Monday, January 27, 2014
Küresel Plütokrasi
Andrev Damon, Barry Grey
your medical professional about any unusual or bothersome side-effect health who pays care for reform cialis. It is sometimes complicated to discover the relevance of an particular drug interaction to any individual given the big amount of variables here see most urgent medical needs print.
İsviçre’de, Alplerin eteklerinde bir tatil kenti Davos’ta varlıklı ve iktidar sahibi asalak bir tabakanın her yıl düzenlenen yıllık büyük gösterisi; Dünya Ekonomik Forumu arifesinde uluslararası yoksullukla mücadele kuruluşu Oxfam dünya çapında yaşanan sosyal eşitsizlikte şimdiye kadar benzeri görülmemiş oranda büyüme olduğu uyarısında bulunan bir rapor yayınladı.
Bu raporda, pek de iyi niyetli olmayan plütokrat tayfasının elinde olduğu bir dünya tanımlanırken, en zengin 85 kişinin, dünya nüfusunun % 50’sini teşkil eden 3,5 milyar insanın gelirine karşılık gelen bir serveti kontrol ettiği belirtiliyor. Ayrıca, dünya nüfusunun en zengin %1’inin dünyadaki servetin % 46’ısını da kontrol ettiğine de işaret ediliyor. Oxfam kuruluşunun hazırladığı bu raporunda ; “dünya nüfusunun %1’ini oluşturan en varlıklı kesimin serveti 110 trilyon dolar ($), yani, dünya nüfusunun % 50’sini oluşturan alt kesimin sahip olduğu mal varlığı toplamının 65 katı” olduğu da ifade ediliyor.
Bu raporda, ABD’nin 2008’den beri, gelişmiş diğer devletlere göre en büyük sosyal eşitsizliğin yaşandığı ülke olduğunu gösteren bir grafik de bulunuyor.
Wall Street borsasında yaşanan düşüşten bu yana, bir yandan emeğiyle geçinen çalışan kesimin daha da fakirleşmesi, diğer yandan finansal seçkinlerin daha da zenginleşmesi de hız kazandı.
Küresel milyarderlerin mal varlığı iki katına çıkarken, bugünün dünyasında günde bir dolardan daha düşük bir parayla geçinmek zorunda olan 1 milyardan fazla insan var. Dünya nüfusunun yaklaşık olarak yarısı, yani, üç milyardan fazla insan, günde 2,5 dolardan daha az bir parayla geçinmek durumunda kalıyor.
Oxfam kuruluşunun yayınladığı araştırmasına göre, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) dünya genelinde işsizlerin sayısında 2013 yılında 5 milyon artışla 202 milyona yükseldiğini bildirmişti. ILO aynı zamanda işsiz kişilerin sayısında 2014 yılında da artış olacağını ifade etti. İnsanlık tarihi seyrinde bu gün olduğu kadar belirli ellerde servet birikiminin olduğu paralel bir dönem yaşanmadı. Bu oranda aşırı bir asalaklık ve “yeni normal’i” oluşturan çöküş yaşanmadı. Çağdaş kapitalizm – yönetici sınıf ve onun siyaset ve medyadaki dalkavukları “serbest piyasa sistemi” diye adlandırdıkları - dünya nüfusunun son derece küçük bir oranının servetini artırma ve koruma yönünde duyulan ihtiyaca göre her bir politika kararının dikte edildiği bir dünya düzeni yarattı.
Bu küresel plütokrasi düzeni – tanımı gereği bir avuç varlıklı sosyal tabaka tarafından yönetilen bir toplum – toplumsal faydası olan ürünlerin üretiminden ve toplumun üretim kapasitesinin gelişmesi sonucunda değil de, esas itibariyle toplumsal üretim güçlerinde yıkım yaratıcı özellikleri olan kriminal aktiviteler, parasal hareketlerin manipülasyonu, spekülasyon ve düpedüz dolandırıcılık faaliyetlerinden dolayı seçkin yönetici sınıfının olağanüstü düzeyde ve sürekli olarak yükselen zenginliğine yol açmıştır.
Rüşvete bulaşmış politikacılar, akademik savunucular, hayalet halinde gezen istihbaratçılar, her dalda uzman kişiler ordusunu arkasına alan, baskı uygulayıcı askeri ve polis güçleri tarafında desteklenen, sayıları birkaç yüz dolayında olan seçkinler tayfası insanlığın yaşadığı medeniyetin boğazını sıkıyor ve doymak bilmez aç gözlerini doyurmak için bu medeniyette yıkım yaratıyorlar.
Bu sosyal veya daha açıkçası anti sosyal olan bu düzen, aslında halk katmanlarına düşmandır, vatandaşın demokratik haklarını hor görendir ve sonuç itibariyle militaristtir.
Bu düzen, kendi şahsi servetini büyütme çabası sırasında, ülke nüfusunun büyük çoğunluğu oluşturan emekçi/çalışan kesimin hayat standartlarına amansızca saldırı düzenliyor. Bugünkü dünyanın her yerinde plütokratlar tarafında kontrol edilen yönetimler, her zamankinden daha fazla acı faturası olan kemer sıkma politikası dayatıyorlar, ücretlerde kesinti yapıyorlar, geniş halk kesiminin iş imkânına darbe indiriyorlar, sosyal programları yürürlükten kaldırıyorlar, okulları kapatma yoluna gidiyorlar, sağlık hizmetlerini kaldırıyorlar. Batırdıkları banka ve şirketleri kurtarmak üzere devlet hazinelerini boşaltıyorlar, merkez bankaları kasalarından borsa hisse senetleri fiyatlarını yukarı çekmek, şirket karlarını artırmak ve Şirketlerin İcra Kurulları Başkanlarının (CEO) ödemelerinde artış olması için trilyonlarca tutarında parayı finansal piyasalara pompalıyorlar.
Ülke yönetimleri, çalışan kesimlerden gelen itirazla baş edebilmek için, emekçi sınıflarınca organize edilen direnişleri sistematik olarak kriminalize ediyorlar. Avrupa ülkelerinde yapılan önemli her bir grev hareketine yasal yaptırım ve polis şiddetiyle karşılık veriliyor. Yönetimler, toplumsal devrim ihtimali çoktan dondurulmuş halde olduğu için, sözleşmeli olarak çalışan ulusal güvenlik eski uzmanı Edward Snowden’ın itiraflarında tanık olduğumuz gibi, küresel totaliter bir polis devletinin altyapısını inşa ediyorlar.
Plütokrat rakip klikleri kendi ulusal devletlerini bir çeşit operasyon üssü olarak kullanıyorlar. Daha zayıf ülkeleri istila ediyor, işgal edip, acımadan talan ediyorlar. İşgal ettikleri ülkelerin vatandaşlarını ölüme sevk edip, yıkım yaratıyorlar. Ülke coğrafyalarını, piyasalarını, zenginlik kaynaklarını ve ucuz işgücünü kontrol altına almak üzere diğer rakipleriyle olan mücadelede yaşadığımız gezenimizi silahlı bir kampa çeviriyorlar. Bu kez insanlığı, nükleer bir imha ile sonuçlanacak, üçüncü bir dünya savaşına doğru sürüklüyorlar.
Zengin ve süper zengin ülkeler bu hafta Davos’ta ekranlarda boy gösterecekler. Hükümetlerin temsilcileri, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu gibi küresel düzeyde faaliyet gösteren kurum ve kuruluşların liderleri, yılın olayı olarak, milyarder bankerlere ve şirket CEO’larına biat etmeye geliyorlar.
Küresel finans seçkin katmanı, bu konuda yorum yapanların deyimiyle, “yanlarında, kalp gözleri yeryüzünde olup bitenleri anlamaya kapalı, kocalarının baş döndürücü servetine tav olan genç eşleriyle birlikte, İsviçre Alpleri üzerinde 5000 feet yükseklerde helikopterleriyle uçarak Dünya Ekonomik Forumunu katılmaya hazırlanıyor.” Bu konferansa katılma maliyeti, CNN tarafından verilen bilgiye göre, kişi başı 40.000 dolar olduğu tahmin ediliyor. Bu maliyet, benzer bir forumun Amerika’da olması halinde, yaklaşık olarak % 50 daha fazladır.
“Sosyal eşitsizlik” konusu bu forum sırasında yapılacak görüşmelerin ana eksenini teşkil edeceği ilan edilmişti.
Bu kriminal tabaka, hakir görüp, öfkelendiği kitlelere karşı vurdumduymaz tutumuyla, bütün ülkelerdeki kıt kanaat geçimini sağlayan geniş halk katmanlarının nefretini uyandırıyor. Kitlelerin bu asalak sınıfa karşı duyduğu öfkesinin eyleme geçmesi sadece bir an meselsi. Sosyal ayaklanma ve devrim hareketlerinin hayaleti servet sahibi bu seçkin tabakanın aklından hiç çıkmıyor. Bu tabaka, üç yıl önce Mısır’da, Hüsnü Mübarek diktatörlük rejiminin alaşağı edilmesi sırasında kitlelerin kabaran öfkesinin kendilerine vereceği acıyı hissetmişti. Avrupa kıtasında meydana gelen sosyal patlamaları gördüler ve Birleşik Devletlerde gerçekleşmesi mümkün olan ayaklamaları şimdiden tahmin ediyorlar.
Ellerindeki iktidar gücünden dolayı oturdukları sırça köşklerde yaşam sürebilmeleri, her şeyden önce, Fransa’daki yeni-Antikapitalist Parti, Almanya’daki Sol Parti, Yunanistan’daki Sol Koalisyon Partisi (Syriza) gibi sağ-kanat savunucularının da yardımıyla, kendilerini solcu diye takdim eden, idari merkezi ABD’de bulunan Uluslararası Sosyalist Organizasyonlar tarafında desteklenen sendikal bürokrasisinin ihaneti sayesinde olmuştur.
Kapitalist sistemin ferasetli ve ileri görüşlü savunucuları, insanlığın içinde bulunduğu mevcut durumun sürdürülemez olduğu uyarısında bulunuyorlar. Financial Times gazetesinin ekonomi servisi şefi Martin Wolf, geçen hafta, sosyal devrimlerin artan ihtimalinin yaratacağı tehdit uyarısında bulunduğu, “başarısızlık yaşamakla karşı karşıya kalan seçkin sınıf geleceğimizi tehdit ediyor” başlıklı bir yorum kaleme almıştı.
Martin Wolf, Birinci Dünya Savaşının 100. yılında olduğumuz hatırlatmasında bulunarak, o dönemde yaşanan ilk küresel felaketin kapitalizmin can çekiştiği işaretini verdiğini ve Rus devrimini üç yıl daha geciktiği uyarısında bulunuyor. “Küresel ekonomik ve finansal seçkin sınıfının mensupları, bağrında çıktıkları ülkelere çok daha fazla bağımlı hale geldiklerini ve ülkelerinin kaydetmiş olduğu ekonomik büyümeden doğan gelirinin sınırlı orandaki dağılımı bu sosyal gelişmeye neden olduğu, tam da bu neden dolayı, bu dünya düzeninin bir plütokrasi düzeni” olduğunu ifade ediyor.
“Ekonomik, finans, entelektüel ve politik seçkin sınıf mensupları”, 2008’de yaşanan finansal bunalımdan beri, toplum nezdindeki itibarlarını sarsmış oldular. Bu “seçkin sınıf başarısızlık yaşamaya devam ederse” halklar düzeyinde öfkenin kabarmasına tanıklık ederiz. Seçkinlerin daha iyisini yapmaları gerekiyor. Aksi kabaran toplumsal öfke hepimizi bastıracak. Bütün dünyanın insanları, “toplum karşıtı, kriminal, gezegenimizi sıkboğaz eden bu sosyal tabakaya karşı nasıl davranması gerekiyor?” sorusuyla karşı karşıyadır. Plütokrasi düzeninin “iyi kalpli melekleri” uluslararası yardım kuruluşu Oxfam’ın imdada yetişmesiyle de dünyanın sosyal gidişatında hiçbir şey değişiklik olmayacak. Gazeteci Wolf’un yapmayı denediği gibi, bu seçkinler sınıfının insafına sığınmakla da halkların yaşamakta olduğu soruna çare bulunmayacak.
Sosyal hijyen ve hayatta kalmanın temel sorunu gereği, bu asalak tabakanın servetinin kamulaştırılması gerekiyor. Bağımsız bir sosyal güç olarak organize olmuş çalışan kesimlerin, sömürülmeleri marifetiyle elde edilen bu servete el koymaları ve içinde bulundukları yoksulluk koşullarından dolayı feryat edenlerin sosyal ihtiyaçlarının karşılanmasında, sağlık hizmetlerinde faydalanmalarında, gerekli eğitim almalarında, insan onuruna yakışır barınak ve gıda maddelerinin sağlanmasında kullanılması gerekiyor.
Plütokrasinin finans ve endüstri sektörleri üzerine çöken ölümcül pençesinin kırılması gerekiyor. Tahakküm aracı banka ve şirketlerin asalak tayfası bu özel ellerden alınması, kamu mülkiyetine verilmesi ve demokratik bir denetim sistemine verilmesi gerekiyor. Bu durumda yapılacak tek şey vardır; toplumların devrimler yoluyla yeniden dönüştürülmesi ve daha adil bir sosyal düzenin kurulması.
(*) Plütokrasi: İktidarın servet sahibi azınlık bir sınıfın elinde olduğu yönetim şekli.
Kaynak : http://www.globalresearch.ca/the-global-plutocracy/5365647
Çeviren: Nizamettin Karabenk
Subscribe to:
Posts (Atom)