Hendek ve barikatları anlama rehberi (3)
Kentin üzerinden simsiyah dumanlar yükseliyordu.
Çarşıda bütün işyerleri neredeyse yerle bir olmuştu.
Kimi yanmış, yıkılmıştı ama ayakta duranlar arasında da mermi değmemiş tek bir ev kalmamıştı.
Günlerce taranmıştı kentin dört bir yanı. Sonunda "yalan" olduğu anlaşılan "PKK baskını" bahanesiyle yakılarak, yıkılarak, taranarak, top atışına tutularak haritadan silinmek istenmişti koskoca bir ilçe.
Silahlar susunca, tam 18 cenaze çıktı Lice'den.
Bunlardan biri de bölgede öldürülen en üst rütbeli subaydı; Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın.
22 Ekim 1993'te Tuğgeneral Aydın'a yapılan suikast sonrası başlamıştı Lice olayları. Sözümona PKK'nin yaptığı bir suikast sonucu öldürülmüştü general. Bunun üzerine yakılıp yıkılmıştı Lice.
Günler süren çatışmadan sonra Lice'de yaşananları "Vahşeti gördüm" diye anlatan o kabus günlerin tanığı öğretmen Mahmut Cantekin olaylar bitince karşılaştığı bir meslektaşına nasıl kurtulduğunu sorar. Aldığı yanıt şaşırtıcıdır:
"Bilirsin Cumhuriyet İlkokulu, Emniyet müdürlüğüne yakındır. Polisler, emniyet müdürlüğünün üstündeki lojmanlarda oturuyorlar. Polislerin, subayların çocuklarının hepsi bizim öğrencilerimiz. Olay başlamadan subay ve polis velilerimiz okula geldi. Çocuklarını alırlarken bizi uyardılar: 'Biraz sonra Lice yakılacak. Öğrencilerinizi eve gönderin. Siz de evi sağlam olan arkadaşlarınızın evine gidin. Olay çok büyük olacak'. Biz öğretmenler acil toplandık… Çocukları evlerine gönderip, okulu terk etme kararı aldık. Diğer okulları uyarmak istedik. Telefonları kesmişlerdi…"
500 BİNDEN FAZLA İNSANA SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI
Tanıdık geldi değil mi? Dünden beri Cizre'de, Silopi'de yaşananlarla, bundan tam 22 yıl önce Lice'de yaşananlar ne kadar da benziyor birbirine.
Elbette o yıllarda cep telefonu, SMS mesajı atma olanağı olmadığı için 1993'te Lice'de öğretmenler yaklaşan felaketi okuldan çocuklarını almaya gelen subay ve polis olan velilerin verdikleri haber üzerine öğrenmişlerdi.
İşte o günden bu yana Türkiye Cumhuriyeti Devletinin "Kürt sorunu" konusunda aldığı mesafe bu!
Bu sefer devlet, Cizre'de ve Silopi'de yaşanacak olan kabusu bir gün öncesinden cep telefonlarına gönderdiği SMS'lerle öğretmenlere haber verdi.
Milli Eğitim Bakanlığı, Cizre'deki öğretmenlere resmen "Gidin" diyordu:
"Tüm öğretmen ve idarecilerimiz bakanlığımız tarafından 14.12.2015 tarihinden itibaren hizmet içi eğitime alınmıştır. Öğretmenlerimiz seminerlerini memleketlerinde alabilirler."
Silopi'deki öğretmenlere ise Milli Eğitim'in "tavsiyesi", "üç gün ortadan kaybolun" şeklindeydi:
"Merkez okullarda görev yapan öğretmenler 14-15-16.12. 2015 tarihlerinde hizmet içi eğitime alınacağından belirtilen tarihlerde okullar tatil edilmiştir."
16 Ağustos'tan bu yana geçen dört ayda, yedi kentteki 17 ilçede, 50 kezden fazla sokağa çıkma yasağı ilan edildi ve toplam 150 günü aşkındır sürüyor. İlçe merkezlerinde ilan edilen sokağa çıkma yasaklarından etkilenen nüfusun toplamı 1,5 milyona yaklaşıyor.
Ancak dün gece 23.00'ten itibaren sokağa çıkma yasakları ve çatışmaların en ağırını yaşamaya başladı Türkiye. Çünkü düne kadar sokağa çıkma yasakları süren Sur, Dargeçit ve Nusaybin'e dün gece Cizre ve Silopi de eklendi.
Diyarbakır'ın merkez Sur İlçesi'nde 2 Aralık'ta başlayan ve dokuz gün sonra sona eren sokağa çıkma yasağı 17 saat aradan sonra yeniden başlamıştı. Bu aynı zamanda 13 Eylül'den bu yana Sur'da ilan edilen altıncı sokağa çıkma yasağı oluyordu.
Dün, sadece Sur'dan değil, Diyarbakır'ın sokağa çıkma yasağı olmayan bölgelerinden de ölüm haberleri geliyordu. Diyarbakır'da halk birçok yerde sokağa çıkmış, yasakları ve saldırıyı protesto ediyor; polis göstericileri dağıtmak için panzerlerle, zırhlı araçlarla, gerçek mermilerle operasyon yapıyor, gencecik insanlar ölüyordu.
Nusaybin'de 11 Aralık'ta kaldırılan sokağa çıkma yasağı yeniden başlamıştı. Verilen bir arayı saymazsak bu, 1 Ekim'den bu yana Nusaybin'de ilan edilen altıncı sokağa çıkma yasağıydı.
Dargeçit'te ilki 10 Ekim'de ilan edilen ikinci sokağa çıkma yasağı da gelen ölüm haberleriyle birlikte 11 Aralık'tan bu yana sürüyordu. Nusaybin halkı, geçen ay kesintisiz süren 14 günlük sokağa çıkma yasağıyla 16 Ağustos'tan bu yana "sokağa çıkmama" rekorunu elinde tutuyordu.
Dün gece 23.00'ten itibaren Cizre ve Silopi de sokağa çıkma yasağı ilan edilen yerlere dahil oldu.
Bu 7 Ekim'den bu yana Silopi'de ilan edilen ikinci sokağa çıkma yasağıydı.
Cizre'de ise dün geceden itibaren 4 Eylül'den bu yana ilan edilen beşinci sokağa çıkma yasağı uygulanmaya başlandı.
Silvan 12 günle, Nusaybin 14 günle son dört ayda ilan edilen sokağa çıkma yasağı rekorunu kesintisiz olarak kırmadan önce, Cizre dokuz günle bu rekoru elinde bulunduruyordu.
Ancak, sokağa çıkma yasakları süresince en büyük sivil ölümleri rekorunu Cizre 23 kişiyle hala elinde tutuyor.
Cizre ve Silopi'nin katılmasıyla sokağa çıkma yasağı süren Sur, Nusaybin ve Dargeçit ilçelerinde bu yasaktan etkilenen toplam nüfus 500 bini aştı.
Ancak 500 bin kişinin sokağa çıkma yasağından etkilendiği; kiminin göçtüğü, kiminin sokağında evinde beklemeyi, direnmeyi seçtiği bir günde toplanan Bakanlar Kurulu belki de kendine ait bir başka bir rekoru kırdı. Bakanlar Kurulu son yılların en kısa toplantısını yaptı; 90 dakika. Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş da en kısa Bakanlar Kurulu açıklamasını yaptı ve belki de sözcülük sürecinde ilk kez gazetecilerden soru kabul etmedi.
Akşam da Saray'a yemeğe gitti Bakanlar Kurulu üyeleri...
Görünen o ki ilan edilen sokağa çıkma yasakları ve sonrasında yaşananlar sadece ilçelerdeki kaymakamları, illerdeki valileri değil, Bakanlar Kurulu'nu da aşıyordu!
'DEVLETİ REDDETMİYORUZ AMA...'
Özellikle 7 Haziran seçimlerinden sonra Kürtlere dönük politikası iyice sertleşti AKP iktidarının.
24 Temmuz'da Kandil'in bombalanmaya başlamasıyla neredeyse açıktan açığa ilan edilen "savaş hali"nden sonra Kandil, AKP iktidarının bu hamlesine önce misilleme ve bombalarla, ardından da 10 Ağustos'tan sonra "özyönetim ilanları" ile karşılık verdi.
AKP iktidarı da zaten 7 Haziran'dan sonra başlattığı "siyasi soykırım" gözaltılarını ve tutuklamalarını "özyönetim ilanları"ndan sonra iyiden iyiye yoğunlaştırdı.
Mahallelerin basılma, zırhlı araçlarla sokaklara dalıp evlerin taranma, insanları gelişigüzel gözaltına alma, çıkarıldıkları mahkemelerde yoğun tutuklama süreci başladı.
Aslında "özyönetim ilanları"nın "işaret fişeği" KCK'nin Kandil'den verdiği "Kürdistan halkı için öz yönetimden başka bir seçenek kalmamıştır" mesajıydı.
"Özyönetim ilanları", 10 Ağustos'ta Şırnak'la başladı, 12 Ağustos'ta Silopi, Nusaybin ve Cizre'yle, 13 Ağustos'ta Yüksekova ve Varto'yla, 14 Ağustos'ta Hakkari'yle, 15 Ağustos'ta Bulanık, Van Edremit, Sur, Silvan, Lice ve Batman'la, 19 Ağustos'ta Hizan'la, 2 Ekim'de de Siirt'le sürdü...
Her "özyönetim ilan edilen" yerleşimde hendek kurulmadı. Her hendek kurulan yerleşimde de "özyönetim" ilan edilmedi. Ancak özellikle "özyönetim" ilan edilen yerde mahalle ve ev baskınları, gözaltılar, tutuklamalar yoğunlaştı.
Aslında 7 Haziran seçimlerine giden süreçte tek hendek olan ilçe Cizre'ydi ve bu ilçedeki hendekler de bütün provakasyonlara karşın 2015'in Ocak sonunda kaldırılmıştı. Ancak 1 Kasım seçimlerine giderken Suruç'taki canlı bomba, arkasından 24 Temmuz'da Kandil'in bombalanması, "özyönetim" ilanları ve sonrasında yoğunlaşan mahalle baskınları, gözaltılar, tutuklamalar bölgedeki tansiyonu inanılmaz derecede yükseltti.
İşte Cizre'de yedi ay önce kapatılan hendeklerin, kaldırılan barikatların yeniden kurulması ve sonrasında bölgedeki pek çok ilçeye yayılması 7 Ağustos'ta Silopi'de yaşanan ve üç siville bir polisin öldüğü olaylara kadar uzanıyor.
İlk "özyönetim" ilanını yapan Şırnak Halk Meclisi de 10 Ağustos'taki açıklamasında "AKP Hükümetinin Kürdistan'a savaş ilan ettiğini" iddia etmişti:
"Son olarak Silopi'de halkımıza yönelik topyekun imha saldırılarında üç masum insanımızı katletmiştir. Gerçekleştirilen bu katliam karşısında biz Şırnak Halk Meclisi olarak, devleti reddetmeyip, ancak bu şekilde devletin kurumlarıyla yürüyemeyeceğimizi, bugün için kentte bulunan devletin tüm kurumları bizim için meşruiyetini kaybettiğini bildirmek isteriz. Bu şekliyle devletin hiçbir atanmışı bizi yönetemeyecektir. Bundan sonra halk olarak özyönetimimizi esas alarak temelde yaşamımızı inşa edeceğiz. Bundan sonra da tüm saldırılar karşısında demokratik özsavunmamızı gerçekleştireceğiz."
İşte Şırnak Halk Meclisi'nin 10 Ağustos'ta ilan ettiği bu "özyönetim"e karşı bir gün sonra, 11 Ağustos'ta Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Bu ülkede Türkiye Cumhuriyeti'nin dışında bir devlet asla kabul edilemez. Bu açıklamayı kimler yapıyorsa ağır bir bedel öderler. Hem yasal bir bedel öderler, hem de diğer tür bir bedel öderler" diyordu.
Ardından da Şırnak'ta başlayan gözaltı operasyonları bölgenin diğer kentlerinde ilan edilen "özyönetim"lerle ve buna karşılık başlayan gözaltı operasyonlarıyla tırmandı. Süreç de bölgede adım adım, sokak sokak, mahalle mahalle, ilçe ilçe yayılan hendekleri ve barikatları gündeme getirdi.
7 Haziran'dan, özellikle de 24 Temmuz'dan sonra yaşanan süreci sayısal olarak ifade etmek gerekirse Kürt Siyasal Hareketi çizgisindeki yöneticilerin, kadroların, seçilmiş yerel yöneticilerin üç bine yakını gözaltına alındı ve 700'e yakını tutuklandı. Şu anda bölgede aynı siyasi çizgide 20'den fazla belediye eşbaşkanı ya tutuklandı ya da görevden alındı.
YDG-H'DE YAŞANAN AYRIŞMA
Evet, AKP'nin kurulmamış müzakere masasını devirmesi ve ardından Kandil'i bombalaması, yani "çözüm süreci"nin bir "çatışma süreci"ne dönüşmesine KCK Kandil'den "özyönetim" ilanlarıyla karşılık vermişti ama gözlemlerime göre hendeklerin kazılması, barikatların kurulması sürecini pek bu hamlenin içine koymamıştı galiba.
"Nereden belli" diye sorarsanız, PKK Yürütme Konseyi Üyesi Murat Karayılan'ın 17 Eylül 2015'te Fırat Haber Ajansı'na verdiği söyleşide hendekler, barikatlar, YDG-H üzerine söylediği sözlere bakmak yeterli.
"Benim bildiğim örgüt yönetimimiz iki kez YDG-H'nin silahtan uzak durması ve silahlanmaması için karar aldı. Her karar alındığında da o genç arkadaşlar uymaya çalıştılar. Fakat sürekli bir biçimde gelişen polis baskıları karşısında ciddi bir zorlanmayı da yaşıyorlardı. Sonuç olarak içinde bir ayrışma yaşandı. Geniş kitlesel gençlik kesimi yeni bir yapılanmaya giderken, YDG-H olarak kalanlar da illegal bir biçimde mücadelesini sürdürmeye başladı."
Karayılan'ın bu sözlerinin gerçekliğini test etmek isteyenler, geçtiğimiz pazar günü HDP Eşbaşkanı Figen Yüksekdağ'ın katılımıyla Diyarbakır'da gerçekleştirilen DEM-GENÇ kongresiyle ilgili haberlere bakabilir.
Unutmamak gerekir ki Karayılan'ın burada sözünü ettiği gençler, 2010'un taş atan çocuklarıydı ve bugün hendeklerde, barikatlarda roket atan gençler olmuşlardı.
Biz yine Karayılan'ın açıklamalarıyla devam edelim:
"24 Temmuz'da Erdoğan'ın kararı temelinde hareketimize karşı ilan edilen savaşta uçakların bizim temel üs alanlarımızı vurmaya başladığı saatlerde Türkiye ve Kürdistan'ın birçok şehrinde gençliğe karşı da eş zamanlı bir operasyon başlatıldı. Yani yürütülen bu saldırı sadece gerillaya karşı değil aynı zamanda gençlik yapısına karşı da bir saldırıydı. Gençlik de buna karşı yeniden kendini savunma ve bazı yerlerde mahallelere polisi bırakmama yöntemine yöneldi.(...) Sen bir kediyi kovalarsan kaçar gider ama köşeye sıkıştırdığında, son noktada geriye dönerek seni tırmalar. YDG-H'nin durumu da budur. Yani AKP devleti ile polisi ile bıktıran bir yönelim içersine girdi ve şiddeti sürdürdü. Bunun karşısında ise silahlı bir yapı etkilendi."
Hatta bir adım daha ileri gidip hendeklerdeki, barikatlardaki silahlı direnme için "Yanlış oldu" diyor Karayılan:
"Tabii ki, 'Bu toplumsal çıkış, yanı öz yönetimlerin ilanı silahlarla olmamalıydı' denilebilir. Bu doğrudur. Aslında halkın kendi özyönetimlerini ilan etmesi toplumsal bir tezahür olarak geliştirmek durumundadır. Fakat bu konuda da yine polisin aşırı bir biçimde zorlaması, kriminalize etmesi ve şiddetti dayatmasına karşılık olarak gençliğin de öne atlayarak silah kullanması suretiyle silahlı yön öne çıktı. Aslında bu, bizce de yanlış oldu."
Söyleşiyi yapan gazetecinin "Bu gençleri KCK olarak kontrol edebildiğinizi, 'evinize dönün' dediğinizde döneceklerini düşünüyor musunuz?" sorusuna Karayılan "Bana göre artık o eşik aşılmıştır. Yani bu saatten sonra hiçbir şey olmamış gibi gençlere 'evinize dönün' demenin zamanı geçti" karşılığını veriyor.
Bu yanıttan da, sonrasında gelişen süreçten de anlaşılan şu:
AKP'nin savaş hamlesine karşı Kandil, "özyönetim" hamlesi yaptı ancak hesabında hendekler, barikatlar, mahallelerde bu boyuta ulaşacak silahlı çatışmalar pek yoktu. Ama özellikle YDG-H'li gençler hendekli, barikatlı, silahlı direnişe geçtiler AKP'nin operasyonlarına karşı, kendi güçleriyle tutundular, başarılı oldular, özgüven kazandılar ve bu eylem biçiminin yaygınlaşmasını sağladılar.
Kandil de baştan pek destek vermediği "Halk kendi gücüyle karşı dursun, gerilla fazla karışmasın" yaklaşımını süreç içersinde değiştirmek, bu eylem biçimini kabul etmek zorunda kaldı.
Şimdi bütün bu olguların, olayların ve yaklaşımların ışığında üç yazıdır süren "Hendekleri ve Barikatları Anlama Rehberi" yazımızı son bir tesbitle sonlandırabiliriz; hendekler ve barikatlar PKK'nin değil, AKP'nin ürünüdür!