızı çizgisi olarak kabul etmektedir.5 ABD Savunma Bakanı Leon Panetta İran’ın nükleer programıyla ilgili İsrail’in taşıdığı kaygıları paylaştıklarını dile getirirken, ABD’nin İran’ın nükleer bombaya sahip olmasını istemediğini ve bu isteğin İsrail’in olduğu kadar ABD’nin de kırmızı çizgisi olarak dile getirmesi, ABD’nin nükleer teknolojiye sahip bir İran’ın bölgesel ve uluslararası güvenliğe çok büyük bir tehdit oluşturacağını savunmaktadır.6
İran’ın nükleer silah elde etmesinden şüphelenen İsrail, Tahran rejiminin bu amacına ulaşmasını engellemek için çabalarını sürdürürken, ABD-İsrail tarihinin en büyük ortak füze tatbikatı için hazırlıklar başladı. İsrail kitle imha silahları kabiliyetinin geçmişini ve bugünkü boyutlarının gerekçesini kendisinin çok daha kalabalık ve büyük bir Arap ve Müslüman dünyası ile çevrili olması durumunun oluşturduğu tehdit ile açıklamaktadır.7 İsrail, Arap veya Müslüman ülkelerden, tek başlarına ya da hep birlikte kendisine karşı herhangi bir nükleer ya da kimyasal saldırı durumunda aynı şekilde karşılık verebilecek kapasiteye, hatta daha da avantajlı hale gelmek için ikinci vuruş kapasitesine yönelmiştir. İsrail sahip olduğu kitle imha silahları ile kendisine karşı herhangi bir tehdidi önlemiş, İsrail devletinin yeni yerleşim yerleri kurularak devamını garanti altına almış ve daha da genişlemesini sağlamıştır.8
ABD’nin süper güç statüsünü daha uzun yıllar sürdürebilmesinin planlarını yapan ABD karar vericileri, nükleer kapasiteye sahip bir İran kabul edilemeyecek bir gelişmedir. Nükleer teknolojiye ve dolayısıyla da nükleer silahlara sahip bir İran, hem ABD’ye hem de onun bölgedeki müttefik ve çıkarlarına doğrudan bir tehdit oluşturacaktır. Bu anlamda hem ABD’nin İran politikası hem de İran’ın kendisine yönelik artan Amerikan tehdidine karşı müttefik arayarak uluslararası alanda yalnızlığını gidermeye çalışması ve nükleer teknoloji geliştirmeye daha fazla ağırlık vermesi, iki ülkenin de daha fazla güvenlik arayışının yansımaları olarak değerlendirilebilir. ABD, Ortadoğu’da İran’ı kendisine tehdit olarak gören başka bir ülkeyi, İsrail’i, müttefiki olarak kabul etmekte ve bu ülkenin nükleer silahlar da dahil kitle imha silahlarına sahip olmasını olağan kabul etmektedir.9
Nükleer silaha sahip bir İran kendisini daha güvende hissederek daha rahat hareket edecek, bu da İran’ın global ve bölgesel politikalarda rolünün daha da artmasına yol açacaktır. Bu anlamda ABD ve İsrail için İran’ın nükleer faaliyetleri sorunu, nükleer silahlara sahip İran’ın Ortadoğu’da kendilerine karşı muhtemel bir denge kurmasını önlemek isteğiyle ilgilidir. Yoksa konu ABD’nin ileri sürdüğü gibi bölgesel güç dengesinin İran lehine değişmesi durumu ile ilgili gözükmemektedir.10 Çünkü İran bölgedeki güç dengesini; nükleer silahlara ve ikinci vuruş kapasitesine sahip olduktan sonra ve kendisine karşı yönelebilecek bir nükleer saldırıyı kesin şekilde önleyebilecek bir teknolojiye sahip olduğu anda ancak bozmuş olur. Fakat İran’ın nükleer silah gücü dolayısıyla kendisine karşı herhangi bir askeri saldırıyı caydırma kapasitesine sahip olacağı da açıktır. Böyle bir durumdada ABD Ortadoğu bölgesinde ekonomik, siyasi, askeri ve ideolojik çıkarlarını hayata geçirmek konusunda daha az rahat olacaktır.