Murat Arpacı
muratarpaci06@gmail.com
Özet
Bu çalışma
Michel Foucault’nun toplumsal tarihe olan katkılarını biyopolitika ve biyotarih
kavramları üzerinden tartışmaktadır. Foucault tıbbı, bedenleri ve nüfusu
tarihsel kategoriler olarak ele almış ve bu alanları bilgi-iktidar ilişkileri
çerçevesinde analiz etmiştir. Tıbbi stratejileri kullanan biyopolitika
bedenlerin ve nüfusun siyasal hedeflerin nesneleri haline gelmelerini ifade
etmektedir. Bunun anlamı, yaşam hareketlerinin iktidar ilişkilerinin odağına
yerleşmesidir. Yaşam hareketleri ile tarihsel süreçlerin çakıştığı bu toplumsal
dönüşüm biyotarihin araştırma alanını oluşturmaktadır.
Giriş
Bedeni sosyal
bilimlerin bir araştırma alanı olarak ele almak, onu sabit bir biyolojik
kategori olmaktan çıkararak toplumsal ve tarihsel gerçeklik içerisinde kavramak
anlamını taşımaktadır. Mary Douglas, bedenin fiziksel deneyiminin daima
toplumsal kategoriler tarafından dönüştürüldüğünü ifade ederken tam da bu
noktanın altını çizmektedir (Douglas, 1996, s.69). Beden salt biyolojik bir
varlık olmadığı gibi bedenin biyolojik yaşamı, bu yaşama dair imgeler ve bu
yaşamı icra etme biçimi toplumsal ve tarihsel süreçlerin etkisiyle oluşmuştur.
Bu açıdan baktığımızda bugünün toplumunu beden üzerinden anlamaya yönelik bir
çalışmada “modern bedenin doğuşu” (Vigarello, 2008, s.13) gibi bir
dönemselleştirmeden bahsetmek yerinde bir yaklaşım olarak görünmektedir. Bedeni
modernleşmenin merkezine koyarak tartışmak, onu modern toplumu kuran
pratiklerle birlikte düşünmeye yönelik ilişkisel bir yaklaşım geliştirmeyi
gerektirmektedir. Beden, modern toplumu inşa eden tarihsel sürecin öznesi ve nesnesi
olarak sürekli bir biçimde bu süreci oluşturan unsurların etki alanındadır.
Bedenin toplumsal tarihine dair eleştirel çalışmalarda, doğrudan ya da dolaylı
biçimlerde Michel Foucault’nun çalışmalarının etkisi vardır. Jean-Jacques
Courtine’e göre Foucault’nun beden odaklı çalışmalardaki önemi, bedeni
etkileyen güçleri uzun bir zaman dilimini temel alan tarihsel bir perspektife
oturtarak kavramasıdır (Courtine, 2013, s.10). Foucault’ya göre beden
“olayların kaydolma yeridir” ve eleştirel bir tarih yöntemi “iliklerine kadar
tarihle dolu bedeni ve bedeni kemiren tarihi göstermelidir” (Foucault, 2004a,
s.238). Foucault’nun 2016/1 82 düşüncesi, bedeni toplumsal maddiliğinde
kavrayan ve bedene dair tarihsel malzemeyi bilimsel, siyasal ve hukuksal
süreçlerle ilişkisi içerisinde yeniden okumamızı sağlayan eleştirel bir
yaklaşım geliştirmektedir. Modernleşme tarihi içerisinde konumlanan bu karmaşık
alana giriş yapmak için Foucault’nun 1974 tarihli Toplumsal Tıbbın Doğuşu
başlıklı dersinde bedeni nasıl tanımladığına bakılabilir. Bu dersinde Foucault,
“beden, biyopolitik bir gerçeklik; tıp, biyopolitik bir stratejidir” (Foucault,
2001, s.137) değerlendirmesinde bulunur. Bu tanımlama bize, modern bedenin tarihselliğini
araştırmak konusunda izlememiz gereken iki kavramsal hat önerir: Tıp ve
Biyopolitika. Tıbbın biyopolitik bir strateji olarak ele alınması, tıbbi bilgi
ve pratiklerin hem modern siyaset içindeki kritik konumunu hem de tüm
toplumsallığı içinde bedenin inşasındaki stratejik rolünü tartışmayı hedefler.
Biyopolitika kavramı ise modernleşen toplumlarda nüfusun yaşam süreçlerine özgü
karakteristik fenomenlerin (sağlık, hıfzıssıhha / hijyen, doğum oranı, yaşam
süresi, ırk vs.) nasıl rasyonalize edildiğini ifade eder (Foucault, 2008, 317).
Bedenin biyopolitik bir gerçeklik olarak kavranması bizi nüfusun
biyopolitikasının hangi pratikler içerisinde gerçekleştiğini tartışmaya
yönlendirir ve bu bağlamda bedenin politik bir kategori olarak sorunsallaştırılması,
nüfusun sorunsallaştırılmasıyla yakından ilişkilidir. Bu makalenin konusunu
Foucault’nun biyopolitika ve biyotarih kavramlarını hangi tarihsel sosyolojiye
yerleştirdiğini anlama çabası oluşturmaktadır. Foucault, geç dönem
çalışmalarında yaptığı iktidar analizlerinde kritik bir yeri olan
biyopolitikayı yaşamın tıbbileştirilmesinin tarihsel çerçevesine ve dolayısıyla
erken dönem çalışmalarında işlediği tarihsel malzemeye oturtmakla birlikte bu
durum genelde gözden kaçmaktadır. Bu bakımdan örneğin Kliniğin Doğuşu (1963)
kitabı Foucault’nun 1970’lerin ikinci yarısında geliştirdiği biyopolitika
tartışmasını besleyici niteliktedir. Foucault’nun geç dönem çalışmalarında bir
diğer ihmal edilen nokta biyotarih kavramıdır. Foucault biyotarihe sınırlı
yerde değinmekle birlikte bu kavramla tıbbi stratejilerin biyopolitikanın
doğuşundaki rolünü anlatmaktadır. Kliniğin Doğuşu’nu hem biyopolitikaya zemin
hazırlayıcı bir çalışma hem de bir biyotarih çalışması haline getiren yer tam
da burasıdır. Bedenler ve nüfus tıbbi alana açıldıkça yaşamı 2016/1 83 odağına
alan iktidar giderek güçlenmiştir. Bu anlamda Foucault’nun tarihsel
perspektifinden hareketle tıbbı, bedeni ve nüfusu çalışmak, iki ‘şemsiye’
kavram -biyopolitika ve biyotariharasındaki ilişkiyi kavramakla mümkündür. Bu
makale söz konusu ilişkiyi anlamaya yönelik bir çabadan oluşmaktadır.
Yaşamın
Tıbbileştirilmesi ve Biyotarih
Foucault’nun
düşünsel formasyonunun şekillenmesinde, tarihi okuma biçiminde ve bedeni ele
alışında tıbbi bilginin (tıbbi bakış, söylem ve iktidarın) eleştirisi,
neredeyse tüm eserlerinde gözlemlenebilmekte ve bu eleştiri, eserlerinde
geliştirdiği iddialara bazen doğrudan bazen de dolaylı bir biçimde temel
sağlamaktadır. Tıbbın toplumsal tarihi ve beden üzerine yapılan araştırmalar,
tıbbi bilginin toplumsal alanın inşasındaki kurucu rolünü siyasal süreçlerle
olan ilişkileri üzerinden okumaktadır. Bu araştırmalarda tıbbi bilgi ve
pratiklerin iktidar ve siyasal mekanizmalarla olan yakın ilişkisi modernleşme
(Scambler ve Higgs, 1998), kolonyal politikalar (Sutphen ve Andrews, 2003),
ırkçılık (Ernst ve Haris, 1999) gibi birçok makro düzlemde tartışılmaktadır ve
cinsiyet (Apple, 1987), cinsellik (Davidson ve Hall, 2001), delilik (Castel,
1988) gibi toplumsal kodların inşasında tıbbi söylemin rolü tarihsel bir
eleştiriye tabi tutulmaktadır. Tıp, siyaset, toplum ve beden arasındaki
karmaşık ilişkilerin genel çerçevesi, tıbbın toplumsal bir bağlam içinde
bulunmakla kalmadığı, tıbbi etkinliklerin toplumsal alanı etkilediği ve
belirlediği yönündedir (Rose, 1994, s.54). Tıp karşısındaki eleştirel konumunun
“tıp karşıtlığı” olarak tanımlanamayacağını belirten Foucault, eserlerinde
yapmak istediği şeyin, tıbbın modern siyasetin içindeki hayati konumunu
sorgulamak olduğunu belirtir. Foucault’ya göre toplumsal tıp olarak modern tıp,
toplumsal bedene yönelik belirli teknolojilerin temelidir (Foucault, 2001,
s.134). Buradan hareketle Foucault, çalışmalarında, 18. yüzyıldan itibaren
Batı’da yükselen tıbbi sistemin ve modelin koruyucu tıpta (hıfzıssıhha /
sanitation) yattığını göstermek istediğini belirtir(Foucault, 2001, s.134) ve
çalışma alanını üç temel kavram üzerine yerleştirir: Biyotarih, tıbbileştirme
ve sağlığın ekonomisi. Bu üç alan, bedenin modern politikasını 2016/1 84
tartışabileceğimiz kavramsal çerçeveyi oluşturur. Biyotarih kavramı ile
Foucault, tıbbın toplumsal tarihine dair yaptığı araştırmanın bizatihi
kendisini nitelendirir. Bir çalışma alanı olarak biyotarih, 18. yüzyıldan
başlayarak biyolojik düzeyde tıbbi müdahalenin insan tarihi üzerinde bıraktığı
izi; tıbbileştirme, 18. yüzyıldan başlayarak insan varlığı, insan davranışları
ve insan bedeninin, giderek daha fazla genel bir tıp ağının parçası haline
gelmesini; sağlığın ekonomisi ise sağlıktaki gelişmelerin kapitalist ekonomiyle
bütünleşmesini, sağlık hizmetlerini ve sağlık harcamalarını ifade eder
(Foucault, 2001, s.134-135). Toplumsal yaşamın tıbbileştirilmesinin biyotarihi,
modern toplumun oluşmasında tıbbın kurucu rolünü açıklığa kavuşturur.
Tıbbileştirme, modern tıbbi bakışın, iktidar ve bedenle olan ilişkisinin
tarihselliğini ifade eder ve tıbbi bilgideki dönüşüm ile toplumsal bir pratik
olarak tıbbın eşzamanlılığını gösterir. Kliniğin Doğuşu’nda Foucault,
tıbbileştirmenin kökenlerini tıbbi bakışın dönüşümünde, bedene nüfuz edişinde
ve bu bakışın siyasaltoplumsal pratiklere sızmasında arar. Thomas Osborne’a
göre tıbbi iktidar üzerine eleştirel bir perspektif geliştirmemizi sağlayan bu
eser, Foucault’nun en fazla ihmal edilmiş eserlerindendir (Osborne, 1994,
s.31). Oysa Kliniğin Doğuşu’nun sosyal bilimler ve beden çalışmaları açısından
önemi, modern tıbbın siyasal, hukuksal ve toplumsal süreçlerle eklemlenerek
nüfus ve beden politikalarında oynadığı rolü kavramamıza olanak tanıyan bir
yaklaşım içermesidir. Foucault’nun bu çalışmayı “siyasi bir kitap” (Foucault,
2005, s.148) olarak nitelendirmesi de bu bağlamda anlaşılabilir. Bu eserde,
tıbbi bilginin bir yandan bedeni bütün unsurlarıyla deney ve gözleme açarken
aynı zamanda toplumsal alana nüfuz etmesini, siyaset ve hukuk ile
bütünleşmesini okuruz. Modern tıbbın temelini oluşturan klinik, hem tıbbi
sistemi hem de sıradan insanın yaşadığı hayatı tahayyül etme biçimini derinden
etkilemiştir. Modern tıp, insanın biyolojik ölümlülüğünün nedenlerini bilimsel
yollarla tartışarak insanın ölüm olgusunu bilimin gözüyle kavramasını ve de
ölümle seküler bir zeminde yüzleşmesini sağlamıştır. İnsanın ölümünün tıbbi
açıdan temellendirilebilir olduğunun somut bilgisi giderek yaygınlaşmış,
benimsenmiş ve insan, biyolojik sonunu anlamlandırabilir hale gelmiştir. İnsanın
biyolojik varlığının tahayyül edilme biçiminin tıbbileşmesi ve modern tıbbi
bilginin insanı bilimsel bilgi üzerinden ölümle 2016/1 85 yüzleştirmesiyle
“sağlık, ahret mutluluğunun yerini” (Foucault, 2006, s.236) almış, yaşam
giderek daha seküler bir kavrayışın nesnesi olmuştur. Toplumsal tıp olarak
modern tıp, insanların gündelik yaşamlarıyla ilgilenen toplumsal yararlılık
ilkesine yaslanır. Modernleşme sürecinde “beden ve sağlık konusunda, ruhban
sınıfının ruhlar üzerinde kullandığına benzer güçlerle donatılmış bir tıp
mesleği miti”nin (Foucault, 2006, s.53) ortaya çıkmasında bu toplumsal
yararlılık ilkesi etkili olmuştur. Dolayısıyla hem toplumsal yararlılık ilkesi
hem de bedenin doğum ve ölüm arasında yaşadığı sürecin tıbbi bir anlam
kazanmasıyla, tıbbi kurumlar yaşam üzerinde söz söyleme hakkını eski rejimin
kurumlarından devralmış ve hekimler modern toplumun meşru rehberleri olmuştur.
“Hekimler bedenin papazları değiller midir?” (Foucault, 2006, s.54) gibi ironik
bir soru tam da bu bağlamda anlaşılabilir. Foucault’ya göre çıkar gütmeden kamu
etkinliği yürütme iddiasındaki tıp, dini aktörlerin ve kurumların eski manevi
eğilimine ulaşacaktır ve bu sayede “ruhların kurtuluşuyla ilgilenen din
adamları ordusuna karşılık beden sağlığıyla uğraşan bir hekimler ordusu
olacaktır” (Foucault, 2006, s.54). Toplumsal yaşamın tıbbileştirilmesi, bedenin
anlamını epistemolojik olarak dönüştüren bir bilginin oluşmasıyla eşzamanlı
olarak bu bilginin kurumlar aracılığıyla yerleşik ve yaygın hale gelmesidir.
Tıbbi bilginin kurumsallaşması, toplumsal mekana fiili olarak dahil olması,
yeni hastane biçimlerinin ortaya çıkması, bedene ve nüfusa yeni tür bir bakışın
belirmesi bu sürecin genel çerçevesini oluşturur. Tıbbi bakışın toplumsal
süreçlere nüfuz etmesi, hem toplumsal bir konsensüsün oluşması (tıbbi
kurumların toplumun bütünü için önemi) hem de bu toplumsal konsensüsü tüm
çeşitliliğiyle yöneten bir aklın ortaya çıkması anlamına gelir. Modern tıp,
tıbbi bilginin tartışılamaz bir hakikate dönüştüğü bu uzlaşma ortamında insan bedenini,
sınırları belirli bir mekanda, yani hastane ortamında, daha öncesinde hiç
olmadığı kadar deney ve gözlemin nesnesi haline getirmiştir. Xavier Bichat’nın
klinik tıbba patolojik anatomiyi yerleştirmesiyle tıp tarihinde, kadavra ve
dokuların gözlemlenmesi lehine bir kırılma gerçekleşir. Foucault bu kırılmayı
Bichat’nın 1801 tarihinde yayımlanmış Genel Anatomi eserinden yaptığı şu
alıntıyla özetler: Yirmi yıl boyunca, hastaların başucunda, sabahtan akşama
kadar, kalp, akciğer, mide hastalıklarıyla ilgili notlar alırsanız, her şey
sizin için, hiçbir şeye 2016/1 86 bağlanmayıp, sizi bir dizi tutarsız fenomen
sunan semptomlardaki karışıklıktan başka bir şey olmayacaktır. Birkaç kadavra
açın: Yalnız gözlemin dağıtmaya yetmediği karanlığın hemen o anda yok olduğunu
göreceksiniz (Foucault, 2006, s.180). Klinikle birlikte tıpta deneyin önem
kazanması ile bedenin yaşamsal fonksiyonlarını çıplak gözle gözlemenin önemi
yerleşmiş, bu anlayış yeni tıbbın temelini oluşturmuştur. Hastanın bedeninin
çıplak gözle gözlemlenmesi ve de hastane sisteminin önem kazanması tıbbi bakışa
yerleşen bu deney ve gözlem odaklı yaklaşımla ilişkilidir. “Deney yapmanın
duyarsızlığına açık” (Foucault, 2006, s.112) bir mekan olarak hastane, bedeni
tıbbi müdahale karşısında sıradanlaştırır. Modern tıbbın hastanelerde
kurumsallaşması toplumsal süreçlere müdahale meşruiyetini güçlendiren bir
pratiği ifade ettiği kadar bu pratiği gerçekleştiren gözetleyici ve denetleyici
bir aklın ortaya çıkmasına da karşılık gelir: Bedenlerin, bireylerin, şeylerin,
merkezi bir bakış altında tümüyle görünür olmalarının en sabit yönetici
ilkelerden biri haline hangi noktada geldiğini fark ettim. Hastaneler örneğinde
bu sorun beraberinde ek bir güçlük daha getiriyordu: Hava akımını ve
havalandırmayı sağlayarak, teması, bulaşmayı, istenmeyen yakınlıkları ve
sıkışıklıkları engellemek gerekiyordu: Hem uzamı bölmek hem de açık bırakmak,
gözetlenecek bireyleri titizlikle birbirinden ayırarak hem topkeyun hem de
bireyleştirici bir gözetim sağlamak (Foucault, 2003a, s.86). Yaşam ortamı
üzerinde bir denetim, hem bütünsel hem de bireysel bir gözetim ile hastane
pratiği, kolayca diğer toplumsal kurumlara yaygınlaşabilecek derecede işlevsel
olan bir model sunmaktadır. Bununla birlikte, yaşamı tıbbileştiren bir aklın
kurumsallaştığı alan olarak hastane, toplumsal sınıfların çakıştığı ve sınıfsal
uzlaşmanın, tıbbi bilginin geliştirilmesi “uğruna” sağlandığı bir yer haline
gelir: Karşılıklılık yapısı içinde, zengin için, hastaneye yatan yoksullara
yardım elini uzatmanın yararı ortaya çıkar: Onların tedavilerini karşılarken,
kendisinin de yakalanabileceği hastalıkların daha iyi tanınması için de ödeme
yapmış olacaktır; yoksulun gözünde iyi yüreklilik olan, zengin için
uygulanabilir bilgiye dönüşür: “Hayırsever bağışlar yoksulun acılarını
dindirecektir, ki bu yolla, zenginin korunması için gerekli bilgiler
edinilecektir (Foucault, 2006, s.113). 2016/1 87 Toplum sağlığına yapılan
yardımlar, vefa, şükran vs. gibi duygularla sınıflar-arası sadakat ilişkisini
güçlendirirken iktisadi güce sahip sınıfların bedensel sağlığının güvence
altına alınmasını sağlar. Bir zenginin hastane açması bir yönüyle kendi
yaşamına yapılan bir yatırımdır. Örneğin, nüfusun bütününü etkileyen ve güçlü
bir olasılık olarak bütün toplumsal sınıfların maruz kalabileceği salgın
hastalıklardan kurtulmanın yolu, toplumu olabildiğince deney ve gözlemin
nesnesi haline getirerek bu hastalıklarla mücadele etmek konusunda mümkün
olduğunca deneyim biriktirmekten geçmektedir. Tıbbi bakışın gözetlediği,
denetlediği ve deney alanına açılmış bir toplumsal mekanın inşası, hem insan
denen canlıyı biyolojik bir varlık olarak doğal ortamında, hem de toplumsal bir
varlık olarak bireyi bu toplumsal ortamda gözlemlemek için gereklidir. Söz
konusu olan, toplumdaki yaşamsal hareketlerin bir bütün halinde hekimin ve
politikacının ilgi odağına yerleşmesidir. Politik ihtiyaçlar ve tıbbi
gelişmeler arasında bir paralellik olması gerektiği düşüncesi üzerinden yüksek
bu ilgi, genel olarak iki kurumun -tıp ve siyasetin- ortak noktasını oluşturur.
Doktorlar ve politikacılar böyle bir ortaklık üzerinden inşa edilen toplumsal
mekan konusunda hem fikirdir: Politik ideolojinin gereklilikleri ile tıp
teknolojisininkiler arasında bir ortaklık mevcuttur: Hekimler ve devlet
adamları, bazen benzer sözcüklerle, ama genelde farklı sebeplerle, bu yeni
mekanın oluşumuna engel olabilecek her şeyin, tek bir hareketle ortadan
kaldırılmasını isterler (Foucault, 2006, s.59- 60). Ortak bir kanaate yaslanan
yönetme, müdahale etme ve dönüştürme pratiğine örnek olarak hastalıklarla
mücadele verilebilir. Hastalıklara mücadele toplumsal mekanı kurma ve yönetme
işidir ve kötü yönetim, hastalıklarla mücadelede başarısızlığı doğurur. Tıbbın
toplumsal alana nüfuz etmesinin başlıca aracı, her mekanda ve her zaman
diliminde “sürekli, devingen ve farklılaşmış bir gözetim uygulayan hekimler
için yaygınlaşmış bir katılım tasarlanmaya” (Foucault, 2006, s.52)
başlanmasıdır. Bunun aracı ise hekimlerin şehirlerle birlikte taşrada, köylerde
vs. tüm idari coğrafyada çalışması ve sürekli bir biçimde gündelik 2016/1 88
yaşam içerisinde olmasıdır. Toplumsal alanın her noktasına giden hekimlerin
görevi sadece hastaları tedavi etmek değildir. Bu hekimlerden, öncelikle “doğum
ve ölüm kütükleri sayesinde istatistiksel bir sağlık kontrolü yapılması
istenir” (Foucault, 2006, s.52) ve bu yolla hekimler toplumsal bir bilgi
havuzunun birincil aktörleri haline gelirler. Hekimlerin tuttuğu bu kayıtlarda
hastalıklar, yaşam tarzları ve ölüm nedenleriyle ilgili olarak notlar bulunması
talep edilir ve böylece hekimlerin “patolojinin nüfus dairesi haline” gelmeleri
sağlanır (Foucault, 2006, s.52). İkincisi, her il için “bölge, konutlar,
insanlar, başlıca alışkanlıklar, giyim kuşam, hava yapısı, toprak üretimleri,
tam olgunluk ve hasat zamanı hakkında olduğu kadar yöre sakinlerinin fiziksel
ve ruhsal eğitimiyle de ilgili özenle hazırlanmış bir genel özetle birlikte”
tıbbi bir topografya hazırlanması istenir” (Foucault, 2006, s.52). Bu tıbbi
topografya belirli bir alana ya da nüfus grubuna tıbbi ve siyasi müdahale
konusunda veri işlevi görmesinin yanında insanı bir tür olarak doğal yaşam
ortamında gözlemleme kaygısını içerir. Bu bağlamda tıbbi topografyalar
“yerlerin konumu, arazi, su, hava, toplum, oturanların tutumları, meteorolojik
gözlemler (basınç, sıcaklık, rüzgârların düzeni), salgınların ve egemen olan
hastalıkların analizi, olağandışı durumların betimlenmesi” (Foucault, 2006,
s.49) gibi çok yönlü gözlemlerden ve incelemelerden oluşmaktadır. Nüfus
hareketlerinin yönetimi için öncelikle bu doğal ortama müdahalenin gerekliliği
modern kamu sağlığı siyasetinin de temelidir. Hekimlerden üçüncü beklenti ise
tıbbi bilgiyi yaygınlaştırmalarıdır. Hekimlerden “her bireyin bilincinin tıbben
uyarılmış olması talep edilir; her yurttaşın, tıp konusunda bilmesi zorunlu ve
mümkün olanlarla ilgili olarak bilgilendirilmiş olması” (Foucault, 2006,
s.52-53) beklenir. Böylelikle her hekim gözetmenlik ve bilgi akışını sağlama
görevinin yanı sıra öğretmenlik de yapmak zorundadır, çünkü hastalığın
yayılmasını önlemenin en iyi yolu tıbbi bilgiyi yaymak ve her bireyi kendinin
bedeninin hekimine dönüştürmekten geçmektedir. Lağımların, atıkların,
mezarlıkların, temel besin maddelerinin üretim koşullarının ve ticaretinin
denetimi, sağlığa sakıncalı bulunan evlerde ikametin yasaklanması gibi
tedbirlerin yanında hem okullarda hem de toplumsal olarak gerçekleştirilen dini
günlerde okunmak üzere, “beslenme, giyinme, hastalıklardan kaçınma, mevcut
olanları önleme ve iyileştirme yollarıyla ilgili bir sağlık yönetmeliği
oluşturmak” (Foucault, 2006, s.46) bir önleyici tedbir olarak tıbbi bilginin
yaygınlaştırılmasının başlıca yöntemleridir. Tıbbi bilginin yaygınlaştırılması
aynı zamanda tıbbi 2016/1 89 normların yaygınlaştırılmasıdır ve bu anlamda
modern kamu sağlığı siyaseti, normalleştirilmiş bir toplum inşa eder.
Yaygınlaştırılmış tıbbi pratikle birlikte “bilginin oluştuğu yer”, “ulusun
toplu yaşamına bağlı yaygınlaşmış bir tıp bilincidir” (Foucault, 2006,
s.52-53). Ulus inşa sürecinde insan yaşamı ve sağlığı, ulus düzeyinde modern
siyasetin esas gündemine dönüşür. Ulusal düzeyde nüfusun toplu yaşamına yönelik
olarak gelişen bu tıp bilinci, birbirinden soyutlanamayan “siyasi buyruklar,
ekonomik kararlar, kurumsal yönetmelikler, eğitim modelleri” (Foucault, 2004c,
s.158) ile işlerlik kazanır. Ulusal sağlığın yönetimi yasal temellere oturtulur
ve nüfus, tıbbi bilgi aracılığıyla siyasal süreçlerin hem öznesi hem de nesnesi
olur. Tıbbın “devlet tıbbı”na (Foucault, 2001, s.137) dönüşmesiyle nüfus
hareketlerine yönelik tıbbi pratik ve tıbbi bilgi standartlaşır. Devletin
inşasıyla bütünleşen tıbbi bilginin odağındaki nüfus öznesi, bu sürecin tüm
parçalarında karşımıza çıkacaktır. Önleyici tedbirlerden oluşan, nüfusun
yaşamsal süreçlerine yönelik kamu sağlığı tıbbını mümkün kılan da, bu tıbbi
standartlardan hareketle nüfus hareketlerine yönelik olarak üretilen siyasi
kararlardır.
Biyopolitika
ve Modern Toplum
Nüfusun tıbbi
ve biyolojik bir mesele olarak tarihe girişi modern siyasette kritik bir
dönüşümün göstergesi olmuştur. Bu dönüşümle birlikte artık siyasetin düzenleyici
yönü yaşama yönelmiş, bilginin çıkarıldığı ve sınandığı alan nüfus olmuştur.
Yaşamın kendisinin başlı başlına bir olgu olarak tarihsel pratiğe girişini
Foucault, “biyotarih” ve “biyo-politika” ilişkisi üzerinden değerlendirir.
Burada ortak bir alan olarak “biyo”, tarih ile siyasetin kesiştiği yerdir ve
siyaset, yaşam temelinde tarih ile bütünleşir. Buradan hareketle Foucault,
insanın biyolojik olarak siyasallaşması temelinde modern toplumun inşasının
tarihsel çerçevesini çizer: Batılı insan yavaş yavaş canlı bir dünyada canlı
bir tür olmanın, bir bedene, varolma koşullarına, yaşama olasılıklarına,
kişisel ve kamusal sağlığa, dönüştürülebilecek güçlere ve bu güçlerin en uygun
biçimde dağıtılabileceği bir düzleme sahip olmanın ne anlama geldiğini öğrenir.
Tarihte kuşkusuz ilk 2016/1 90 kez, biyolojik olan siyasal olanda yansıma
bulur; artık yaşama olgusu arada bir ölümün ve ölümlülüğün izin verdiği ölçüde
ortaya çıkan o ulaşılmaz yer değildir; belli ölçüde bilginin denetim ve
iktidarın müdahale alanına kayar. İktidar artık, üzerlerinde kullanılacak en uç
hakkın ölüm olduğu hukuksal öznelerle değil canlı varlıklarla muhatap olacaktır
ve bunlar üzerindeki en son etkisi bizatihi yaşam düzeyine kaymak zorunda
kalacaktır; iktidarın onların yanına kadar sokulma hakkını veren, öldürme
tehdidinden çok yaşam sorumluluğunu yüklenmesidir. Eğer, yaşam hareketleriyle
tarihin süreçlerinin birbirleriyle bağlaşmak için başvurdukları baskıları
“biyo-tarih” olarak adlandırırsak, yaşam ve yaşam mekanizmalarını açık hesaplar
alanına sokan ve bilgi-iktidarını insan yaşamının dönüşümünün bir failine
dönüştüren olaydan da biyo-politika diye söz etmek gerekecektir (Foucault,
2003b, s.105). Nüfusun tıbbileştirilmesi, bilgi ve müdahale yüzeyinde
insanların canlı varlıklar olarak kavranması ve yaşamın siyasal bir matematiğin
odağı haline getirilmesi, biyopolitikanın yükselişi ile anlamlandırılabilecek
süreçlerdir. Modern topluma dönüşmenin belirleyicisi olan bu eşiği Foucault,
“biyolojik modernlik eşiği” olarak adlandırır: Bir toplumun “biyolojik
modernlik eşiği” adını vereceğimiz şey, insan türünün bir bahis konusu olarak
kendi siyasal stratejileri içinde yer almaya başladığı anda oluşur(Foucault,
2003b, s.105). Modern siyasal sorunun mutlak bir biçimde nüfusa bağlı olduğunu
(Foucault, 2013, s.71) belirten Foucault’ya göre biyo-modernlik, “yaşam
üzerinde” icra edilen bir iktidarın oluşmasıdır ve bu iktidar iki hat üzerinde
(nüfus ve bedenler) gelişmekte, işlemekte ve dönüşmektedir. Nüfus ve bedenler
üzerinde işleyen bu iktidar biçimleri, karşı noktalarda duran, birbirinin
yerine geçen ya da birbirini çelen “birer karşı sav değildirler” (Foucault,
2003b, s.102) ve daha çok “bir ara bağıntı kümesinin birbirine bağladığı iki
gelişim kutbu oluştururlar” (Foucault, 2003b, s.102). Yaşamın, nüfusun ve
bedenlerin siyasallaşması, denetleyici ve düzenleyici bu iki kutup üzerinden
örgütlenir: Kutuplardan biri ve anlaşıldığına göre ilk oluşanı, bir makine
olarak ele alınan bedeni merkez almıştır: Bu bedenin terbiyesi, yeteneklerinin
arttırılması, güçlerinin ortaya çıkarılması, yararlılığıyla itaatkârlığının
koşut gelişmesi, etkili ve ekonomik denetim sistemleriyle bütünleşmesi, bütün
bunlar disiplinleri şekillendiren iktidar yöntemleriyle sağlanmıştır: insan
bedeninin anatomopolitikası. Biraz daha geç, yani XVIII. yüzyılın ortasında
oluşan ikinci kutup, tür bedeni, canlı varlığın mekaniğin etkisinde olan ve
biyolojik süreçlerin 2016/1 91 dayanağını oluşturan bedeni merkez almıştır:
Bollaşma, doğum ve ölüm oranları, sağlık düzeyi, yaşam süresi ve bunları
etkileyebilecek tüm koşullar önem kazanmıştır; bunların sorumluluğunun
yüklenilmesi bir dizi müdahale ve düzenleyici denetim yoluyla gerçekleşir: İşte
bu da nüfusun biyo-politikasıdır. Beden disiplinleri ve nüfus düzenlemeleri,
yaşam üzerindeki iktidarın çevrelerinde örgütlediği iki kutbu oluşturur
(Foucault, 2003b, s.102-103). Biyopolitika, iktidar mekanizmalarındaki bir
dönüşümün ifadesi olmakla birlikte egemenlik ve tabiiyet ilişkisinde bir
zihniyet değişiminin kendisidir. Bu zihniyet değişiminin sonucu olan
biyo-iktidar, yaşamı düzenleyici niteliğiyle kendisinden önceki “hükümranlık
iktidarı”ndan farklılaşır. Hükümranın öldürerek icra ettiği “mutlak, dramatik,
karanlık” iktidarının yerine yaşam hareketlerini kontrol eden ve düzenleyen bir “ayarlama iktidarı”
söz konusudur (Foucault, 2004b, s.252). Biyo-iktidar ile birlikte “egemen
iktidarın simgelediği eski öldürme gücü, yerini artık titizlikle bedenlerin
yönetimine ve yaşamın hesapçı bir biçimde işletilmesine bırakır” (Foucault,
2003b, s.103). Bu yeni iktidar teknolojilerinin ikinci önemli özelliği liberal
ekonominin yükseldiği bir ortama tekabül etmesidir ve bu yönetim sanatının
yerleşmesinin can alıcı noktası, ekonominin siyasi pratik alanına sokulmasıdır.
Biyopolitikaya özgü konular, nüfusun yönetimi ve liberalizmin ekonomik büyüme
modeli arasında tarihsel bir uyum ve bağımlılık ilişkisi vardır (Foucault,
2008, s.85). Liberalizm, bu yeni yönetimsel aklın, yani nüfus yönetiminin
rasyonalize edilmesidir (Foucault, 2008, s.318). Liberal rasyonalizasyon ve
liberal pratik, insan rezervi olarak sorunsallaştırdığı nüfusu bir alt yapı
olarak okur ve ekonominin ihtiyaç ve beklentilerine göre hareket eder
(Foucault, 2008, s.206). Liberal tahayyül için sorun, toplumun mümkün olan en
az maliyetle ve en makul bir biçimde nasıl yönetileceği sorunudur (Foucault,
2008, s.319). Nüfus hareketlerinin ve bedenlerin üretim için elverişli hale
getirilmesi, yaşam hareketlerinin tarihsel süreçlerle bütünleştirilmesidir. Bu
yönüyle biyopolitika kapitalizmin gelişmesinin vazgeçilmez bir öğesidir “çünkü
kapitalizm, bedenlerin denetimli bir biçimde üretim aygıtına sokulması ve nüfus
olaylarının ekonomik süreçlere göre ayarlanmasıyla güvence altına alınmıştır”
(Foucault, 2003b, s.103). 2016/1 92 Biyo-iktidar siyasal, bilimsel, biyolojik
ve iktidar sorunu olarak nüfusla ilgilidir ve burada önemli olan, siyasal ve
ekonomik kaygılarla ilişkili olarak doğumların ve ölümlerin orantısı, üreme
oranları, nüfusun doğurganlığı vb. gibi süreçlerin tıbbi topografyalar,
nüfusbilimi göstergeleri, istatistiksel cetveller ile gözlemlenmesi ve bu
gözlemler ile temel nüfus hareketlerine müdahale taslaklarının (pro-natalist
politikalar, hastalıklarla mücadele vb.) oluşturulmasıdır (Foucault, 2004b,
s.249). Yalnızca doğurganlık sorununda değil, yaşam süreçleriyle doğrudan
ilişkili olan hastalıkların yönetiminde de bir zihniyet değişimi söz konusudur.
“Bir nüfusta hakim olan hastalıkların yapısı, doğası, yayılımı, süresi” gibi
süreçler biyo-iktidarla birlikte “güçlerin eksilmesinin, çalışma süresinin azalmasının,
enerjilerin düşüşünün, üretimdeki eksiklik kadar bunun mal olabileceği
tedavilerin de yol açtığı ekonomik maliyetlerin süreğen faktörleri” (Foucault,
2004b, s.249) parametreleriyle analiz edilir. Bu parametreler nüfus
göstergelerinin dinamik alanı içerisinde anlamlandırılır. Bilginin
merkezileşmesi, hijyen eğitimi ve nüfusu tıbbileştirme kampanyalarıyla kamu
sağlığı görevini üstlenecek olan bir tıbbın kuruluşu bu siyasal ve toplumsal
zeminde belirir. Biyoiktidarın nüfusu biyolojik olarak sorunsallaştırması ve
tıbbileştirmesiyle, nüfusu etkileyen çevresel faktörleri (coğrafya, iklim, su,
bataklıklarla ilgili sağlık sorunları vs.) (Foucault, 2004b, s.250) tıbbi bir
bilginin kılavuzluğuna dikkate alarak olasılık hesaplamalarına dahil eder. Bu
tıbbi bakış, istatistiklerle nüfusun bütününü ilgilendiren önlemleri üretebilir
(hastalık oranlarını değiştirme, doğum politikaları, yaşam süresini uzatmaya
yönelik çabalar vs.) ve olasılık analizleriyle nüfus hareketlerinin yönünü
değiştirebilir. Belirli sınırlar içerisinde tutulabilen ve bu sınırlar
sayesinde yönetilebilen bir toplum, tıbbi bilginin siyasal kurumlara giderek
artan bir biçimde rehberlik etmesiyle oluşabilir ve şüphesiz bu bilginin
sistematik bir pratiğe dönüştüğü kurum modern devlettir. Foucault’ya göre tıp,
bedenleri, nüfusu, organizmayı ve biyolojik süreçleri konu alan ve böylece
düzenleştirici etmenlere sahip bir bilme iktidarıdır (Foucault, 2004b,
s.257-258). Tıbbın topluma nüfuz etmesi, bedenlerin ve nüfusun, daha geniş
çerçevede “yaşamın tıbbileştirilmesi” (Foucault, 2003c, s.156) olarak
genelleştirilebilecek pratiklerin bir sonucu 2016/1 93 olarak ortaya çıkmıştır.
Bryan S. Turner’ın belirttiği üzere Foucault’nun perspektifinin önemi, bireysel
bedenleri ve nüfusu, iktidar ve bilginin ürünleri olarak görmesidir (Turner,
2003, s.27) ve tıbbi bilgi de, beden ve nüfus üzerindeki uygulanan iktidar
teknikleri etrafında düşünülmelidir. Tıbbın biyopolitik bir strateji olarak
tanımlanması, beden ve nüfus politikalarının bir tıbbileştirme tartışması etrafında
kavranabileceğine işaret eder. Bilme iktidarı olarak tıp, normatif bir bilgi
ile toplumsal normları inşa eder. Bu anlamda Foucault’ya göre tıbbileştirme ile
normalleştirme arasında birbirinden ayrılamaz bir ilişki vardır ve tıbbi bilgi
sürekli bir biçimde “normallik” nosyonlarına başvurur (Foucault, 2006, s.57).
Dolayısıyla beden ve nüfus politikalarının tıbbileştirme etrafında örgütlenen
bir iktidar-bilgi ilişkisi üzerinden ele alınması, tıbbi bilginin norm üreten,
iktidar uygulayan ve bedenleri normalleştiren işlevini görmeyi gerektirir.
Sadece tek tek bedenler düzeyinde değil nüfusun biyopolitikasının temel
özelliklerinden biri de normlar üzerinden işlemesidir ve “normalleştirici
toplum, yaşamı merkez alan bir iktidar teknolojinin tarihsel sonucudur”
(Foucault, 2003b, s.106). Bedenleri ve nüfusu normalleştiren ve genel olarak
yaşamı düzenleyen bu iktidar modern siyasal alan içerisinde merkezileşmiş
organlarla etkisini artırmaktadır. Nüfusu hedef alan yönetimselleşmiş bir
devletin rolü burada ortaya çıkmaktadır. Biyopolitik stratejiler ile
normalleşmiş bir toplum “devlet tarafından yapılan biyo-düzenleme” (Foucault,
2004b, s.256) ile kurulur. Tarihsel süreç içerisinde tıbbi bilginin
modernleşmesi ulus devletlerin inşasıyla çakışmış ve insanın biyolojik
yaşamının siyasetin nesnesine dönüşmesi tıbbi bilginin devletleşmesiyle mümkün
olmuştur. Modern devlet, tıbbi bilgiyi kurumlar aracılığıyla içselleştiren, bu
bilgiyle donatılmış bir “devlet tıbbı”ndan (Foucault, 2001, s.137-142)
hareketle söylemini ve toplumsal pratiğini bu bilgiyle revize eden bir yapıdır. Bu bağlamda modern
toplumların inşasında tıbbi söylemin devletleşmesi ile devlet pratiğinin
tıbbileşmesi birbirinden ayrılamaz ve modernleşen Batı’da biyolojik yaşamın
siyasetin nesnesine dönüşmesi bu ilişki çerçevesinde anlaşılmalıdır. 2016/1 94
Tıbbileşme-siyasallaşma şeklinde gelişen bu çifte hareketi iki örnekle somut
hale getirebiliriz. Birinci örnek halk sağlığına yönelik politik endişelerin
ortaya çıkmasıdır. Batı’da 19. yüzyılın - yaşam hareketlerinin siyasallaşması
açısından- anlamı, bedenlerin ve nüfusun tıbbileştirilmesi, halk sağlığının
politik bir endişe kaynağına dönüşmesi ve tıbbi normativitelerden hareketle
sağlıklı toplum yaratma stratejilerinin hayata geçirilmesinin siyasiler
tarafından daha öncesinde hiç olmadığı kadar önemsenmesiydi. Özellikle Fransız
Devrimi’nden sonra sağlık, bir vatandaşlık hakkına dönüşmüş ve bu yüzyılda
nüfusun sağlığı siyasetin gündemine girmiştir (Porter, 2005, s.97). Bu dönemde
hastalıklarla mücadelede tıbbi önlemler gelişmiş ve hastalık profillerinin
çıkarılmasında bölgelerdeki nüfus gruplarının yaşam tarzları, iklim
değişikleri, beslenme, barınma koşulları, alkolizm ve okuryazarlık oranları
gibi faktörleri içine alan raporlara başvurulmuştur (Porter, 2005, s.96-97). Bu
durum hastalığın artık toplumsal bir sorun olarak ele alınması anlamına
geliyordu. 19. yüzyılda gerçekleştirilen sıhhi reformlar genel olarak tıbbi
uygulamaların siyasi ve idari olarak merkezileşmesi, karantina gibi salgınları
önleyici müdahalelerin artması ve tıbbi pratiklerin idari coğrafyanın uzak
noktalarına yaygınlaşmasıydı. Bu dönemde ayrıca bebek ölümlerine özel bir ilgi
belirmişti (Porter, 2005, s.164). İkinci örnek nüfusun sağlığına ve bebek
ölümlerine yönelen dikkatin giderek kamu sağlığının merkezine daha fazla
yerleşmesidir. Bu dönemde doğum süreci (her zaman annenin yararına olmayacak
bir şekilde) daha fazla tıbbileşmiş ve profesyonelleşmiş (Mazower, 2003,
s.101), anneliğe yönelik politik kutsiyet güçlenmiş ve “hamilelik kadınların ulusal
görevidir” fikri yaygınlaşmıştır(Mazower, 2003, s.94). Bu süreçle birlikte
aile, nüfusun sağlığını ve ulusal gücü tesis etmenin hayati görevlerle yüklü
birimine dönüşmüştür. Aile değerlerini yaymaya çalışmak, doğumu teşvik etmek,
kürtajı caydırmaya yönelik tutum ve bedensel sağlığı özendirmeye yönelik
yaklaşımlar bu kaygıların sonucuydu (Mazower, 2003, s.88). Mark Mazower’in de
belirttiği üzere 19. yüzyılın sonlarından itibaren nüfusun çokluğu ve sağlığı,
Avrupalı devletler Darwinci bir üstünlük mücadelesine girdikleri ve mücadeleyi
kazanmanın yolunun buradan geçtiğini düşündükleri için, “bir askerlik ve ulusal
güvenlik sorunu haline gelmişti” (Mazower, 2003, s.93). 2016/1 95
Genel
Değerlendirme
Modernleşen
toplumlarda beden ve nüfus politikaları, biyolojik bir olgu olarak yaşamın
tarihe girdiği andan itibaren ortaya çıkar. Tarihi süreçlerin biyolojik olan
üzerindeki etkilerinin giderek artmasıyla toplum giderek daha fazla tıbbın
terimleriyle tahlil ve tasvir edilir. Bu durum tıbbın bir otorite olarak artan
yükselişi, tıbbi bilginin sorgulanamaz bir meşru güce ulaşması ve
toplumsallaşmasıdır. Modern tıp bu güçle hem bireyi biyolojik varlık oluşu
gerçeğiyle yüzleştirir hem de siyasete bu biyolojik varlığı yönetme araçları
sunar. Foucault, modern toplumda biyolojik olanın (hastalıklar, ölüm, doğum,
sağlık, yaşam süresi vs.) siyasallaştığını belirtirken toplumsal olanın
tıbbileştiğini vurgular. Foucault’nun tarih araştırmalarına katkısı tam da bu
hatlar etrafında toplanmaktadır. Foucault öncelikle bilginin ve özellikle tıbbi
bilginin yaşam ve bedenler üzerinde bıraktığı izin tarihçilik açısından ne
denli geniş bir araştırma alanı olduğunu göstermiştir. Biyotarih olarak
adlandırdığı bu alan tarihsel sürecin biyolojik yaşam süreçleriyle nasıl
çakıştığını anlamamıza yönelik bir çabayı ifade etmektedir. Foucault, bununla
bağlantılı olarak, tarihsel alanın kuruluşunu iktidar teknikleri ve zihniyet
iklimi zemininde düşünmeyi önermiş ve tarihçilerin tarihsel malzemeye
bakışlarına yeni bir perspektif kazandırmıştır. Ayrıca modern toplumun ve
uluslaşmanın tarihini yaşamın, nüfusun ve bedenlerin tıbbileştirilmesinin
tarihi olarak ele alarak söz konusu sürece farklı bir pencereden bakmayı
önermiştir. Tüm bunlarla ilişkili olarak Foucault, bedeni tarihsel bir
araştırma alanı olarak tartışarak tarihsel bir gerçekliğe yerleştirmiş ve
bedenin bizatihi kendisinin siyasal-toplumsal ilişkilerin odağında olduğuna
dikkat çekmiştir.
Kaynakça
Apple, R. D. (1987). Mothers & Medicine: A Social History of Infant Feeding
1890-1950, Wisconsin :
The University of Wisconsin Pres. 2016/1 96 Castel, R. (1988). The Regulation
of Madness (Çev. W.D.Halls), Berkeley : University of California Pres. Courtine , J.J.
(2013).“Giriş”, Bedenin Tarihi 3 (Çev. Saadet Özen), İstanbul: YKY. Davidson,
R. ve A. Hall, L. (2001). Sex, Sin and Suffering: Venereal Disaese and European
Society since 1870, London :
Routledge. Douglas , M. (1996). Natural
Symbols: Explorations in Cosmology, New
York : Routledge. Ernst, W. ve Harris, B. (1999).
Race, Science and Medicine 1700–1960. New
York : Routledge. Foucault, M. (2001), “The Birth of
Social Medicine”, Power: The Essential Works of Foucault 1954-1984( Çev. Robert
Hurley vd.) Foucault, M. (2003a). “İktidarın Gözü”, İktidarın Gözü (Çev. Işık
Ergüden). İstanbul:Ayrıntı. Foucault, M. (2003b). Cinselliğin Tarihi (Çev.
Hülya Uğur Tanrıöver), İstanbul:Ayrıntı. Foucault, M. (2003c). “Göz Kamaştırıcı
Hayvan: İktidar”İktidarın Gözü (Çev. Işık Ergüden), İstanbul:Ayrıntı. Foucault,
M. (2004a). “Nietzsche, Soybilim, Tarih”, Felsefe Sahnesi (Çev. Işık Ergüden),
İstanbul: Ayrıntı. Foucault, M. (2004b). Toplumu Savunmak Gerekir (Çev.
Şehsuvar Aktaş), İstanbul: YKY. Foucault, M. (2004c). “Bilimlerin Arkeolojisi
Üzerine Epistemoloji Çerçevesi’ne Cevap” (Çev. Işık Ergüden), Felsefe Sahnesi. İstanbul:
Ayrıntı. Foucault, M. (2005). “İktidar Mekanizmasında Hapishaneler ve
Tımarhaneler” (Çev. Işık Ergüden), Büyük Kapatılma, İstanbul: Ayrıntı. 2016/1
97 Foucault, M. (2006). Kliniğin Doğuşu (Çev. İnci Malak Uysal), Ankara : Epos. Foucault,
M.(2008). The Birth of Biopolitics (Çev. Graham Burchell), New York : Palgrave. Foucault, M. (2013).
Güvenlik, Toprak, Nüfus (Çev. Ferhat Taylan), İstanbul: İstanbul Bilgi
Üniversitesi. Mazower, M. (2003). Karanlık Kıta (Çev. Mehmet Moralı), İstanbul:
İstanbul Bilgi Üniversitesi. Osborne, T. (1994). “On Anti-Medicine and Clinical
Reason”, Reassessing Foucault: Power, Medicine and Body (Der. Colin-Jones-Roy
Porter), London :
Routledge. Porter, D. (1999). Health, Civilization and The State: A History of
Public Helath From Ancient To Modern Times, London : Routledge. Rose, N. (1994).
“Medicine, History and Present”, Reassessing Foucault: Power, Medicine and Body
(Der. Colin-Jones-Roy Porter), London :
Routledge. Scambler, G. - Higgs, P. (1998). Modernity, Medicine and Health, New York :Routledge.
Sutphen, M. P. - Andrews, B. (2003). Medicine and Colonian Identity, London : Routledge.
Turner, B. (2003). Tıbbi Güç ve Toplumsal Bilgi (Çev. Ümit Tatlıcan), İstanbul:
Sentez. Vigarello, G. (2008). “Giriş”, Bedenin Tarihi 1 ( Çev. Saadet Özen),
İstanbul: YKY.