Tuesday, March 31, 2015

Kaidecileri komşu yapanlara bir alkış!

 Rebel fighters, one of them carrying a flag used by al Qaeda's Nusra Front, celebrate at the Mihrab roundabout in the Idlib city centre, after they took control of the area, March 28, 2015. REUTERS/Khalil Ashawi TPX IMAGES OF THE DAY

31/03/2015
İdlib çıkarmasında Türkiye'nin katkısının ne olduğu pek yakında anlaşılır. Washington merkezli haber sitesi McClatchyDC, Reyhanlı'da iki muhalif temsilcinin Türkiye'yi ılımlılara verilmesi gereken silahları Nusra'ya göndermekle suçladığını yazdı. Bir süreden beri de Hatay-Yayladağı sınır bölgesinde görülen militan ve yükü meçhul TIR geçişleri nedeniyle Keseb'e saldırı olabileceği beklentisi vardı.

Yemen’de dış baskılardan bağımsız milli mutabakat hükümeti kurulması ve kapsamlı anayasa yazılması hedefiyle yola çıkan ama Devlet Başkanı Mansur Hadi’nin Suud’un güdümünde sergilediği istifa oyunuyla darbeci pozisyonuna düşen Husilere karşı askeri operasyon yürütülürken Suriye’de bir kent Kaidecilerin eline geçti.
Kaide’nin Suriye kolu Nusra Cephesi’nin başını çektiği Fetih Ordusu, 5 günlük savaşla rejim güçlerini İdlib’ten çıkardı. Yemen’de hem Kaide’yle savaşan hem Suudi vesayeti altında aşağılanmaya isyan eden bir hareketi darbeci olmakla suçlayanlar, Kaide ve müttefiklerinin zaferini kutluyor. Kaide’nin İdlib’i alıp Türkiye’ye komşu olması Husilere karşı savaşın sözcülüğüne soyunan Ankara’yı da rahatsız etmedi. Ankara’da istihbarat dâhil ilgili birimler bir değerlendirme toplantısı yapmış ve ‘İdlib’in Esad rejiminin elinden alınmasından duyulan memnuniyet’ dile getirmiş. Kaide ile komşuluğunuz hayırlı olsun! Gerçi bunun Ankara’yı rahatsız etmesi işin tabiatına aykırı. Türkiye’nin sunduğu katkılardan dolayı İdlib fatihlerinden bir teşekkür mesajı beklenmeli!
TÜRKİYE’DEN BİR ŞEYLER GİTTİ
İdlib çıkarmasında Türkiye’nin katkısının ne olduğu pek yakında anlaşılır. Washington merkezli haber sitesi McClatchyDC, Reyhanlı’da iki muhalif temsilcinin Türkiye’yi ılımlılara verilmesi gereken silahları Nusra’ya göndermekle suçladığını yazdı. Bir süreden beri Hatay-Yayladağı sınır bölgesinde görülen militan ve yükü meçhul TIR geçişleri nedeniyle Ermeni kasabası Keseb’e yeni bir saldırı olabileceği beklentisi vardı.
İdlib’e saldırıların öncesinde konuştuğum CHP Hatay Milletvekili Mehmet Ali Ediboğlu şu bilgileri paylaşmıştı:
“Bir süre önce Hatay-Yayladağı’nda Aşağı Pullu Yazı Köyü’ndeki Arfalı Çiftliği’nden Keseb tarafına 200 kişinin geçtiğini haber aldım. Burası Yayladağı Sınır Kapısı’nın sol tarafına kalıyor. Sağ tara rejimin, sol taraf Nusra ve diğer grupların kontrolünde. Arfalı tarafından TIR’larla bir şeyler götürdüler. Bunların içinde silah olma ihtimali yüksek. Ayrıca haftalardır Hatay’da belli aralıklarla Suriyeliler toplanıyor, Adana-Ceyhan arasındaki Adana Polis Okulu’nun karşısındaki otele yerleştiriliyor. Bunlar polis okulunda 100 kişilik gruplar halinde eğitimden geçiriliyor. Eğitimi tamamlananlar kiralanan otobüslerle Suriye’ye gönderiliyor. Bu sevkiyat haftada bir yapılıyor. Yığınağın yapıldığı yerlerden biri Cilvegözü Sınır Kapısı’nın ötesindeki Atme diğeri Arfalı tarafından Keseb kırsalı.”
Keseb’ten beklediğimiz gürültü İdlib’ten koptu. Mantıken Türkiye’den lojistik destek olmadan ne İdlib ne de Halep’te bu türden bir askeri varlık sürdürülemez.

REJİME DARBE
İdlib’in birden bire düşmesi beklenmedikti. Kentten kaçanlar orduya öfkeli ve olup bitenlere anlam veremiyor. Hava üstünlüğüne karşın kara unsurları dağınık olan ve gerilla savaşına yanıt veremeyen ordu, binlerce savaşçının katılımıyla düzenlenen ani baskınlarda tökezliyor. İdlib'de ordunun sivillerden bir kısmını tahliye ettikten sonra direnemeyip 24 kontrol noktasından 16 km güneydeki Mastuma Üssü ve Ariha’ya çekildiği söyleniyor.
Esad yönetimi hep 14 vilayetin merkezini elinde tutarak moral üstünlüğünü korumaya çalıştı. Mart 2013’te düşen ilk vilayet Rakka’ydı. IŞİD, Rakka’da ortaklarını kovarak burayı hilafetin başkenti yapmıştı. Türkiye sınırına 45 km ötedeki İdlib’in düşmesi de rejim lehine esen rüzgârı dağıttı. Rejimin İdlib’i geri almak için havadan başlattığı operasyonlar muhtemelen hemen sonuç getirmeyecek ve Halep’te olduğu gibi büyük yıkıma ve sivil kayıplara yol açacak. İdlib’ten kaçamayan rejim yanlısı siviller ve kentin kuzeyinde Şiilerin yaşadığı Fua ve Kifraya köyleri de koz olarak kullanılacak. Nitekim Nusra ve Ahrar-uş Şam komutanları rejimin bombardımana devam etmesi halinde Fua ve Kifraya’ya saldıracakları tehdidi savurdu.

İDLİB’İN DÜŞÜŞÜNDEN SONRA NE OLUR?
Rejim Cisr-uş Şuğur gibi elinde tuttuğu kırsaldaki birkaç yeri de kaybederse Nusra sırtını İdlib merkezden sınıra kadar tamamen Türkiye’ye yaslamış olacak. Coğrafi devamlılıkla cephenin harareti daha da artabilir. İdlib’i merkeze dönüştüren bu güçler güneybatıda Lazkiye, güneyde Hama üzerinde baskıyı arttırabilir ve kuzeyde rejimin Halep’e ikmal hatlarını kesebilir. Rejim ise havadan bombardımanın ötesinde İdlib’in domino etkisi yaratmaması için bir kuşatma çemberi oluşturabilir. Karadan operasyonların başarılı olması ise Hizbullah ya da Hizbullah’ın eğittiği milislerin desteğine bağlı. O da çok zaman alabilir.

KAİDE, GİZLİ KAİDE, KADİDE’DEN KOPMA, KAİDEVARİ
Peki Nusra, İdlib’te emirlik ilan eder mi? Bunun için IŞİD gibi Nusra’nın da ortaklarını ya ikna ya da bertaraf etmesi lazım. Bu ortaklık meselesi önemli. Çünkü bu ortaklarından hareketle Kaide’nin bu harekete önderlik ettiği gerçeği ötelenip ‘Muhalefet İdlib’i kurtardı’ söylemi öne çıkartılıyor. O yüzden ortakların kim olduğuna bakmak elzem: İdlib operasyonu kısa bir süre önce oluşturulan Fetih Ordusu adlı koalisyon adına yürütüldü. Fetih Ordusu’nun bileşenleri Nusra, Ahrar-uş Şam, Cund-ul Aksa, Ceyş-us Sunne, Feylek-uş Şam ve Liva-ul Hak. 6-7 bin savaşçıdan oluştuğu söylenen bu koalisyonun baş aktörü 3 bin askerle Nusra. İkinci aktör Ahrar-uş Şam İslam Hareketi. Ahrar-u Şam’ın Nusra’dan farkı kuruluşunda Kaide’nin önemli isimleri yer alsa da Kaide lideri Eyman Zevahiri’ye biatlı olmamaları. Bu sayede Ahrar ABD, AB ve BM’nin terör örgütü listesine girmekten kurtuluyor ve Washington’ın müttefiklerinden destek almaya devam ediyor. Ahrar-uş Şam kısa süre önce selefi cihatçı Şukur-uş Şam ile birleşerek Ahrar-uş Şam İslam Hareketi adını aldı. Cund-ul Aksa da daha önce Nusra’ya bağlıydı. Diğer bileşenler de Kaide ile ortaklık kurmakta sakınca görmeyen selefi örgütler.

ŞERİAT İLE YÖNETİLECEK
Nusra ile diğerleri arasındaki fark özde değil yöntem ve örgütlenmede. Aynı kökten gelen Nusra ile IŞİD şu konuda ayrışıyordu: IŞİD kopardığı parçada emirlik kurarken Nusra yönetim yıkılmadan şeriat devleti ilan edilmesine karşıydı. IŞİD 2014’te hilafet ilanıyla çekim merkezi haline gelince Nusra dağılmamak için eski tezini sulandırdı. Eğer ortaklarını ikna etse ya da tek başına yapmaya gücü yetse Nusra da emirlik ilan edebilir. Daha önce İdlib kırsalında yarım ağız bir emirlik ilanı olmuştu. Tuhaf bir şekilde meselenin üstü kapandı. Şimdi Ahrar’ın emirlik konusunda ön almaya çalıştığı görülüyor. Ahrar’ın liderlerinden Haşim el Şeyh (Ebu Cabir) İdlib’in ele geçirilmesinin ardından kentte emirlik kurulmayacağını kaydetti. Nusra’nın Suud asıllı komutanlarından Şeyh Abdullah Müheysini ise İdlib’in şeriat ile yönetileceğini duyurdu. Şeriat ile yönetmek emirlik ilanından farklı bir durum. Zaten mevcut koşullarda her grup elinde tuttuğu kasaba, semt ya da köyde kendi şeri mahkemesini kuruyor. İdlib’te de sivil, askeri ve şeri ortak yönetim kuramazlarsa her grup kendi bölgesinin efendisi olarak yoluna devam edebilir. Tabi kendi aralarında savaşa tutuşmazlarsa.

ILIMLILARA YER YOK
Geçen aylarda, ABD’nin eğitip donattığı Hazm Hareketi ve Suriye Devrimciler Cephesi’ni bastırıp İdlib ve Halep kırsalında kontrolünü artıran Nusra, İdlib zaferinden sonra daha da palazlanabilir. Bu durum İdlib zaferiyle umutlanan Türkiye merkezli muhalifler ve dış destekçileri için yeni bir çıkmaz. Şimdi Gaziantep’te üstlenip bir türlü sınırın ötesine geçemeyen muhaliflerin geçici hükümeti İdlib’e taşınma niyetini dillendiriyor. Fetih Ordusu’nun bileşenlerinden gelen yanıt net: “Sakın gelmeyin.” Çünkü İstanbul’da üstlenen Suriye Ulusal Koalisyonu ve geçici hükümeti tanımıyorlar.

Daha iş bu noktaya varmadan Nusra’nın güçlenmekte olduğunu gören Körfez’in ağaları bir süredir bu örgüte “Kaide ile ilişkini kes, silahlar bizden” telkininde bulunuyordu. Nusra’nın 2012’de ABD tarafından terör örgütü listesine alınması bu cenahta zamansız bulunmuştu. ABD kara listeye alırken 2011-2012’de 600 saldırıya imza atan Nusra’nın sivilleri de katlettiğini gerekçe göstermişti. O zaman Nusra henüz Kaide lideri Eyman el Zevahiri’ye resmen biat etmemişti. Konuştuğum İslamcı muhalifler de “Nusra gibi örgütler olmadan rejimi yıkmak mümkün değil” görüşünü dillendiriyordu. Bu mantıkla Kaideciler Kaide şapkasını kullanmazsa makul sayılacak. Şimdiye kadar Türkiye üzerinden gelen yardımların kesilmemesi için Nusra sınır kapılarından uzakta durdu. Cilvegözü ve Öncüpınar sınır kapılarını Ahrar’ın içinde yer aldığı İslami Cephe tutarken arka cephede Nusra vardı.
Şimdi Ankara, Doha ve Riyad’da “Nusra Kaide ile bağını koparsaydı devrimi şahlandırırdık” denildiğini duyar gibiyiz.

Monday, March 30, 2015

BİRİCİK VE MÜLKİYETİ

MAX STİRNER


«Cinler yaşıyor!» Dünyaya şöyle bir göz gezdir ve söyle, her nesnenin içinden bir cin seni seyretmiyor mu. Şu ufacık ve sevimli çiçekten gelen ses, ona bu muhteşem güzellikteki şekli veren Yaradanın sesidir; yıldızlar, kendilerini dizen tinin haberini müjdeliyor, dağların tepelerinden aşağıya doğru yücelik tini esiyor, çağlayan sular özlemin tinini haber ediyor ve - insanların ağızından milyonlarca hayalet konuşuyor. İsterse bütün bu dağlar çöksün, çiçekler solsun, yıldızlar dünyası yıkılsın, insanlar ölsün - nedir görünürdeki bu cisimlerin batması? Göze görünmeyen tin ebedi olandır! (S. 37)

Tanrının da insanlığın da işi kendilerine dayanmaktadır, kendileridir. Benim meselem de benim. Tanrı gibi her şey ve hiçim, biriciğim.

Eğer Tanrı ve insanlık, sizlerin de doğruladığı gibi, bir bütünlük iseler, benim de onlardan eksik bir yanım yok ve "boş" olduğuma dair bir şikayetim de yok. Ben hiçim derken, boş olduğumu söylemiyorum, bizzat yaratıcı bir hiçim, bir yaratıcı olarak her şeyi yaratan bir hiç.

Tepeden tırnağa kadar benim olmayan her işe uğurlar olsun! Sizce benim işim en azından "iyi bir iş" olmalıdır? Nedir iyi iş, kötü iş! İşim demek zaten ben demek'im. Ve ben ne iyiyim, ne de kötü. İyinin de kötünün de benim için hiç bir anlamı yoktur. Tanrının işi, insanlığın işi, gerçeğin işi, iyinin işi, doğrunun işi, özgürlüğün işi ve daha niceleri. Bunların hiçbiri benim işim değildir, benim işim sadece benim olandır ve o genel değil, biriciktir, benim gibi.

Hiçbir şey benden üstün değildir! (S. 5)

Biricik olduğumu bildiğim andan itibaren kendimin sahibiyim. Kendine sahip kişi ancak biricikleştiğinde yaratıcı hiçliğine, doğduğu yere geri döner. İster Tanrı olsun ister insan, benden yüksek her canlı biricik olma duygumu zayıflatır ve ancak bu bilincin güneşi karşısında söner. Kendi meselemi biricikliğim üzerine kurarsam, o zaman meselem kendi yaşamını kendisi yaşayan geçici ve ölümlü bir yaratıcının meselesidir. Dolayısıyla ben şunu söyleyebilirim: Meselemi hiçe bıraktım. (S. 412)

Ben, halklar ve insanlık ölünce doğarım. (...) Sen ey çilekeş Alman halkım – nedir acın, ıstırabın? Canlanamayan bir düşüncenin acısıdır seninkisi. Daha horoz ötmeden kaybolan hayaletin acısıdır. Yine de kurtuluşun ve mutluluğun hasretini çeker bu hayalet. (...) Kal selametle milyonların rüyası, çocuklarının binyıllık despotu, kal selametle! Yarın seni mezara taşıyacaklar; ve çok yakında kardeşlerin, diğer halklar, ardından gelecek. İşte o zaman insan alemi gömülmüş olacaktır. Ve ben, kendimin sahibi ben, onun gülen kalıtçısıyım! (S. 238, 239)

Gerçeğin kriteri benim, ben ise bir düşünce değilim, düşüncenin üstündeyim yani söylenemez bir şeyim. (S. 400)

Stirner’in söylediği bir sözcük, bir düşünce ve bir kavramdır; söylemek istediği ise, ne bir sözcük, ne bir düşünce ne de bir kavramdır. Stirner’in söylediği söylemek istediği değildir ve söylemek istediği söylenemez. (Max Stirner: Parerga. Kritiken. Repliken. LSR-Verlag, s. 149)

Biricik bir sözcüktür ve bir sözcüğün altında düşünülecek bir şey olmalıdır, bir sözcük düşünce içermelidir. Oysa biricik düşüncesiz bir sözcüktür, düşünce içermez. (Max Stirner: Parerga. Kritiken. Repliken. LSR-Verlag, 1986, s. 152)

Kafanda hortlaklar var; sen kaçıksın be adam! Kafasında büyük şeyler ve tanrılar dünyası kuran ve kurduklarına da inanan sen, hayaletler ülkesi kurup kendini onlara karşı vazifelendiriyorsun, oysa o, sana el sallayan bir idealdir. Senin saplantın var! Şaka ya da mecaz yaptığımı sanma, yüksekliklere tutunanları, insanların büyük çoğunluğunu, neredeyse dünyadaki tüm insanları kararsız deliler olarak görüyorum, tımarhanelik deliler.S 46.

Benim soyum benim, Ben normsuz, yasasız ve örneksizim. (S. 200)

Benden aşağı her gerçeği beğenirim ; benden yüksek ve ona göre yaşamam gereken bir gerçekse tanımıyorum. Bence gerçek yoktur, çünkü hiçbir şey benden üstün değildir! (S. 399)

Özgür cesaretle yapmadığım bir şey hakkımın dışındadır, yani yapmasını haklı görmediğim şey hakkım değildir. Neyin haklı olduğuna Ben karar veririm. Benden öte bir hak yoktur. Bence haklı olan haklıdır. (...) Bu egoist haktır. (S. 208, 209)

Farklı düşünenler’ birbirlerini tahammül ederler. Oysa bir nesne hakkında neden sadece farklı düşüneyim ki, farklı düşünmeyi neden son aşamasına kadar düşünmeyeyim; yani düşünülecek şeyi anlamsızlaştırana dek düşünmek: nesnenin hiçleşmesine ve yokedilmesine dek ? (S.. 379)

En az düşünmek kadar Varlık’ı da aştım. Biri benim varlığım diğeri benim düşüncemdir. Varolmak için her ikisine de ihtiyacım var, binlerce başka şeye ihtiyacım olduğu gibi, diyen Stirner, cümlesini şöyle tamamlar: ... Her şeyden önce ama benim Bana, şu belli olana, Biricik’e ihtiyacım var. (S. 382)

Erk ve şiddet sadece bendedir yani güçlü ve şiddetli olandadır. (S. 231)

Hakikat, sevgili Pilatus, Tanrı’dır ve hakikati arayan herkes Tanrı’yı arar ve över. Tanrı nerede yaşar? Kafanda; başka nerede yaşayabilir ki? (S. 397)

Haklı ya da haksız olduğumu yargılayan benim, benden başka bir yargıç yoktur. Başkaları sadece benim hakkımı onaylayıp onaylamadıklarını ve bunun onlarca da haklı olup olmadığını yargılayabilirler. (S. 205)

Bilginin istem olarak doğabilmesi ve özgür kişi olarak kendisini hergün yenilemesi için ölmesi gerekiyor. (Max Stirner: Parerga. Kritiken. Repliken. LSR-Verlag, 1986, s. 97)