Herkül Millas
Emailmillas@otenet.gr
Irkçılığın zaten iyi yanı yok ama kötü yanının bir de daha kötü bir yanı var: Fark edilmemesi, gizli kalması. Irkçı görüşlere karşı farklı tezlerinizi savunabilir ve ırkçılığı teşhir edebilirsiniz, ama ırkçı olan biri kendini ‘insancıl’, ‘demokrat’, ‘hoşgörülü’ diye gösteriyorsa işiniz zordur. İki aşamadan geçmek durumunda kalırsınız. Önce onun söz ve davranışlarının gerçek yanını kanıtlamanız ve ancak ondan sonra ırkçılığına karşı çıkmanız gerekir. Bu yüzden, açıksözlü ırkçılar bana daha... (şimdi ne desem?) ... kolay hasım, daha çekilir gelir!
Kendini başka türlü gösteren ırkçılar ille de ikiyüzlü, yalancı, kurnaz değildir. Genellikle böyle insanlar samimi olarak ırkçı olmadıklarına inanırlar. “Ben iki şeye tahammül edemem, biri ırkçılıktır öbürü de Yahudilerdir” fıkrası gibidir bu insanlar. Son birkaç aydır Yunanistan’da böyleleri çoğaldı: “Ben ırkçı değilim ama şu Almanları hiç sevmiyorum, Nazi gibiler” ve benzeri laflar, ırkçılık ifadesi sayılmıyor. “Bizde ırkçılık yoktur” lafı da yine aynı türden, başka bir ırkçı ifade; “Herkeste olabilir ama bizim gibi üstün ulus veya din grubunda olmaz!”
1997’de Yunanistan’da yayımlanan bir araştırma, bu alanda çok ilginç bir durumu göstermiş. Soru sorulan kişiler ırkçı eğilimler sergilemelerine karşın, ülkeye gelmiş olan Afrikalı, Asyalı ve Balkanlı işçiler için kullanılan aşağılayıcı ifadeleri (‘hırsız’, ‘tembel, ‘pis’, vb) ırkçılık saymışlar. Ancak Batı Avrupalılar için kullanılan aşağılayıcı ifadeleri (‘barbar’, ‘duygusuz’, ‘soyguncu’ vb) ırkçılık saymamışlar. Araştırmacıların vardıkları sonuç şöyle: ‘Kendimiz’e göre daha aşağı algıladığımız kimselere ve gruplara yöneltilen ırkçılığı görebilirken, ‘biz’e göre daha üstün ve ‘biz’im kimliğimize tehdit olarak algıladığımız kişi ve gruplara karşı yöneltilen ırkçılık görülememekte, sezilememekte ve kabul edilememektedir. (Üst/ast ilişkisinden değil, üst/alt algılamasından söz ediliyor.)
Yani karşımıza oldukça kötümser bir tablo çıkıyor. Irkçılığın kötü bir şey olduğuna inanan ve hele bunu her fırsatta söyleyenler bile ırkçı olabiliyor. Hem kendi iyi niyetlerine rağmen ırkçı olabiliyorlar, hem de –en acıklı olanı da budur– bu hallerinden şüphe bile etmiyorlar. Bu tür ‘gizli ırkçılığın’ örnekleri her an karşımıza çıkıyor ama bunları biz ‘bilgi’ veya ‘aklıselim’ olarak algılıyoruz. Bu algıyı ‘biz’ çifte standart, önyargı ve stereotip olarak yeniden üretiyoruz.
Tarihçilikte rastlanan klasik bir ırkçılık yöntemi, ‘biz’ ve ‘ötekiler’in karşılaştırılması, ve mutlu sonla biten filmlerle olduğu gibi, en sonunda yine ‘bizler’in daha iyi olduğunun ‘kanıtlanması’dır. “Irkçılık bize Batı’dan gelmiştir” lafı Türkiye’de çok yaygındır; Yunanistan’da “Demokrasi sözü Yunanistan’da doğmuştur” sözü sık duyulur. Bu laflar doğrudur ama ima ettikleri ‘bizim üstünlüğümüz’ görüşü yanlıştır. Hatta bir paradoks içerir bu söylem: Suçlayıcı havası ‘kendi’ yanımızın eksikliklerini kanıtlar. Ya nereden gelecekti ırkçılık? Tabii ki Batı’dan gelecekti, son yüzyıllarda hemen hemen her şeyin oradan geldiği gibi. Modern devlet, eşitlik, hukuk, insan ve kadın hakları gibi kavramlar ve uygulamalar da Batı’dan geldi. Aydınlanma da, endüstri devrimi de, uzay ve bilgisayar çağı da Batı’dan geldi. ‘Biz’ de özenerek aldık bunları. Ama hoşumuza gittikleri için alıp kullandıklarımızı unutup, aldığımıza pişman olduklarımız için “Ötekinden geldi, haşa bizde öyle şey ne arar!” deme kolaylığına ve seçmeci yaklaşımına sığındık. Faturayı yine günah keçisine çıkarıyoruz. Yunanlılar da ‘demokrasi’nin topraklarında yeşerdiğini söylerken haklıdırlar, ancak yine seçmeci bir yöntemle aynı yerde çıkan başka kelimeleri unutuveriyorlar: diktatörlük, tiranlık ve riya.
Kendi ırkçılığımızı, aynen önyargılarımızda olduğu gibi, kendimiz göremeyiz. Birileri gösterse de pek kabul etmeyiz. Ama tam olarak çaresiz de değiliz. Eğer gruplar içinde algıların ve kimliklerin nasıl oluştuklarını anlamışsak (işin bu yanı aslında basittir, uygun bir eğitim işidir, ama bu eğitim de pek enderdir!) her birimizin önyargı ve ırkçılık mikrobunu almış olduğumuzu peşinen kabul etmemiz gerekir. Bu çok önemli adımdan sonra, ikinci adım daha kolaydır. ‘Kendimiz’i ve ‘bizim grubu’, kıyaslamalardan sonra ‘öteki’ne göre daha başarılı, daha ahlaklı, daha insaflı, daha alçakgönüllü vb. gördüğümüzü hissettiğimizde ırkçılık yaptığımıza hükmetmemiz iyidir. Irkçılık etmiyor da olabiliriz ama ediyor olma ihtimalimiz oldukça yüksektir. Tam tersine, ‘kendi’ tarafımızda eksiklikler görüyorsak, doğru yolda olma ihtimalimiz oldukça yüksektir. Tabii, ihtimallerden söz ediyoruz; bazen insanlar aşağılık duygusuyla, ‘kendi’nde, var olmayan kusurlar da görebilir. Ama genel olarak ‘öteki’ne göre ‘biz’de üstünlük görüyorsak, bütün grupların aynı biçimde hissettiğini bilmemizde yarar vardır; herkes kendini ve kendi grubunu aynen öyle üstün görür.
Bunların ışığında ırkçılığın tanımını yapmaya çalışalım. Irkçılık, bir gruba zaman içinde değişmez özellikler yakıştırmaktır. Kilit kelime ‘değişmez’dir. Örneğin, genelleme olarak “Almanlar Nazi idi”, “Biz çok güçlüydük” gibi sözler doğru olsa bile, bu özellikler kuşaktan kuşağa zaman içinde değişmeyen bir ‘öz’ olarak algılanıyorsa, bu ırkçılıktır. Bu algı ister ‘öteki’ne karşı olsun, ister ‘biz’den yana, değişmezliktir sorun olan. ‘Irk’ kelimesi de bu anlama gelir: Tarih içinde süregelen belli özelliklere sahip olan grup! Tabii, ırkçılığın milliyetçilikle yakınlığı hemen belli oluyor. Ama ‘bizim millet’in, ‘bizim taraf’ın, ‘bizim takım’ın böyle üstün özellikleri olmadığını kabul etmek ne kadar zor, değil mi! Zamanla geri olanın yükseleceğini, tepelerde olanın yok olacağını kabul etmek, bugünün insanına ne kadar ters geliyor! İşte ırkçılık bazen böyle, milliyetçiliğin arkasına da saklanır.