DEVRİMCİ KARADENİZ
Sait Çetinoğlu
Ermeni yazılı
kültürü, Ermeni tabipler, sağlık kurumları ve sağlık hizmetleriyle ilgili
çalışmaları yanında biyografi ve şehir incelemeleri bazında kapsamlı mikro
tarih araştırmalarıyla tanıdığımız Arsen Yarman, bu kez kurucularının pek çoğu
dönemin İstanbul’unun kendi alanlarındaki en parlak hekimleri olan unutulmuş
bir Ermeni sağlık kurumu Ermeni Etıbba Cemiyeti’ni gün ışığına çıkararak
okuyucularıyla paylaştı. Arsen Yarman, Ermeni Etıbba Cemiyeti
(1912-1922), faaliyetleri ve yayın organı Tarman dergisinin sahifelerine
odaklanarak Ermeni Halkının en çalkantılı, ve fırtınalı yıllarının
varoluş ve ayakta kalma mücadelesine ışık tutmaktadır.
Arsen Yarman’ın
çalışması bir anlamda Osmanlı Tıp Tarihidir. 490 sahifelik 480 doktor
biyografisi ve 100 fotoğraf paylaşımı ile araştırma, Osmanlı sarayı,
Balkan ve I. Dünya Savaşı başta olmak üzere Osmanlı Savaşları ve Milli Mücadele
yıllarının fedakar Ermeni tabiplerin emeklerine odaklanarak, tıp
tarihinin önemli bir yüzünü aydınlatmıştır. Kendilerine çok şey borçlu
olduğumuz ancak unuttuğumuz kişiler tekrar gün yüzüne çıkarılmış, yine bir çok
bilinmeyen ve unuttuğumuz konuları gündeme taşımıştır. Ermeni
hekimler, Avrupa’da özellikle İtalyan ve Fransız üniversitelerinde aldıkları
tıp eğitimi sayesinde Osmanlı tıbbının ve tıp eğitiminin modernleşmesine büyük
katkılarda bulunmuşlardır. Amirdovlat Amasiatsi’den itibaren Osmanlı sarayında
hizmet veren, sultanın ve yakınlarının şahsi hekimliğini yapan (Şaşyan[i] ailesi,
Serviçen, Sınabyan, Horasanciyan) pek çok Ermeni hekim bulunmaktadır.
Osmanlı Tıbbının
dolayısıyla günümüz tıbbının temel taşları Ermeni hekimler tarafından
döşenmiştir. Bunu tıp eğitimi ve TTB tarihinde görmek mümkündür.
Ermeni Etıbba
Cemiyetinin kuruluşu ve yayın organı Tarman dergisi
Cemiyet’in on
yıllık süre içindeki faaliyetleri kesintili üçer yıllık iki döneme ayrılır. İlk
dönem (1912-1915), Savaştan önceki bu üç yıllık dönemde Ermeni
Etıbba Cemiyeti, İttihat ve Terakki’nin ve Meşrutiyetin “eşitlik, özgürlük,
adalet” söyleminin fiili olarak uygulanmadığından, Ermeni doktorların
liyakatlerinin adil biçimde değerlendirilmediğinden ve ayrımcılığa maruz
kaldığından şikâyet etmekteydi.
Arsen Yarman’ın
cemiyetin çıkış gerekçesine dair “Ermeni etıbba Cemiyeti aynı zamanda Osmanlı
İmparatorluğunun geçirdiği siyasal ve sosyal dönüşümün bir sonucu olarak ortaya
çıkmıştır” sözleri çalışmayı Cemiyet’in tarihi olmanın ötesinde bir bakıma
İttihat ve Terakki’nin de kısa ve yoğun tarihi olarak okumamızı sağlıyor.
İttihat ve Terakki, yeni ve adil bir “Osmanlılık” fikrini güçlendirmek
istediğini propaganda ediyordu ancak Ermeni doktorlar 1911 yılında liyakat ve
kabiliyetleri yeterli olsa bile kamu dairelerinde görevlendirilmediklerini,
haklarının savunulması bakımından hassas olunmadığını fark etmişlerdir. Onları
Ermeni Etıbba Cemiyeti’ni kurmaya ve özel olarak İstanbul ve taşradaki tüm
Ermeni doktorların sorunlarıyla ilgilenmeye ve aralarındaki dayanışmayı
güçlendirmeye iten de bu tavır olmuştur. Eşit ve adil bir Osmanlılık fikrinin
tüm devlet otoriteleri tarafından savunulduğu ve uygulandığı kanaatine ulaşmak
için dört yıl yeterli bir süre sayılmalıdır.
Ermeni Etıbba
Cemiyeti 1912 yılında kurulduğunda, özgürlüklerin genişleyeceği ümidini
taşıyanların sayısı artık azalmaya başlamaktadır. Dönemin adaletsizliğe karşı
ortak hareket etmeyi teşvik eden
atmosferi de giderek bir itiraznâmeyle resmi makamlara müracaat etme fikri
yerine hekimlerin ortak hareket edeceği bir etıbba cemiyetinin kurulması
seçeneğini ortaya çıkarmıştır. Geçen süre içinde olup bitenler, Osmanlılık
idealinin birkaç yıl içinde büyük ölçüde ve geri dönülmez biçimde aşındığını
göstermiştir. Balkan Harbi sırasında ülkedeki siyasal atmosfer,
özgürlüklerin genişleyeceği ümidini beslemekten epeyce uzaktır.
Yapılan
başvurulardan bir netice alınamaması, itiraznâmeden de bir sonuç
alınamayacağına kesinlik kazandırmış, birlikte hareketi kolaylaştıracak
örgütlenme fikri olgunlaşarak Cemiyet şekillenmiştir.
Balkan Savaşı’nın
hemen ardından kurulan cemiyet giderek artan savaş tehdidi koşullarında
faaliyete başlamış ve çok kısa bir süre sonra kendisini, Ermeni toplumu için
son derece yıkıcı sonuçlan olan I. Dünya Savaşı’nın içinde bulmuştur. Bu
süreçte bir devlet politikası olarak 1915 yılında uygulanmaya başlanan Ermeni
tehciri ise yalnızca Ermeni toplumu için değil bizzat Ermeni Etıbba
Cemiyeti’nin üyeleri için de çok ağır sonuçlar doğurmuştur. Cemiyetin kurucu
üyelerinden Dr. Nazaret Dağavaryan tehcir sırasında öldürülmüştür,
Zaten 1912 yılında
kurulan Ermeni Etıbba Cemiyeti de sadece birkaç yıl faaliyet
gösterebilmiş, I. Dünya Savaşı koşullarında, Cemiyet mensubu hekimlerin
Balkan savaşlarındaki emekleri unutularak 1915 yılında faaliyeti
yasaklanmıştır.
Bu yasak, Cemiyetin
Dr. Vahram Torkomyan’ın öncülüğünde yeniden çalışmaya başladığı 1919 yılına
kadar sürer.
Cemiyetin
Savaş’tan sonraki ikinci döneminde (1919-1922) Ermeni toplumunun
endişeleri bambaşka bir düzleme taşınmıştır. Ermeni toplumu bir bütün
olarak varlık sorunuyla, hayatını sürdürme mücadelesiyle karşı karşıyadır ve
bunun en temel yolu siyasal süreçler hakkında bilgi sahibi olmaktan ve onu
etkileyebilmekten geçmektedir. Bu bakımdan Cemiyet, tıptan siyasete kadar geniş
bir yelpazede faaliyetlerini sürdürmeye çalışmıştır.
Derginin yayın
organı Ermeni bilim erbabının sesi ve buluşma yeri Tarman da bu son
dönemin ürünüdür ve Cemiyet ile Tarman bir dayanışma organı olarak birbirini
tamamlarlar. Tarman dergisi daha baştan itibaren İmparatorluk’ta
faaliyet gösteren Ermeni hekimlerin yanı sıra başta eczacılar ve diş hekimleri
olmak üzere sağlık alanında çalışan bütün kesimlerin sesini ve faaliyetlerini
duyurmayı amaçlamıştır.
Dönemin
özelliklerinden dolayı profesyonel bir meslek kuruluşunun toplumun her sorununu
kendine dert edinerek çözüm yollarına başvurması yadırganacak bir tutum olarak
karşılanabilir. Ancak Ermeni Etıbba Cemiyeti ve bileşenleri Ermeni tabipler,
toplumun en sorumlu kişileri olarak ortaya çıkarak, Ermeni toplumunun var olma
mücadelesinde öncü rolü üstlendiler. Ermeni toplumunun sorunlarına sahip
çıkarak, Türkiye’nin ve dünyanın her köşesine nar taneleri gibi dağılan
insanlara yardım elini uzatıp Ermeni toplumunu kucakladılar. Bu dayanışma
birikiminin Ermeni toplumunda refleks olarak var olduğunu rahatlıkla
söyleyebileceğimiz örneklere yeterince sahibiz.
Cemiyet, Tehcir
sürecindeki ölüm yolculuğunda kaybedilen, katledilen Ermeni halkının
hekim evlatlarına saygı ile sahip çıkar: I. Dünya Savaşı’nda yaşanan felakette
ölen Ermeni hekim, eczacı ve diş hekimleri için CemiyetAbide adlı bir
yayın hazırlar: Öldürülen Ermeni hekimler hakkındaki bilgi ve delilleri
bir araya getiren bu çalışmanın Ermenice adı Hay Pıjışgutyan Dıvats Zoherı
Tutsagakırvats Vaveragan Pasterov’dur. Savaş sürecinde Ermeni halkının karşı
karşıya kaldığı haksızlığın onarılması ve adaletin tecellisi için Divan-ı
Harb’ın bilgi isteği üzerine bu anıt belge, kanıt olarak Divan-ı
harbe gönderilmiştir.
Ermeni Etıbba
Cemiyeti, şehit evlatlarını unutturmayarak, toplumsal bellek oluşturulmasında
aktif olarak yer alır. Ermeni aydınların sürgün edildiği 24 Nisan (1915)
gününün yıldönümünde, İstanbul’da bu vesileyle düzenlenecek yas merasimi
komisyonuna katılır. 11 Nisan Matem Merasimi Komisyonu’nun, şehit Ermeni
düşünürlerin dul ve yetimlerinin ihtiyaç duydukları yardımı temin amacıyla
diğer cemiyet temsilcileriyle istişarede bulunması için Etıbba Cemiyeti’nden de
temsilciler yer alır.
24 Nisan 1921
tarihinde gerçekleştirilen cemiyetin 8. oturumunda, önce Başkan söz
almış ve Meclis açıldığında, bugünkü oturumun şehitlerimizin günü olan 24
Nisan’a denk geldiğini hatırlatmış ve hürmet nişanesi olarak 10 dakika ara
vermiştir. Bu esnada Dr. Torkomyan kürsüye çıkarak, bütün hayatını
kaybedenlerin ve onların arasından Dr. Paşayan, Dr. Dağavaryan, Dr. Sevag ve
diğerlerinin hatıralarını hürmetle yâd ettiğini belirtmiştir.
Cemiyet, tehcir
süreci kurbanlarına sahip çıktığı gibi, kurbanların aileleri de Birliğe imkanları
ölçüsünde destek vermiştir. Şehit hekimlerin entelektüel birikimlerini Ermeni
toplumuna armağan etmeleri bir başka dayanışma örneğidir. Bayan
Dağavaryan, Ermeni Etıbba Cemiyeti’ne yazdığı mektupta, rahmetli ve şehit
kocası Dr. Dağavaryan’ın 101 cilt Fransızca tıp kitaplarını bağışlamakta ve
kitapların Ermenistan’a nakledilmesi arzusunu dile getirmektedir. Meclis bu
bağışı şükranla kabul etmiş ve Dağavaryan Hanım’ı şeref üyesi ilan edip Cemiyet’in
bir teşekkür mektubunu göndermeyi kararlaştırmıştır.
1920 yılının 9.
dönem toplantısı Dr. M. Khorasanciyan’ın (Horasanciyan) dul eşinin, rahmetli
kocası ve genç yaşta ölen evladının hatıralarına binaen, doktorun 600 cildi
aşkın tıp kitabının Etıbba Cemiyeti kütüphanesine bağışladığını beyan eden bir
mektubunu okuyarak başlatmıştır. Meclis bu bağışı şükranla kabul etmiş ve
Bayan Khorasanciyan ile oğlu Avukat Bedros Horasanciyan’ı şeref üyesi ilan
etmiştir.
Cemiyetin 12.
oturumu 11 Temmuz 1921 tarihinde düzenlenmiş ve Başkan’ın tarihi bir
duyurusuyla başlamıştır. Başkan, toplantıyı açarken bugünün, 20 Hınçak Partisi
üyesinin darağacında asılmalarının altıncı yıldönümü olduğunu ifade etmiş ve
“Ermeni Etıbba Cemiyeti namına teessürlerimi bildiriyor ve Meclise bir müddet
ara vermeyi teklif ediyorum” demiştir. Başkan ayrıca, Cemiyet üyelerinden Dr.
Suryan’ın da 1920 Ekim’inde Kars’ta bir kurşunla öldürüldüğünü sözlerine
eklemiştir. Paramaz ve arkadaşları ’20’ler ile ilgili geniş bir bilgi
paylaşılmıştır. Benne Torosyan doktor, Hrant Yegavyan tıp öğrencisidir.
Cemiyet,
hekim-toplum işbirliğinin bir örneğini de ortaya koyar. Kızılay’a, Ermeni
Kızılhaçı’na, kiliselere, Patrikhaneye, I. Bağımsız Ermenistan’a,
okullara, gruplara, yetimhanelere, Kilikya’daki güç koşullar altındaki
felaketzedelere … Tıbbı ve maddi yardım esirgenmez.
Cemiyet ve
bileşenleri Ermeni tabipler, çalışmalarıyla, 1915 sürecinden yeni
çıkmış Ermeni halkının yaralarını sarıp, onlara umut aşılayarak ayağa
kaldırmış ve Ermeni halkını yarınlara ulaştırma çabalarında önemli görevler
yüklenmiştir. I. Dünya Savaşı’nın ve Ermeni tehcirinin yol açtığı yıkım
koşullarında derginin sağlık alanındaki bütün faaliyetlere yer vermeye
çalışması doğal sayılmalıdır. Zira bu tarihlerde İstanbul Ermeni Etıbba
Cemiyeti, Ermeni toplumunun hıfzıssıhha ihtiyaçlarını tespit eden,
hastalıkların yayılmaması için tedbirler alan, halkı sağlık sorunları hakkında
bilgilendiren ve Ermeni toplumunun idarecilerini gerekli tedbirlerin alınması
konusunda uyaran bir merkez haline gelmiştir. Ermeni toplumunun içinde
bulunduğu ağır koşullar nedeniyle Cemiyet dikkatini ve gücünü öncelikle bu
sıkıntıları çözmeye ayırmıştır. Ermeni toplumunun bekası, tehcir sürecindeki
yıkımın etkilerinin giderilerek ayağa kaldırılmaya çalışılması, korunması ve
geleceğe taşınması kaygısı ön planda yer almaktadır.
Cemiyet, 15 günde
bir yaptığı gerek tıbbi, gerekse toplumsal ve siyasal tartışmalarını Tarman sahifelerine
taşımıştır. Bu tutanaklar, toplantılara entelektüellerin halka karşı
sorumluluk bilinci, fedakârlık ve halkın her sorununa koşmaya hazır bir bilinçle katıldıklarını
gösteriyor.
Periyodik
toplantıların tutanakları bir anlamda Ermeni toplumunun barometresi gibidir:
sevinci, hüznü bu sahifelerde görmek mümkündür. Toplantılarda etik
tartışmaların önemli yer tutması da altı çizilecek bir başka noktadır. Ermeni
Etıbba Cemiyeti 17 Haziran 1914 tarihli oturumunda “Hekimlik Ahlaki İlkeleri”ni
( Principes Déontologie Médicalé) kabul etmiştir.
Tarman’a yansıyan
toplantı tutanaklarından Cemiyetin son derece demokratik yapıya sahip olduğunu
anlıyoruz. Cemiyet’in yüz yıl öncesinin demokratik yapısının günümüzde dahi
aşılamadığını söylemek abartılı olmaz. Cemiyet, gerçekleştirdiklerinin ötesinde
yapısı ve işleyişi ile de günümüze ışık tutmaktadır.
Her toplantı
aslında bilimsel tartışmadır. Bir hastalık çeşitli yönleriyle ele
alınmakta, teşhis ve tedavi yöntemleri bir konsültasyon gibi enine boyuna
tartışılmaktadır. Bunların Tarman‘a yansımasıyla toplantılara katılamayan
diğer tabiplerin de tıptaki gelişmelerden haberdar olmasının sağlandığını
görmekteyiz. Bu bakımdan Tarman bir kılavuz, bir okul niteliği taşır. Tarman‘ın
yurt içi ve yurt dışında bir çok yerde muhabirleri bulunmaktadır. Birçok kişi
dergi aboneliğini birçok kuruma bağışlamaları, Tarman‘a verilen önemin
göstergelerinden biridir. Onnik Papazyan gibi kimileri de milletperverlik ve
fedakarlık gereği derginin basımını üstlenirler.
Hekimlerin dergi
sahifelerinde okur ile geliştirdikleri diyalog da son derece öğreticidir.
Cemiyet, Ermeni
toplumunun her katmanı ve kurumu ile sıcak ilişkiler kurduğu gibi, yurtiçi ve
yurtdışında diğer kuruluşlarla da sıcak ilişkiler geliştirmiştir.
Cemiyetin başkan
ve üyelerinin başka Ermeni toplumunun başka kuruluşlarıyla da ilişkileri ve
bağları bulunmaktadır. Bazen iki kuruluşta da yönetim görevi
üstlenirler. Cemiyet’in ikinci dönem kurucu başkanı Vahram Torkomyan aynı
zamanda Ermeni Kızılhaçı’nın da başkanlığı görevini yürütür. Tehcir sürecinde
yetişmiş evlatlarını neredeyse tamamına yakınını kaybeden Ermeni toplumunun
tesadüfen hayatta kalan evlatlarının seçme şanslarının olmadığını
söyleyebiliriz. Torkomyan’da çıkarıldığı ölüm yolculuğundan tesadüfen geri
dönebilen nadir insanlardan biridir.
Ermeni Etıbba
Cemiyeti’nin faaliyetleri tıpkı Ermeni Kızılhaçı’yla ilişkisinde olduğu gibi Yedikule
Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi’yle de Cemiyet yöneticilerinden faaliyet
alanlarına kadar pek çok düzeyde çakışmaktadır. Ermeni Etıbba Cemiyeti’nin
kurucuları ve yöneticilerinin bazıları aynı zamanda Yedikule Surp Pırgiç Ermeni
Hastanesi’nde yöneticilik, başhekimlik ya da hekimlik yapmışlardır. Dr. H. B.
Madteosyan, Dr. Krikor Tavityan, Dr. Vahram Torkomyan, Dr. Nazaret Dağavaryan,
Dr. Garabed Yağubyan bunlardan sadece birkaçıdır.
Cemiyet’in sağlık
alanındaki önemli faaliyetlerinden biri de yardımcı sağlık personeli yetiştirme
programlarını hayata geçirmesidir. Tarman dergisi sayfalarında
Ermeni Etıbba Cemiyeti’nin Ermeni Kızılhaçı’yla birlikte çalışmalar
yapıp, seminerler düzenlediğine, hastabakıcı ve hemşire yetiştirmeye
çalıştığına dair pek çok haber yer almaktadır. I. Dünya Savaşı’nın sonunda Ermeni
toplumunun bu alandaki ihtiyaçları Cemiyeti bu tür bir eğitim programı
hazırlamaya ve belki de faaliyetlerinin önemli bir bölümünü bu alana ayırmaya
zorlamıştır.
Cemiyet 1914
yılında, daha savaşın başında Osmanlı İmparatorluğu bu savaşa girdiği
takdirde görev alacak Ermeni hemşireler yetiştirmeye başlamıştır. Ermeni
Etıbba Cemiyeti, 1914 yılında savaşın çıkacağı anlaşılınca, Osmanlı Ordusu ve
Türk Kızılayı için, İstanbul’da Pera’daki Esayan Okulu’nda, Torkomyan
ve çıkarıldıkları ölüm yolculuğundan geri dönemeyen Nazaret Dağavaryan,
Rupen Sevag Çilingiryan gibi doktorların girişimi ve katılımıyla,
hastabakıcılık ve hemşirelik kursları açmış, bu konularda İstanbul’un çeşitli
semtlerinde konferanslar düzenlemiştir. 1. Dünya savaşı sırasında Ermeni
yardımcı sağlık personelinin bu alandaki başarıları yabancı gözlemcilerin
anılarındaki önemli anekdotlar arasındadır. Savaş sırasında Urfa’da hastane
yöneticiliği üstlenen Jakob Künzler’in hatıralarına bakıldığında Ermeni
hastabakıcı ve hemşirelerin savaş boyunca sadece İstanbul’da değil,
Anadolu’nun başka şehirlerinde de hizmet verdikleri görülmektedir. Künzler,
Ermeni hastabakıcı ya da hemşirelerin görev almadığı yerlerde sağlık
koşullarının riskli biçimde bozulduğunu gözlemlemiştir
Cemiyet savaş
sonrası dönemde Ermeni toplumunun geleceği olan yetimler ve bunların
barınma yerleri olan yetimhanelerle yakından ilgilenmiş, birçok yetimhane ve
sığınağın tıbbi bakımını üstlenmiştir. Cemiyetin Ermeni yetimleriyle
ilgili faaliyetleri nakledilirken, Arsen Yarman yetimler ve
yetimhanelerle ilgili ilk kez derli toplu bir bilgi paylaşır.
Arsen Yarman el
konulan kadın ve çocuklara ve bunların kurtarılmasına (öksüz toplama) dair
bilgiler verir. Hay Ganants Liga’nın, alıkonan Ermeni çocukları geri alma
çabası dönemin gelişmeleri bakımından bir hayli anlamlıdır. Zira 1918 yılında Yeni
İstanbul gazetesinde de bu yönde haberler çıkmıştır. Gazetenin 9 Teşrin-i
Sani 1334 tarihli sayısında, İttihat ve Terakki’nin önde gelenlerinden ve
Diyarbakır valisi olan Reşid’in Şişli’deki evinde altı erkek ve bir kız çocuğun
bulunduğu haberi yer almıştır. Yine aynı haberde Bahaeddin Şakir’in Beşiktaş
Serencebey Yokuşu’ndaki evinde şimdi Enver Paşa’nın amcası Halil Paşa’nın
ikamet ettiği ve bu evde de üç Ermeni kız çocuğun yaşadığı eklenmiştir. Aynı
gazetede birkaç gün soma (13 Teşrin-i Sani 1334) yer alan bir haberde ise
Ermeni Patrikhanesi’ne her gün sahipsiz yetimlerin getirildiği, bunların “zabit
ve memur İslam aileleri nezdinde istihdam olunduktan [çalıştırıldıktan] sonra
milletin mu‘avenet [yardım]ve himayesine muhtaç bırakıldıkları”
belirtilmektedir.
Ermeni toplumunun
geleceğine dair kaygılar ve toplum sağlığı, cemiyetin yakından
ilgilendiği konuların başında gelmektedir. Sağlıklı nesil için zührevi
hastalıklar ile mücadele ve evliliklerin sağlığı ile de yakından
ilgilenilmiştir. İstanbul’un Ermeni halkı arasında zührevi hastalıklar
çoğalıyor ve evlilikler azalıyordu, dolayısıyla istatistikler hazırlayıp
tedbirler almak gerekiyordu. Meclis bu konuyla ilgili olarak halkı aydınlatmak
için mahallelerde sıhhatle alakalı konferanslar verilmesini kararlaştırmıştır.
Evlilik Vesikası çalışmaları da bu kapsamdaki çalışmaların başında gelir.
Cemiyet, bütün çalışmalarında, Ermeni yetimlerin ve kadınların korunmasına
yönelik çalışmaların Ermeni toplumunun geleceği açısından öneminin altını
özellikle çizmiştir. Evlilik kâğıdı, yetimlerin ve kadınların evlendirilmesi bu
bağlamda değerlendirilmelidir.
Cemiyet’in ilgi
alanlarından biri de Kilikya’dır. Tesadüfen hayatta kalıp Savaş sonrasında geri
dönebilen tehcir kurbanlarının sorunlarıyla yakından ilgilenilir. Bölgenin
durumu Cemiyet’in periyodik toplantılarında tartışılır. Sorun büyüktür, geri
dönebilen insanlar Kilikya’da mahsur kalmış durumdadır. Ermeni doktorlar geri
dönenlere yardımlarını esirgemezler. Halkına yardıma gelenler arasında Ayaş’tan
tesadüfen geri dönebilen ilginç kişilerden biri Mütareke döneminde yeniden
İstanbul’a dönmüş Avedis Nakkaşyan’dır. Nakkaşyan, İstanbul’a döndükten
bir süre sonra Kilikya’da (Adana civarında) çalışmaya başlamıştır. Buradaki
Fransızlar Türklerle Ankara Anlaşması’nı imzalayıp bölgeyi terk edince o da
Adana’dan ayrılmak zorunda kalmıştır.
Ermeni kurbanlar,
mülklerine el koyanlara karşı çaresizdir. Çatışma sebeplerinin başlıcası da
budur. Arsen Yarman, bölgenin savaş sonrası dönemi tarihine dair şimdiye
kadar verilmiş en yoğun bilgiyi aktarır. Fransızların Kilikya’daki
yönetiminin, İngilizlerin daha doğudaki ve ağırlıklı olarak Kürt nüfusun hâkim
olduğu şehirlerdeki yönetiminden farklı olduğunu, bu farklılığın Ermeni kadın
ve çocukların şehirdeki durumlarıyla ilgili olarak da ortaya çıktığını
belirtir. İngilizler, alıkonulmuş kadın ve çocuklarla ilgili bir girişimde
bulunmazken, Kilikya’daki Fransız yönetici Albay Bremond, 9 Ağustos 1919’da konuyla
ilgili bir karar almıştır. Bu kararın uygulanması zaman zaman oldukça karmaşık
durumlara sebep olmuştur: Hıristiyan kadınların bazıları birkaç sene önce zorla
evlendirilmiş, bunlardan çocuk sahibi olmuş ve bu şekilde aile kurmuştu.
Dolayısıyla şimdi aileleri ile ‘özgürlük’ arasında bir seçim yapmaları
gerekiyordu. Her şeye rağmen Albay Bremond’un kararı bu kadınlara seçim yapma
özgürlüğü verdi… Bazen acıklı sahneler yaşandığı oluyordu. İnsanlar,
yaşadıkları olaylar nedeniyle öylesine dehşete düşmüşlerdi ki savaşın
bittiğine inanmakta güçlük çekiyor, katliamların etkisinden kurtulamıyorlardı…
Kadın, çocuk ve genç kızlar görüşmeye yeni aileleri eşliğinde geliyor,
Hıristiyan geçmişlerini reddediyorlardı. Tam anlamıyla sarsılmış ve dehşete
düşmüş olan bu insanların kendilerini yeni isimleriyle tanıtıp eskiden
Hıristiyan ismi taşıdıklarını reddettikleri, hatta Hıristiyan ailelerindeki
kişileri tanımadıklarını söyledikleri dahi oluyordu… Ermeni nüfusun geri
getirilmesi, Ermenilere ait malların iadesi ve alıkonulmuş Ermeni kadın ve
çocukların geri alınması gibi uygulamalar Kilikya’daki Müslüman nüfusun Fransız
yönetimine duyduğu düşmanlığı kısa sürede zirveye çıkarmıştır.
Kısa sürede
Fransa’nın tutumu değişir. Bölgedeki Fransız yönetimine dair bir görev
değişimi de Fransa’nın pozisyonundaki değişim hakkında bir ipucu
vermektedir. 8 Ekim 1919’da François Georges-Picot’nun yerine Yakındoğu Yüksek
Komiseri olarak atanan General Henri Gouraud 21 Kasım 1919’da Beyrut’a
gelmiştir. İkilinin unvanlarının değişikliği oldukça açıklayıcıdır:
Georges-Picot “Suriye ve Ermenistan Yüksek Komiseri” unvanını taşırken, General
Henri Gouraud’un unvanı “Suriye ve Kilikya Yüksek Komiseri”dir. Hem bu unvan
değişikliği hem de Ankara Hükümeti’yle yakınlaşmak gerektiğini düşünen Robert
de Caix’in, General Gauroud’un genel sekreteri olarak atanması Fransa’nın
izleyeceği politikanın yeni doğrultusunu gösterir .
Aslında işin
doğrusu Fransa’nın daha 1919 yılının sonunda Kilikya konusunda Türklerle
anlaşmaya hazır olduğudur. Bunun İngilizler açısından da aynı olduğunu düşünmek
için yeterli sebebimiz var. Binbaşı Ravlinson’un anıları konuyla ilgili
aydınlatıcı bilgiler verir.
Hekimlerin can
kaybı bu dönemde de sürer. Cemiyet’in 5 Aralık 1920 tarihli toplantısında, Dr.
Torkomyan, Dr. D. Terzeyan’ın Hacın’daki çatışmalar sırasında esir düşmemek
için zehir içerek intihar ettiğini bildirmiştir. Dr. Markaryan da Konya’daki
Türk kuvvetleri tarafından idam sehpasına çıkarılmıştır.
Çalışmalarından ve Tarman dergisinin
sahifelerine yansıyanlardan anladığımız kadarıyla Cemiyet’in, Ermeni toplumunun
ruhani ve cismani meclislerinin yanında onlar gibi önemli ve saygın bir yeri ve
seçilmiş konsey gibi bir prestiji olduğunu anlıyoruz. Cemiyet’in
yurtdışında da saygınlığının ve Hilal-i Ahmer temsilcilerinin ket vurma
çabalarına rağmen orada da temsil kabiliyetinin olduğunu Tarman sahifelerinden
anlıyoruz.
Derginin eldeki
son sayısı Temmuz 1922 tarihlidir. Bu (son) sayıda yer verilen toplantıda, Dr.
Yağup, 11 Nisan’ın (24 Nisan 1915) Ermeni doktorlar için de bir yas günü kabul
edilmesini ve yapılacak törene Cemiyet’in de temsilci göndererek katılımını
önermiştir. Bu görüş dikkate alınmış ve törende Cemiyet’i yönetimin temsil
etmesine karar verilmiştir… Rahip Diraduryan bu konuşmanın ardından 11 Nisan
şehitleri için yapılacak yas törenini dikkate alarak şehit Ermeni doktorlar
için dua etmiştir.
Savaş Sürecinde
Ermeni Doktorlar
Ermeni toplumu ve
partileri, Osmanlı Ermenilerinin vatani görevlerini[ii] yerine getirerek,
I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunda savaşması gerektiği yönünde
bir karar almışlardır. Ermeni siyasi partileri savaşta Osmanlı ülkesine
bağlılıklarını koruyacakları yönündeki kararı İttihat ve Terakki yöneticilerine
açık bir şekilde bildirmişlerdir. Ancak I. Dünya Savaşı gibi uzun süren,
üstelik savaşın daha başında tehcir gibi bir yıkım politikasının yaşandığı bir
süreçte bütün Ermenilerin bu yönde davranmaları mümkün değildir. Kendisi de
tehcirden güçlükle kurtulan Yervant Odyan anılarında böyle bir Ermeni
karakterinden söz eder.
1914 yılı Kasım
ayı başında toplanan Ermeni Milli Meclisi’nde Osmanlı Ermenileri başka
tesirlere kapılmadan Osmanlı Devleti’ne bağlılığını göstermeli ve her Ermeni
vatani görevini yapmalıdır kararı ve çağrısı çıkmıştır.
Osmanlı’nın
savaşta Cihat Fetvası’na ihtiyaç duyması, dikkatle üzerinde durulması gereken
bir durumdur. Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’na katılması ve
cihat fetvalarının okunması sırasında olanlar dikkat çekicidir. “Gösteri yapan kalabalığın,
sahibi kısa bir süre önce Rus uyruğuna geçen bir Ermeni olan Tokatlıyan
Oteli’ne ve Yeşilköy’deki bir kiliseye saldırması planlı bir hareket olarak
değerlendirilmektedir” yönündeki tesbitinin ardından Stefanos
Yerasimos’un şu değerlendirmesi paylaşılır :“İşte bu yüzden 13 Kasım
1914 tarihi İstanbul’un hayatında bir kopuşu belirler.” Kutsal savaş bir süre
sonra kendi vatandaşlarına yönelip, 20. yüzyılın ilk büyük trajedisine neden
olacaktır.
I. Dünya
Savaşı’nda Osmanlı’ya karşı savaşan Ermenilerin bulunduğu bilinmektedir ancak
bu durum Ermeni dini ve siyasi kuramlarının genel tavrının bu yönde olmadığı
gerçeğini gölgeleyemez.
Kaldı ki her Türk
asker doğmuyordu. Kutsal Savaş fetvasına rağmen Osmanlı ordusunda kaçaklar çok
yüksektir. Harbiye nezareti Ahz-ı Asker dairesi Başkanı miralay Behiç Bey
anılarında firar olayı çok geniş yer tutar.
Firarın cezası
idam olduğu hâlde, firarın önünü almak mümkün olamamış; bilakis günden güne
artmıştır… Firar edemeyen erat arasında intihar edenler ve cinnet getirenler de
vardı. Kasten kendini yaralayanlar eksik değildi. Bu sonuncular derhal idam
olunuyorlardı… Kura ile idam: Vilâyet İdare meclisleri ele geçen firarileri
toplayıp kura çekecekler. 1, 11, 21,… çekenler derhal orada asılacak ve
diğerleri kıtalarına sevk olunacak… Firarîlerin evlerini yıkmak ve ailelerini
sürmek… Firar meselesi öyle bir şekil almıştı ki bugün bir firarîyi idam eden
manga eratından bazıları, ertesi günü kendileri kaçıyorlardı. Yani idam cezası
dahi müessir olamıyordu. Bazıları kasten frengi hastalığı alarak askerlikten
kurtulmaya teşebbüs ediyorlardı. Nihayet frengili amele taburları teşkiline
mecbur olduk.[iii]
Taşnaktsutyun
yöneticilerini Rusya’ya karşı bir isyan çıkarmaya ikna edemeyen İttihat ve
Terakki Hükümeti Ermeni siyasal partilerine ve kurumlarına güven duymaz ve
savaş süresince ya faaliyetlerini durdurur ya da sıkı bir şekilde takip
edilmesini emreder. Ermeni Etıbba Cemiyeti’nin faaliyetleri de 1915 yılında
yasaklanır.
Rahip K.
Balakyan’ın tanıklığı ilginçtir, yasağın garabetini vurgular:
İstanbul ve
İzmir’deki Ermeni hastanelerinin özel bölümlerinde, Çanakkale’den her gün getirtilen
binlerce yaralı Türk askeri için yüzlerce yatak hazır edilmişti. Ermeniler
kendileri korkunç yasaklar altında yaşarken bile cömertçe Türk Kızılayına
bağışta bulunuyorlardı. İstanbul ve taşrada hükümet yardım amacıyla kermesler
düzenlemişti ve buraların en iyi müşterileri Ermeniler olmuştu. Özellikle
Ermeniler için konulan sıkıyönetim yasalarına harfi harfine uyan Ermeni
askerler, doktorlar, eczacılar, hemşireler ve ustalar Türk ordusuna aktif
destek veriyorlardı.
Arsen Yarman,
Ermeni toplumunda I. Dünya Savaşı’nda Ermenilerin alması gereken tutumlara
ilişkin farklı görüşlerin varlığı bilinmektedir… Ancak savaşta alınacak tutuma
dair tartışmalara ve 1915 yılından itibaren Ermeni Etıbba Cemiyeti’nin resmen
bir kurum olarak faaliyette olmamasına rağmen, Ermeni doktorlar (aralarında
Ermeni Etıbba Cemiyeti üyesi doktorlar da bulunmaktadır) vatani görevlerini
yerine getirme kararma uygun olarak Osmanlı ordusunda çalışmaya başlarlar.
Bütün bu politik
belirsizlik ortamında ve çelişik duygular içinde vatan savunmasına katılırlar.
Bu çelişik duyguları, politik belirsizlikleri, kendisi Osmanlı ordusunda
savaşırken aileleri tehcire gönderilen doktorların içinde bulundukları ruhsal
karmaşa ve şaşkınlığı gösterebilmek için bazı Ermeni doktorların yazdıklarına kulak
vermek yararlı olacaktır. Sözleriyle Ermeni Tabiplerin Savaş sürecindeki
tanıklıklarına yer verir:
Avedis Nakkaşyan
Dr. Avedis
Nakaşyan’ın yazdıkları son derece ilginçtir, zira kendisi ılımlı-liberal
görüşleri olan ve Ermeni milliyetçiliğiyle ilgili olmayan bir doktordur. Ancak
ne görüşleri ne de faaliyetleri onu 24 Nisan 1915’te tutuklanıp Ayaş’a
gönderilmekten kurtarabilmiştir.
Aslında 24 Nisan
1915’te gözaltına alman Ermeni aydınları arasında siyasi görüşleri bakımından
Nakaşyan’a yakın isimler hiç de az değildir. Siyasi etkinliklere katılmayan ya
da ilgi göstermeyenlerin sayısı hayli yüksektir. Aralarında Osmanlı
İmparatorluğu’nun savaşa girmesine etkin olarak karşı çıkanların sayısının
yüksek olduğu da iddia edilemez. Dolayısıyla durumun vahametini anlamak
bakımından Nakaşyan’dan başka örnek gösterilecek pek çok kişi vardır.[iv]
Dr. Nakaşyan Ayaş’a
giden kafilenin şanslıları arasındadır. 23 Temmuz 1915’te serbest bırakılmış ve
Ankara’ya gönderilmiştir. Ayaş’a götürülen Ermeni aydınları, aralarından çok
azı hariç, bir daha geri dönememiştir.[v]Yaklaşık üç ay
boyunca tutuklu kalan ve hayatı pamuk ipliğine bağlı olan Dr. Nakkaşyan’ın
serbest kaldıktan sonra getirildiği görev de şaşırtıcıdır. Osmanlı ordusunda,
Gülhane Hastanesi’nde askeri hekim olarak görev yapmıştır. Ancak Osmanlı
topraklarının Ermeniler için güvenli bir ülke olmaktan çıktığını kendi
deneyiminden de anladığı için ailesini Bulgaristan’a göndermiş ve bir süre
sonra, 1917 yılında kendisi de oraya göçmüştür.
Dr. Navasart
Değirmenciyan ve I. Dünya Savaşı (Kıncılar, Halep, Adapazarı) Tanıklıkları
Arsen Yarman
Ermeni doktorların I. Dünya Savaşı’nda karşılaştıkları ve hayatlarını darmadağın
eden olayların bir başka örneği olarak Dr. Navasart Değirmenciyan’ın
Geyve’nin Kıncılar köyü hakkındaki kitabında paylaştıklarına yer verir.
Beyrut’ta 1960 yılında basılan kitapta, I. Dünya Savaşı’nda Ankara’da Merkez
Hastanesi’nde doktorluk yapan Değirmenciyan’ın ailesinin karşılaştığı tehcir
felaketi ve doktorun içine düştüğü duygusal karmaşa çok açıktır… [vi]
Tehcir karan Dr.
Değirmenciyan’ı büyük bir ikilem içinde bırakmıştır; ya işi gücü bırakıp bütün
hayatını değiştirecek ve ailesinin güvenliğini sağlayacaktır ya da görevine
devam ederek ailesinin kötü bir akıbetle karşılaşmaması için elinden geleni
yapacaktır. Dr. Değirmenciyan’ın bu sırada içinde bulunduğu koşulları çok iyi
bilmiyoruz ancak doktorun ikinci seçeneğe uygun davrandığı anlaşılmaktadır.
1915 yılında tehcire gönderilmeleri kararı çıkarıldığında Dr. Değirmenciyan
Ankara’dan ailesinin yaşadığı Adapazan’na gelmiş, onları görmüş ve
Adapazarı’ndan tehcire hazin bir şekilde yolcu etmiştir.
Dr. Değirmenciyan
Ankara Merkez Komutanlığı’nda görevliyken, 1917 yılında ailesini Der-Zor
çölünde bulmuş ve onları daha güvenli olduğunu düşündüğü Halep’e yerleştirmeye
çalışmıştır. Bu tarihlerde Suriye ve çevresindeki pek çok şehir tehcirde yetim
kalmış Ermeni çocuklarla doludur. Dönemin Halep’ini tasvir eden Arsen
Yarman Halide Edip’in Cavit Bey’e yazdığı mektubunu paylaşır. Halide Edip’in 1
Mart 1917 tarihli mektubunda Yetimhaneler hayatta bir şeyin telafi edemeyeceği
şeyi kaybetmiş yarı aç bedbaht çocuklarla dolu… dediği Halep!
Arsen Yarman’ın
bir başka paylaşımı da Cemal Paşa’nın direktifiyle Ermeni yetimlerinin
asimilasyonu için Suriye’de yetimhaneleri örgütleyen Halide Edip’e 9 Kasım 1918
günlü Yeni İstanbul gazetesinde Ahmet Haşim’in, yazdığı açık
mektuptur:
Vakit’teki makalenizde,
Ermeni kıtâlinden [öldürmeleri] bahsediyorsunuz. Ve ağır, vakur, itabkâr
[azarlar] bir sesle bir kürsünün bâlâsından [üstünden] bu işin şenâ’atini
[kötülüğünü] ilan ediyorsunuz. Ne iyi! Bu halinizle bir kanlı ovanın ufku
üzerinde yükselen beyaz şefkate ne kadar benzeyecektiniz, eğer bu sesiniz
bütün seslerin sustuğu ve insan boğazlarından akan son kırmızı ırmakların gâib
[yok] olmak üzere topraklara doğru koşup gittiği sırada, bugün gibi işitilmiş
olaydı! Fakat siz, o sırada başka bir mezbahayı seyre gitmiştiniz.
Halep sığınma
evindeki yetimlerin durumu da ilginçtir. Arsen yarman bu ilginçliğin altını
çizer: Yetim çocukların önemli bir bölümünün babasının aynı dönemde Osmanlı Ordusunda
askere alınmış olmasıdır.
Dr.
Değirmenciyan’ın kitabında bahsettiği doktorlardan biri de Dikran Kasapyan’dır.
Kasapyan’ın Avusturya-Macaristan cephesinde ölümü trajiktir. Dr. Kasapyan
yardımcılarıyla birlikte Avusturya-Macaristan cephesinde yaralıları savaş
alanından toplamaya giderken yanlışlıkla düşman zannedilerek Avusturya-
Macaristan askerlerinin top ateşiyle karşı karşıya kalmış ve kendi sağlık
grubuyla birlikte hayatını kaybetmiştir.
Dr. Avedis
Cemcemyan’ın I. Dünya Savaşı Tanıklıkları
Osmanlı
İmparatorluğu Ordusu Subayı, Dr. Avedis Cemcemyan’ın Günlüğü (1914-1918)) 1986
yılında Beyrut’ta basılmıştır. Doktorun görev yaptığı geniş saha göze
alındığında İmparatorluğun pek çok cephesi hakkında bilgi vermektedir. Arsen
yarman kitabın değerini ş u sözlerle ifade eder: Kitabı bizim açımızdan daha da
değerli kılan unsur ise günlükte yer alan notlar sayesinde çeşidi cephelerde
askeri üniformayla ya da sivil olarak görev yapan birçok Ermeni doktor hakkında
bilgi vermesidir. Dr. Cemcemyan’ın kitabından İmparatorluğun farklı
bölgelerinde cephede ya da cephe gerisinde görev yapan Dr. Samuel Şımavonyan,
Dr. Artin Der Boğosyan, Dr. Kavalcıyan, Dr. Tahmizyan, Dr. Nakaşyan, Dr.
Şahbaz, Dr. Boyacıyan, Dr. Harutyuıı Babigyan, Dr. G. Babigyan, Dr. S. NizipHyan,
Dr. Nuri İşkhanyan, Dr. Zenop Bezciyan, Dr. Harutyun Tarpinyan, Dr. Bedros
(amele taburu doktoru) Dr. Acemyan, Dr. Altunyan (Dr. Cemcemyan, Halep’teki
Dr. Altunyan aracılığıyla tehcirde Hama’ya sürülen kardeşlerine para
göndermektedir) gibi pek çok Ermeni doktordan haberdar olmak mümkün olmuştur.
Cemcemyan’ın
kitabı günlük formunda kaleme alındığı için doktorun faaliyetlerinin ya da
aldığı haberlerin kronolojik bir dökümü anlamına da gelmektedir.
15-16 Nisan
1915’te Ermeni hamamına gittiğini yazan doktor Gelibolu’da hâlâ 200 Ermeni
evinin bulunduğunu eklemiştir. Öğleden sonra bir uçak “Barbaros” zırhlısına
iki bomba atmış ama ikisi de hedefi bulmamış, denize düşmüştür. Daha sonra Rum
doktor Pavustopuli’yle dolaşmaya çıktıklarını yazan doktor uçakların tekrar
göründüğünü ve bu kez attıkları bombalardan birinin Ermeni mahallesine isabet
ettiğini öğrenmiştir.
Ertesi gün
Çanakkale’ye gitme emri alan doktor dünkü bombardımanda uçaklardan birinin
isabet aldığını[vii]ama
bu arada bir denizaltının da vurulduğunu kaydetmektedir.
2 Mayıs’ta Enver
Paşa’nın cepheye geleceği haberleri yayılmıştır. Savaştaki ve cephedeki
Ermenilerden söz açılmışken Arsen Yarman’ın Enver
Paşa’yla cephedeki Ermeni askerlere dair Raymond H. Kevorkian’dan aktardığı bir
olay hayli ilginçtir. Buna göre, Çanakkale cephesine gelmeden önce,
Kafkas Cephesi’nde Enver Paşa’yı ve kurmaylarım Ruslara esir düşmekten kurtaran
Ermeni askerler olmuştur. Enver Paşa’yı Sarıkamış’ta sırtında taşıyarak ölümden
kurtaran Ermeni teğmen Sivaslı Hovhannes Aginyan’dır. Teğmen Aginyan Balkan
Harbi’ne de katılmıştı ve hayatını Enver Paşa’yı kurtardığı Sarıkamış
Cephesi’nde kaybetmiştir. Enver Paşa daha sonra, bu olay üzerine, Konya
Araçnortu Rahip Karekin’e bir mektup yazarak teşekkür etmiştir.
Dr. Cemcemyan’ın
günlüğünde Ermeni tehcirinden ilk olarak 9 Eylül 1915 tarihli notta söz
edilmektedir. Dr. doğruluğundan pek emin olmasa da tehcire gönderilen
Ermenilerin evlerine dönebilecekleri dedikodusunun yayıldığını söylemektedir…
Dr. Cemcemyan’a en üzücü haberleri ise 1-2 Ekim’de İstanbul’dan yanma gelen
Dr. Harutyun Tarpinyan vermiştir. Tarpinvan’ın tehcir hakkında anlattıklarının
çok üzücü olduğunu, yemek yiyemediğini belirten doktor üstelik bir de uçak
saldırısı nedeniyle günde 5-6 saati siperlerde geçirdiklerini kaydetmiştir.
Ermeni toplumun
her kesimi gibi tabipleri de 1915 Sürecinden fazlasıyla etkilendiler. Zira yok
edilmek istenen bir halkın hem entelektüelleri ve öncüleri, hem de
doktorları olarak toplumlarının sağlıklı gelişmesinde rol sahibi ve bunun
sorumluluğunu taşıyorlardı.1919 yılında yayınlanan Şehit Ermeni doktor
Eczacı ve diş Hekimleri Anıtı adlı kitapta bu süreçte katledilen veya ölen
tabip ve eczacılar listelenmiştir. Daha sonra Fransızcası yayınlanan Anıt’ta
verilen sayılar daha yüksektir. İstanbul Beyazıt’ta Benne Torosyan’dan,
Erzincan Hastane bahçesinde Minas Yarmayan’a, öldürülen doktorların sayısı 67,
tifüsten ölen doktorlar 52, öldürülen eczacılar 54, tifüsten ölen
eczacılar 19, öldürülen diş hekimleri 10, tifüsten ölen 4 öldürülen yada
hastalıklardan ölen tıp talebeleri 15.
Arsen Yarman,
tamamını kapsamadığını ifade etse de, ulaşabildiği kadarıyla bizzat cephelerde
bulunan Ermeni doktorları sayarken cephelerde ölen ve savaşta esir düşen Ermeni
doktorlarına da ulaşabildiklerini örneklediğinin altını çizerek
listeler:
Artin Harutyun
Krikoryan (Vanlıyan) (1882-1967,1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunda teğmen
olarak görev yapmış, İngilizler tarafından Yemen’de esir alınmış, daha sonra
serbest bırakılmıştır.
Vartan Efendi
(1885-22 Haziran 1918): I. Dünya Savaşı’nda tabip teğmen rütbesiyle Filistin
Menzil Hastanesi’nde görev yaparken hayatını kaybetmiştir.
Vartanyan Efendi
(r-11 Şubat 1915): I. Dünya Savaşı’nda tabip yüzbaşı rütbesiyle 11. Kolordu 5.
seyyar hastanesinde görev yaparken Erzurum Hastanesi’nde hayatını kaybetmiştir.
Ohannes Terziyan
(1883-1915): I. Dünya Savaşı’nda Bayburt’ta hayatını kaybetmiştir.
Apel Gülbenkyan
(1879-1951): I. Dünya Savaşı’nda Hadımköy ve Çanakkale’deki ordu birliklerinde
görev almıştır. 1916’da Galiçya cephesinde esir düşmüş, daha sonra İstanbul’a
dönmüştür.
Kerope Cezveciyan
(1883-1942): I. Dünya Savaşı’nda Çanakkale cephesinde İngilizlere esir düşmüş
ve Hindistan’a götürülmüştür. Ancak dört yıllık esaretten sonra İstanbul’a
dönebilir.
Sonuç
Cemiyetin yeniden
kurulması dolayısıyla 3 Ocak 1919 tarihindeki, ölüm yolundan tesadüfen
geri dönen Başkan Vahan Torkomyan’nın konuşması bir bakıma 1915 Sürecinin ve
Ermeni halkının trajedisinin özetidir. Torkomyan, Ermeni milletinin yaşadığı
korkunç kaybın çabucak onarabilmesinde, görülmemiş zorbalığın misali olmayan
cinayetlerle elimizden aldığı milyonlarca Ermeni şehidin bıraktığı boşluğu
doldurulabilmesinde yetimleri işaret eder.
1922 yılının
Ağustos ayında TBMM Hükümeti’nin Yunan ordusuna karşı elde ettiği zafer artık
başka pek çok Ermeni kurumu gibi Ermeni Etıbba Cemiyeti’nin hayat alanım da
ortadan kaldırmıştır. Bu tarihten sonra Cemiyet faaliyetlerine son vermiş,
Tarman dergisinin ömrü de tükenmiştir.
Arsen Yarman,
kapsamlı incelemesiyle yakın tarihin unutulmuş önemli kurumu vesilesiyle
yakın tarihimize ışık tutmuştur. Kendisine teşekkür ediyoruz.
[i] Boğos Andonyan Şaşyan, Ermeni hekim
ailelerinin en önemlilerinden biri olan Şaşyanların tıp dünyasındaki ilk
temsilcisidir. 1838’de temelleri atılan bir tıp mektebi tesis etme fikrini
Sultan Mahmud’a aşılayan, Sultanın hususi tabibi olan bir Ermeni, Doktor
Emanuel Şaşyan’dır. O tarihten beridir sayısız Rum ve Ermeni hoca:
Karateodoriler, Sınabyanlar, Mavroyaniler, Serviçenler, Davutyanlar,
Pavlakiler, Aslanyanlar, Gürcikyanlar, Zohrablar, Zoeroslar, Aristidiler,
Rusinyanlar, Nuricanlar ve daha niceleri, orada belagatle ders vermiş ve bu
memlekete doktor nesilleri yetiştirmişlerdir.( Arşen Yarman-Ara Aginyan, Sultan
II. Mahmud ve Kazaz Artin Amira, Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfi Yayınlan,
2013, s. 170.)
[ii] Osmanlı Savaşa katıldığında
Müslümanları cepheye çekmek ve savaşı kutsal savaşa çevirebilmek için cihat
fetvasına ( Fetvay-ı Şerife) ihtiyaç duyar. Zira Müslümanların vatan kavramı
yoktur, Allah yoluna cepheye gider şehit olduğunda cennete girecektir. Oysa
Ermenilerin ve diğer Müslüman olmayan halkların gelişmiş vatan kavramları
bulunmaktadır. Cepheye vatan savunması için gittiler. Ermeni Milli Meclisi ve
diğer ermeni kurumlarının vatan vurgusunun sebebi, vatan kavramından
kaynaklanmaktadır.
[iv] Jevakof, aralarında muhafazakâr
Ermeni burjuvazisine mensup olanların sayısının az olmadığım belirtmektedir. “…
Kimileri Türk yöneticilerin yakın dostlarıdır. Çoğu Devrimci Ermeni
Federasyonu’na (Taşnak) mensuptur fakat ötekiler, daha ılımlı olarak bilinen
iki Ermeni partisine üyedirler. Büyük bir bölümünün, bilinen bir siyasal
etkinliği de yoktur. Bunlar, ekonomik ve idari geleneklere bağlı olarak Osmanlı
Hükümeti’ne hizmet eden muhafazakâr Ermeni burjuvazisine mensupturlar.
Başkentin önde gelen Ermenileri, Anadolu hakkında, olsa olsa oradan başkente ufak
tefek işlerde çalışmaya gelen yurttaşlarının getirdikleri haberleri
biliyorlardı. Bu kişiler seferberlik ilanına saygılı davranmakla kalmamışlar,
yurtsever jestler de yapmışlardı: Hilâl-i Ahmer’e yapılan önemli bağışlar,
yardım kuruluşlarının yaratılması, silahlı kuvvetlere katkılar… Ancak aynı
kişiler, olağanüstü bir siyasal sorumsuzluk örneği göstererek, müttefiklerin
ilerleyişini selâmladılar ve müttefiklerin başarısızlıklarına ağladılar; gün be
gün İstanbul’un ‘kurtuluş’unu beklediler” (Aleksandr Jevakof, “Çanakkale’nin
İstanbul’dan Görünüşü”, İstanbul 1914-1923 içinde, s. 69).
[v] Nakaşyan’ın serbest bırakılmasında
ABD’nin İstanbul büyükelçisi Morgenthau’nun payının bulunduğu anlaşılmaktadır.
Morgenthau anılarında, Dr. Nakaşyan’ın eve dönme emri verildikten sonra iki
hafta daha hapiste tutulduğunu ve ancak 23 Temmuz’da serbest bırakıldığını belirtir.
[vi] Değirmenciyan’ın kitabı esas olarak
Kıncılar köyü Ermenilerinin tarihine ve I. Dünya Savaşı sırasında kendisinin
ve ailesinin başından geçenlere odaklanmakla birlikte 1912 yılında geçen bir
anekdotla açılmaktadır. 1912 yılının Aralık ayında bir sağlık sorununun
tedavisi amacıyla Yalova’da kaplıcalarda bulunan Dr. Değirmenciyan, burada
Maliye Nazırı Mehmed Cavid Bey ile İttihatçı Ermeni mebus Bedros Hallacyan’la
karşılaşır. Bu iki mebus ve dönemin başka İttihatçı ileri gelenleri Yalova’nın
ünlü bir casinosunda (kumarhanesinde) her akşam oyun oynamaktadırlar. Dr.
Değirmenciyan bir akşam Dr. Cavid’in mecliste bulunanlara yaptığı konuşmaya
tanık olmuştur. Dr. Cavid, Hallacyan Efendi’ye hitaben Ermeni- lerin
karşılaştıkları sorunlar nedeniyle dönemin Avrupa devletlerine yaptığı başvuruların
sonuçsuz kalacağı ve Osmanlı topraklarında Ermeni bağımsızlığına dönük her
çabanın Osmanlı Ermenilerinin sonunu hazırlayacağı yönünde bir konuşma
yapmıştır. Dr. Değirmenciyan bir yıl sonra Avrupa basınından aktardığı bir
haberle, Dr. Cavid’in bu sözlerinin İttihatçıların genel tavrı olduğunun
anlaşıldığını düşünmektedir. 19 Aralık 1913’te London Timestan alınan bir haberde,
Jön Türklerin Selanik’teki toplantılarında (muhtemelen 1911’deki IV. Kongre’de
alman kararlar kastedilmektedir) Türkçülük siyaseti izleyerek İmparatorluğun
gayrimüslim unsurlarını tasfiye etme karan aldıkları kaydedilmiştir.
[vii] Osmanlı Ordusunda ahz-ı Asker Dairesi
Başkanı Miralay Behiç Bey (Erkin) anılarında firarları önlemek için
firarîlerin evlerini yıkmak ve ailelerini sürme kanundan söz ederken. Kanunun
görüşülmeden uygulamaya geçildiğini nakleder: Bu kanun lâyihası yapılmadı amma,
Enver Paşa emir vermiş, bazı yerlerde tatbikata geçilmiş, bu meyanda bir Ermeni
kadını istidâ ile, “Bir oğlum Çanakkale’de topçu zabiti, birçok düşman uçağı
düşürmüş, terfi etmiş, imtiyaz madalyası almış; diğer bir oğlum ise er, nasılsa
kaçmış, takdir edilen oğlumun hizmetleri kaale alınmıyor da öbür oğlumdan
dolayı evim yıkılıyor ve ben sürülüyorum. Bu ne adaletsizliktir!” diye
müracaatta bulundu idi. Bu istidâyı Ordu Dairesi’nden geçmesi dolayısıyla ben
de görmüştüm. (Behiç Erkin Hatırat, TTK, 2010, s 142-143)