Türkiye toplumu zaten formasyon itibarıyla genel anlamda “muhafazakar” ve “dindar”dır. Bu iki niteliğe dair genelleme, “Modernler” hariç, Türkiye’deki tüm sosyal sınıflar için geçerli bir genellmedir. Yani 2002 yılından bu yana süre gelen AKP iktidarı bu kitlelerin yaşamları ve oy tercihlerine direkt etkide bulunmamıştır. Bu geleneksel, dindar ve muhafazakar sınıflar zaten Türkiye’nin dindar ve muhafazakar yapısının korunması ve kollanmasında her siyasi iktidar döneminde duruşunu korumayı başarmıştır. Kısaca, Türk Toplumunun muhafazakarlaşmasına ilave bir katkıda bulunacak, dönemsel teşebbüslerde bulunmayan geleneksel, dinine bağlı, köylü, kasabalı, yeni kentli, imtiyazsız sınıflar her şart altında muhafazakar ve dindar dünya görüşlerini temsil edebilecek bir siyasi partiyi kendi dünya görüşlerinin temsilcisi olarak seçip, iktidara taşımış ve yaşamlarına devam etmişlerdir. Bu sınıflar arasında sadece “milliyetçiler” dindar ve muhafazakar olmalarına rağmen kendileri gibi dindar ve muhafazakar hiç bir merkez sağ iktidarı desteklememiş kendi dindarlıklarını ve muhafazakarlıklarını temsilen sadece Milliyetçi Hareket Partisi’nin kendilerini temsil etmesini tercih etmiştir. Tüm bu siyasi dünya görüşü kapsamında muhafazakarlaşmanın nüfuz edemediği kitle sadece “modernler” olabilmiştir. CHP’nin klasik oy tabanını da oluşturan bu sınıf, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana iktidara gelen tüm merkez sağ partilerin hem siyaseten hem de ekonomik anlamlarda tüm uygulamalarının karşısında olmuştur. Bu analizdeki tüm unsurlar zaten bilinen ve kabul edilen unsurlardır. Ancak, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı ile birlikte kendi ekonomik ve siyasi nüfuz alanlarını yaratabilmek için muhafazakarlık ve dindarlık ile adeta hiç ilgisi olmayan yeni bir sınıf türemiştir : Geleneksel olmayan sermaye sınıfı. Aynen Turgut Özal dönemine benzer bir biçimde; mevcut iktidarın kendi dünya görüşlerine hiç uymayan muhafazakar ve dindar uygulamalarını nüfuz alanlarını genişletebilmek için kutsayan bu yeni zengin sermaye sınıfı Türkiye’nin muhafazakarlaşması ve dindarlaşmasına belki de isteyerek ve bilerek direkt katkı sunan tek sosyal sınıf olmuştur. Geleneksel orta sınıfın, yeni muhafazakarların, imtiyazsız kitlenin, köylülerin siyasi tercihi doğrultusunda giderek güçlenen dindar ve muhafazakar algı acaba sadece bu sınıfların muhafazakarlaşmaya ve dindarlaşmaya sundukları direkt katkı ve Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin Türkiye toplumunu giderek daha fazla muhafazakarlaştıran ve dindarlaştıran uygulamaları ile açıklanabilir mi?
“Madem Giderek Muhafazakarlaşıyoruz, Muhafazakarlaştıran Bu İktidara Bu Teveccüh Niye?”
Özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara geldiği 2002 tarihinden bu yana kendisini “laik”, “kemalist” olarak tanımlayan kitleler tarafından “laiklik ve Kemalizm tehdit altında” vurgusu sıklıkla gündeme taşındı. Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin dinin siyasal, toplumsal ve bireysel alanlardaki gücünü artırmayı hedefleyen tüm uygulamaları ile bu tezi/saptamayı/endişeyi destekleyici çok yönlü politikalar uyguladığı ve stratejiler geliştirdiği tartışma kabul etmez. Ancak, şu husus da akıllarda hep tutulmalıdır ki herhangi bir siyasal iktidarın herhangi bir politikasının ya da stratejisinin herhangi bir toplumda siyasal, toplumsal ve bireysel çok katmanlı ve güçlü bir karşılık bulabilmesi o toplumu oluşturan kesimlerin bu politika ya da stratejiye destek vermesi, benimsemesi anlamına gelmektedir. Diğer basit deyişle; Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin 2002 yılından bu yana izlemekte olduğu “dindar”, “muhafazakar” politikalar Türk toplumu tarafından büyük bir teveccühle karşılanmış olacak ki her defasında oy oranını artırarak iktidarını pekiştirmiştir. Bazı kesimlerin ifade ettiği gibi yapılanlar sakıncalı ise 2 kişiden biri neden bu sakıncalı ortamın güçlenmesini destekliyor?
Türkiye’de Muhafazakarlığın Temelleri Nelerdir?
Toplumu bu denli dindar olmaya sevk eden, muhafazakarlaştıran, bilim ve akılcılıktan uzaklaştıran, her daim ve her şey karşısında tevekkül kılan, kolaycılığa sevk eden, bireyselleşmesini engelleyen, kendinden olmayan din ve ırk mensuplarını ötekileştiren kısaca dinin, Allahın, Peygamberin dışında hemen herşeye ve bunları benimsemeyen hemen herkese uzak duran ve kabul etmeyen bu halkın bu hale gelmesinde tek, tek olmasa dahi başlıca kabahatli Adalet ve Kalkınma Partisi zihniyeti midir yoksa Adalet ve Kalkınma Partisi zihniyetinin/icraatlarının bu denli kolay kabullenilmesini sağlayan toplumsal dokuyu 1923’ten bu yana hazırlamış olan diğer potansiyel “zanlı” unsurlar mıdır? Açıklayalım :
1. Cumhuriyet Dönemi Uygulamaları – Kraldan Çok Kralcılar:
Cumhuriyet reformistleri reformları tek bir seçkinler grubuna bağlı kılarak, tarz olarak otoriter, tepeden inme, halktan kopuk, ve elitist biçimde uyguladılar, sadece halktan tepki aldılar; Reformistler, Kemalizmi ve laikliği bir dünya görüşü olarak değil bir devlet siyaseti olarak dikte ettirmeye çalıştılar; Cumhuriyet reformistleri “halk İslamı”nın başörtüsü, sarık, takke, şalvar, çarşaf gibi görünür sembollerine karşı mücadele verdiler, sonra da doğal olarak bu geleneksel sembolleri elinden alınan halk reformistlere düşman oldu; İslam dini gibi toplumsal, siyasal ve hukuki, her alana nüfuz etmiş bir yapı Cumhuriyet reformistlerinin yaptığı gibi bir anda al aşağı edilmemeliydi; Reformistler tarafından din, çağdaşlaşma çabaları kapsamında geriletici bir unsur olarak kabul edildi ve hedef seçildi; Yerine bir alternatif sunulmaksızın din, toplumsal ve siyasal yönden güçsüzleştirilmeye çalışıldı; Cumhuriyet Dönemi’ne dek 600 yıl siyasal, sosyal ve bireysel alanlarda belirleyici olan din, Cumhuriyet Dönemi ile birlikte yerine alternatif sunulmaksızın en arkalara itildi, yerine batıdan alınan yeni değerler manzumesi siyasal ve toplumsal alanlara yedirilmeye çalışıldı; Din yerine kendisine ait olmayan değerler bütünüyle karşılaşan halk ise bu “başkasından yüklenen yapma değerlere” tavır aldı; Cumhuriyet, dine alternatif bir ideolojiyi ancak ekonomik bazlı hür teşebbüs girişimi ile sağlayabilirdi (katolikliği tasfiye etmeksizin protestanlığı sunan Avrupa gibi), yapamadı; Devletin ekonomiye ilişkin egemen tavrı, bir orta sınıf-burjuvazi-yaratamadı; Böylece toplumda din’in haricinde halka bir alternatif ideoloji sunulamadı; Bu en iyi şekilde ekonomik temelli bir alternatif ideoloji ile yapılabilirdi, yapılamadı, din tek ideoloji/belirleyici olarak kaldı.
2. İslam Dini – Çok Katmanlı Güç:
Din Türkiye’nin muhafazakarlaşmasında suçlu değil, yanlış anlaşılmasın, doğası, niteliği gereği zaten belirleyici ancak kimi, ne zaman ve nasıl belirleyeceği ve güç katacağı ise ancak siyasi iktidarın alacağı tavır karşısında netlik kazanıyor yoksa hep var ve güçlü; Otoriterleşmesi, yegane belirleyici olması ise iktidarın kendisine sunduğu imkan dahilinde netleşiyor, aynen içinden geçtiğimiz süreçte görüldüğü üzere; Türkiye’ye özgü, siyasi iktidar yönlendirmesinden uzak, sade bir “din” olgusu tahlilinde din için şunlar söylenebilir :
Müslümanlık, Hristiyanlık gibi uhrevi ve dünyevi kıvamında bir ayırımı bünyesinde barındırmaz, hem vicdanları ilgilendirir, hem siyaseti belirler, hem hukuku tayin eder, hem ekonomik yapıyı şekillendirir, hem de toplumsal dokuya bizzat kıvam kazandırır; Bizim gibi geleneksel toplumlarda değerine paha biçilmez; Çok yönlü ve aktif hareket alanına sahiptir; Siyasal ideolojiyi belirleyen bir konumdadır; “Toplumsal kılavuz” rolündedir; Şahıslarda bireysel güvenlik hissi yaratır; Bireylerin sosyal statü edinmelerini sağlar; Kıymetli bir sosyal kimlik edinmelerini kolaylaştırır; Aidiyet hissi verir; Hem toplumsal, hem ekonomik, hem hukuki, hem de siyasal işlevleri vardır.
Hal böyleyken, dinin hem siyasal hem de toplumsal belirleyiciliği kaçınılmazdır. Hele bir de siyasi iktidardan destek görsün, o zaman işte “otoriterleşen din” “otoriter dindarlar” yaratıyor, bu kesimler de Türkiye’nin kaderinde belirleyici konuma yükseliyor. “Otoriter dindar belirleyicilik” ise zamanında kendisini arka plana iten Kemalistlere ve laiklere doğal bir karşı tavır alıyor ve kendisini destekleyenlere arka çıkıyor. Kısaca biri öbürünü görüyor, o öbürü de bir diğerini öteliyor
3. Askeri Burjuvazi – Apoletin Dayanılmaz Çekiciliği:
Marşlarla, törenlerle, heykellerle, kutlamalarla, ezberlerle, milletin başına vura vura sevdirmeye çalıştılar Mustafa Kemal’i, benimsetmeye çalıştılar Kemalizmi, olmadı; “Laiklik, Kemalizm” diye diye kendi ayrıcalıklı zümrelerini yarattılar, yani kısaca ayrıcalıklarını yaratabilmek için laikliği ve Kemalizmi kullandılar, olmadı; Dine ve dindara bir nev’i öcü muamelesi yaptılar, olmadı; Dindarların kamusal ve siyasal alanlarda yer almamasını, evlerinde kendi köşelerinde, kendilerine benzerlerle hem hal olmalarını istediler, olmadı.
4. CHP’li Seçkinler – Boeuf Stroganoff Severler:
Hem Kemalizmi, hem de laikliği sadece kendi sınıflarına ait, bu sınıfın benimsemesi ve taşıması gereken bir olgu olarak gördüler ve inandılar; Kemalizmi ve laikliği toplumun tüm katmanlarına yaymak ve benimsetmek yerine tekelleştirdiler; Kemalizmi ve laikliği eğitim seferberliği ile yaymak ve toplumda oturtmak yerine, halka dikte etmeye çalıştılar; CHP’nin Kemalist ideolojiyi yerleştirip, yaygınlaştırabilmek için dini toplumsal ve siyasal işlevlerinden arındırıp, bireyselleştirme/vicdan bazına indirgeme çabası, halkı dinden arındırma ve dini devlet kontrolüne sokma olarak nitelendirildi bu uygulama ise tepki aldı; Dini tehdit, dindarı hor gördüler; Askerleri taklit ettiler, onlardan direktif aldılar, sözlerinden çıkmadılar; Laikliği ve Kemalizmi kullanarak maalesef kendi ayrıcalıklı sınıflarını yarattılar, aynen askerlerin yaptığı gibi.
O halde sonuç yerine; muhafazakarlaşma ve dindarlaşma Türkiye’nin kaçınılmaz bir süreci idi, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı sadece bu sürecin yaşanmasını siyasi uygulamaları ile çabuklaştırdı ve kolaylaştırdı. Asıl, hem bu sonuca ulaşılmada hem de Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının işini kolaylaştırmada irdelenmesi gereken unsurlar yani kısaca bu dindarlaşma ve muhafazakarlaşma sürecinin toplum tarafından tereddütsüz ve hatta hevesle karşılanmasını sağlayan temel nedenler farklıdır ve Kemalistlerin/Laiklerin asıl bu temel nedenler üzerinde kafa yormaları rasyoneldir.