Thursday, January 24, 2013

Haftanın raporu: Seyirci kalamayız tehdidi üzerinden tribün siyaseti



Haftanın raporu: Seyirci kalamayız tehdidi üzerinden tribün siyasetiAlptekin Dursunoğlu
Erdoğan, Irak işgali göndermesiyle “seyirci kalamayız” diyerek Suriye’yi askeri müdahaleyle tehdit etse de, Şam bunu gerçekleşmesi mümkün olmayan bir Ankara fantezisi olarak algılıyor.

Dış politikayla ilgili bir meselede “seyirci kalamayız” düzeyindeki bir açıklama, istenen sonuca ulaşma konusunda siyaset ve diplomasinin tüm yumuşak araçlarının tükendiğinin ve sert araçların uygulamaya konacağının ilanı olarak okunur.
“Son uyarı” anlamına gelen bu tehdidin muhatapta beklenen tavır değişikliğini yaratmamasına rağmen “seyirciliğe” devam edilerek tekrarlanması, tehdidin blöf olarak algılanmasına ve blöfü bir dış politika aracı olarak kullanmayı sürdüren devletlerin ise itibarsızlaşmasına neden olur.
Bölgesel gelişmelerle ilgili kırmızıçizgiler ilan edip “seyirci kalamayız” şeklinde açıklamalar yapmayı pek seven Ankara’dan bu yöndeki son açıklama 19 Ocak’ta Başbakan Erdoğan tarafından Suriye ile ilgili olarak yapıldı.
Başbakan Erdoğan’ın “Suriye’ye seyirci kalamayız” şeklindeki açıklamasının Şam üzerinde nasıl bir etki yaratacağına ilişkin tahminlerde bulunmadan önce Ankara’nın kırmızıçizgi belirleyip “sahaya inme” tehditlerinin tarihçesine bakmakta yarar var.
Irak için kırmızıçizgilerimiz
2002 yılının ağustos ayında yapılan MGK toplantısında Irak’ın toprak bütünlüğünün korunmasının hayati önemine dikkat çekildi ve Irak’ta bir Kürt devletinin kurulması “savaş sebebi” olarak ilan edildi.[1]
Irak’ın işgalinden önce Amerika’ya bir hassasiyet mesajı olarak iletilen bu kırmızıçizgiye rağmen Irak’ta 30 Ocak 2005’te başlayan siyasi süreçler sonunda, ABD tarafından uçuşa yasak bölge ilan edilen 36 paralelin kuzeyindeki 12 yıllık “fiili Kürdistan”, yeni Irak anayasasıyla birlikte Kürdistan Bölgesi adıyla hukuksal bir nitelik kazandı.
Kerkük konusunda seyirci kalamayız
Dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, 31 Ocak 2005’te “Eğer akrabalarımız bu bölgelerde huzur içinde olmazlarsa, onlara haksızlıklar yapılırsa demokratik bir ülkede yönetimler seyirci kalamaz”[2] diyerek Kerkük Konusunda seyirci kalamayacaklarını söyledi.
Dönemin Erdoğan hükümetinin “seyirci kalamayız” uyarısı, Irak’taki siyasi süreçler sonrasında Kerkük’teki demografik yapının Kürtlerin lehine bozulmaya çalışılmasını önlemeye yönelikti.
Ancak Ankara’nın “seyirci kalmayız” tehdidi, Saddam döneminde Kerkük’ten zorla çıkarılan Kürtlerin yerlerine döndüklerini gerekçe gösteren Kürt liderleri, Kerkük’ün demografik yapısını Kürtler lehine değiştirmekten caydıramadı.
Kerkük’e seyirci kalamayız, Kürdistan’la bağımsız devlet ilişkisi kurarız
Ankara’dan Kerkük meselesiyle ilgili olarak ikinci “seyirci kalamayız” açıklaması, Ocak 2007’de bizzat Erdoğan tarafından yapıldı.
“Irak bizim için AB sürecinden daha öncelikli hal aldı... Kerkük’te bir referandum ihtimaline tevessül edilmesi çok tehlikeli gelişmeler yaratabilir. Kerkük’teki gelişmelere bakınca demografinin değiştirilmesi gayretine seyirci kalamayız. Bu değişiklikten sonra referandum doğru olmaz. Bunlara seyirci kalınamaz”[3] diyen Erdoğan Irak anayasasının 140. Maddesinin uygulanarak Kerkük’ün Kürdistan Bölgesine dahil edilmesine seyirci kalmayacaklarını ifade etti.
Irak anayasasının 140. Maddesi, bölge dengelerinde yaratacağı ciddi sorunlardan kaygı duyan Amerika’nın çekinceleri ve teknik şartlardaki yetersizliklerden dolayı uygulanamadı.
Ancak Kürdistan Bölgesi ve Kerkük konularında “seyirci kalmama” hassasiyeti gösteren Erdoğan yönetimi, Irak merkezi yönetimiyle yaşadığı sorunlar sebebiyle Bağdat’ı bypass ederek Erbil’le petrol ticareti yaptı[4], yani Bağdat’ta oluşturduğu algıyla Kürdistan’la bağımsız devlet ilişkisi kurmaya başladı.[5]
Suriye konusunda seyirci kalamayız
Erdoğan’ın “seyirci kalmayacağız” tehdidinin son muhatabı, Suriye oldu. Gaziantep’teki parti toplantısında konuşan Erdoğan, “'Binlerce, on binlerce kilometre öteden gelip Irak'a girenler, bu dünyada haklı oluyorsa, biz 910 kilometre sınırımız olan Suriye'de eli bağlı, tribünde seyirci olamayız”[6] dedi.
“On binlerce kilometre öteden gelip Irak’a girenler” ifadesiyle Amerika’nın Irak’ı tek taraflı olarak işgal etmesini hatırlatan Erdoğan “seyirci kalamayız” ifadesiyle Suriye’yi işgal etmeyi meşru gördüğünü söylemiş oldu.
Bölgeden yana durup Amerika ve İsrail’e sert mesajlar göndermenin iyi bir PR getirisinin olduğu Türkiye’de Erdoğan’ın bu sözlerle Washington’u ve Şam’ı değil, iç kamuoyunu muhatap almış olabileceği elbette kuvvetle muhtemel.
Gazze konusunda seyirci kalamayız
Çünkü Erdoğan İsrail’in son Gazze savaşı sırasında da “Kimse İsrail savunma hakkını kullanıyor diyemez. İsrail terör estiriyor. Ben Birleşmiş Milletlerin adaletine inanmıyorum. Hala tribünden mi izleyeceğiz? Ya elimizle ya dilimizle müdahale edeceğiz. Öleceksek adam gibi ölelim”[7] demiş. ABD ve Birleşmiş Milletlere sert mesajlar vermiş, İsrail’i ise savaşla tehdit etmişti.
Gazze’de Mısır’ın arabuluculuğuyla Amerika ve İsrail’in onay verdiği şartlarda ateşkes sağlandı; Türkiye de Gazze için “adam gibi ölmek” söylemiyle savaş ilan etmek yerine Gazze’nin bombalandığı, Erdoğan’ın da bu konuşmayı yaptığı günlerde Hatay’la İsrail arasında ticari gemi seferleri başlattı.[8]
ABD ve İsrail, Erdoğan’ın ABD’yi, BM’yi hedef alan ve İsrail’e de savaş tehdidi içeren bu sözlerini söylemiyle değil sonuçlarıyla değerlendirdiğinden olsa gerek ki Türkiye’ye karşı alınganlık göstermemeyi tercih ediyor.
Tribün siyasetinin Şam’a etkisi
Peki Erdoğan’ın 19 Ocak’ta Şam’ı hedef alan “seyirci kalamayız” açıklaması, Şam’da nasıl bir etki yapabilir?
Ankara’nın “seyirci kalmamayız” sabıkasını ve Erdoğan’ın konuşmasının devamında ana muhalefet partisi CHP’yi hedef alan sözlerini dikkate alan Şam yönetiminin “seyirci kalamayız” tehdidinden dolayı paniğe kapılmayacağını söylemek mümkün.
Çünkü;
1- Ankara, Arap ve Batılı ortaklarıyla birlikte Suriye’ye ekonomik ve siyasi yaptırım uygulayarak,
2- BM Güvenlik Konseyi’nden askeri müdahale için zemin hazırlayarak,
3- Dostlar grubu kurup, BM dışında bir organizasyonla müdahale ihtimalini zorlayarak,
4- Barışçı çözüm çabalarını daha yürürlüğe bile girmeden “kadük” ilan edip baltalayarak,
5- Vekalet savaşının en önemli aktif tarafı olarak,
Erdoğan yönetimi zaten Suriye konusunda hiçbir zaman seyirci olmadı, yapabileceği her şeyi fazlasıyla yaptı.
Gerekeni yaparız
Erdoğan, son açıklamasında her ne kadar ABD’nin Irak işgaline göndermede bulunup “seyirci kalamayız” diyerek Suriye’ye yönelik bir askeri işgal ima etse de, Şam yönetiminin bu imayı gerçekleşmesi mümkün olmayan bir Ankara fantezisi olarak değerlendirmesi için yukarıda sıralanan sebepler yeterli gözüküyor.
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in 28 milyar açık veren 2012 yılı bütçesinde sapmaya neden olan en önemli faktörün Suriyeli mülteciler için AFAD’a yapılan 5 milyarlık aktarım olduğuna ilişkin açıklaması,[9] Suriye’nin işgalle tehdit edilmesinin psikolojik arka planını yansıtıyor.
Başbakan Erdoğan, “gereğini yaparız” dese de Suriye için atadığı “koordinatör vali” aracılığıyla Suriye’de savaşan silahlı unsurları koordine etmeye çalışmakla,[10] sahadaki silahlı unsurlara her türlü lojistik yardımı ve kolaylığı sağlamakla, Suriye’nin sanayi altyapısını Türkiye’ye kaçırtmakla[11] zaten gereğini fazlasıyla yapıyor.
Ama tüm bunlara rağmen daha önce Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in 2013 yılının ilk üç ayı içerisinde gidişini öngören Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu[12] bile artık “Suriye meselesinin kısa dönemde çözüme kavuşturulacağını ya da kolay bir mesele olduğuna ilişkin iddiada bulunmadığını”[13] söyleme ihtiyacı duyuyor. 
Gözüken o ki “seyirci kalamayız” ve “gereğini yaparız” söylemi, sonuçları bakımından Erdoğan yönetiminin dış politikadaki etkisini değil, iç politikadaki reklam ve propaganda başarısını yansıtıyor.  
[1]http://arsiv.sabah.com.tr/2002/08/23/s1904.html
[2]http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/307325.asp
[3]http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/396395.asp
[4]http://www.usasabah.com/Yazarlar/baha_erbas/2013/01/15/irak-petrolleri-kurtler-ve-turkiye
[5]http://www.ydh.com.tr/HD10578_maliki--ankara-kurdistanla-bagimsiz-devlet-iliskisi-kurmamali.html
[6]http://cihan.com.tr/caption/Erdogan-Irak-a-girenler-hakli-oluyorsa-biz-Suriye-ye-seyirci-kalamayiz-CHOTE1NDQwLzEwMDU=
[7]http://www.cnnturk.com/2012/guncel/11/20/oleceksek.adam.gibi.olelim/685371.0/index.html
[8]http://haber.gazetevatan.com/hatay-israile-baglandi/494122/2/Haber
[9]http://www.sondakikahaberleri.info.tr/haber/752685-butceyi-suriye-saptirdi
[10]http://www.iha.com.tr/NewsDetailPrint.aspx?NewsId=Y20130109AW000750
[11]http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=391796&kn=8&ka=4&kb=8  http://www.youtube.com/watch?v=00bkyq8n4-g&feature=youtu.be
[12]http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1112304&Yazar=DENIZ-ZEYREK&CategoryID=98
[13]http://www.haber7.com/dis-politika/haber/979213-davutoglu-3-ulkenin-suriye-hesabi-farkli

Wednesday, January 23, 2013

Filistin'in yaşayan efsanesi Leyla Halid



Filistin'in yaşayan efsanesi Leyla Halid: Suriye ordusunun ve halkının yanındayız!
Katıldığı uçak kaçırma eylemleriyle Filistin davasının tüm dünyada tanınmasını sağlayan Filistin’in efsane kadın gerillası Leyla Halid, “Ortadoğu’yu, ABD’nin BOP’u değil halklar değiştirecektir” diyor.
22 Ocak 2013 Salı 12:16
  
ANKARA (Ömer Ödemiş)- Sosyalist Yeniden Kuruluş’un düzenlediği “Ortadoğu’da Dönüşüm Dinamikleri” panelde konuşmak üzere Türkiye’ye gelen Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) Merkez Komite üyesi Leyla Halid, Ortadoğu coğrafyasındaki emperyalist planları ve buna karşı direnişi YURT’a anlattı.
Ortadoğu’daki son gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ortadoğu toprakları yüzyıllardır çatışma alanı. Halklar özgürlük savaşı veriyor. Filistin topraklarından Avrupa sömürgecileri geçti ve gittiler. Osmanlı geçti ve gitti. Şimdi İsrail geldi. Tüm dünyaya yalan söyleyerek ve dini kullanarak geldi. Bu toprakların Allah tarafından kendilerine vaadedildiğini iddia ettiler. Biz reddediyoruz. Niye? Allah emlakçılık mı yapıyor? Kimine toprak vadedip kimine sürgün…  Böyle bir şeyi kesinlikle reddediyoruz.
Bölgede İsrail’i destekleyen, kollayan emperyalist güçler var, bölgede ona biat eden hain Arap yönetimler var. ABD bölgede havuç-sopa politikası güdüyor. Arap halkları için bu sopa-sopa politikasıdır.  Gerici Arap rejimleri sırayla gidip Beyaz Saray’da secde etti, özür diledi. Ne istersen yaparız ve petrolümüz de senindir dediler. Ama Arap halkı bu biat etmeyi reddediyor. 
İSRAİL TÜRKİYE’YE DİZ ÇÖKTÜRDÜ
Bu noktada Türkiye nerede duruyor?
Biat edip İsrail’i koruyanların başında Türkiye var. İsrail Türkiye’ye diz çöktürdü. Mavi Marmara’da dokuz Türk öldürüldü, ardından Türk konsolos aşağılandı. Türk Hükümeti özür dileteceğini söyledi ama İsrail dilemedi, hatta dilemeyeceğim dedi. Buna rağmen Türk Hükümeti ekonomik ve askeri işbirliğini daha fazla arttırdı. Asıl İsrail’in korunması Türkiye üzerinden gerçekleştiriliyor. ABD’nin bölgedeki en büyük üssü İncirlik Üssü’dür. Size çağrım: İncirlik Üssü’nü ortadan kaldırın, yok edin. İsrail’i boykotu genişletin.
Simon Peres’in “Yeni Ortadoğu” kitabı var. Ona bakın, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile aynı. İstedikleri gibi resim çizerek bizi parçalıyorlar. Bizim nasıl yaşayacağımıza masa başında karar veriyorlar. Siz ve biz hepimiz aynı hendekte bunların hedefindeyiz.
'TÜRKLERİN HAKLARINA KÜRTLER SAHİP DEĞİL'
Türkiye emperyalizmin koşulsuz destekçisidir. Türkiye’de Türklerin haklarına Kürtler sahip değil. 10 bin Kürt cezaevlerinde istif edilmiş halde. Bakın İsrail cezaevlerine, Filistinli tutsaklar da öyle.  İsrail Filistinlilere ne yapıyorsa, Türkiye de Kürtlere yapıyor.
Diyeceksiniz ki, Türkiye seni neden bu kadar ilgilendiriyor? Tabi ki ilgilendirir, çünkü Türkiye Ortadoğu’da her şeye burnunu sokuyor.
Suriye’ye yönelen emperyalist saldırı karşısında FHKC’nin tutumunu açıklar mısınız?
Şimdi BOP şekillenmesini dini ve mezhepsel çatışma üzerinden yapmak istiyorlar. Suriye’de olan şey budur. Son nüfus sayımına göre 11 Milyon 800 bin Filistinli var. Ama bu nüfusun sadece çeyreği Filistin topraklarında yaşıyor. Büyük nüfus sürgün ve onlara kucak açan asıl ülke Suriye’dir. Bize yapılan şu anda Suriye’ye yapılıyor.
Ben yüksek sesle haykırıyorum: Biz Suriye halkı ve ordusunun yanındayız. Biz Filistinlileri 60 yıldır topraklarında barındıran, kol kanat geren Suriye halkına güveniyoruz ve bu sorunun üstesinden geleceğine inanıyoruz.
FHKC’NİN DEVRİM İDDİASI SÜRÜYOR
Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin devrim iddiası devam ediyor mu?
Evet. George Habaş’ın ölümünden sonra, Abu Ali Mustafa genel sekreter olarak seçildi. Fakat kısa bir süre sonra İsrail tarafından öldürüldü. Üçüncü genel başkanımız Ahmet Saadet seçildi. Şimdi İsrail cezaevinde rehin tutuluyor. Fakat bütün bu zor dönemlere rağmen Filistin Halk Kurtuluş Cephesi olarak biz hala ayaktayız, mücadelemize devam ediyoruz. Bizim en önemli sorunumuz Filistinlilerin birliği.  FHKC olarak bu birliği sağlamak için yoğun çaba sarf ediyoruz. Ve asgari olarak FHKC iyi durumda onu söyleyebilirim. Ve son Gazze savaşında önemli bir rol oynadı.
HAMAS’ın Türkiye’yle işbirliğini nasıl yorumluyorsunuz?
HAMAS, İsrail’le ateşkes içine girdi. Biz FHKC olarak bunu kabul etmiyoruz ve yanlış bir tutum olarak görüyoruz.  HAMAS’ın Türk hükümeti ile geliştirdiği ilişkiyi, Siyasi İslamcılar arasındaki bir ilişki olarak görüyoruz. HAMAS tüm Filistin’i temsil etmiyor.
Türkiye’deki devrimci kadınlara vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
Mücadelenize devam edin, birleşin. Birlik olun. Yalanlara inanmayın. Ortadoğu’yu BOP değil, yalnızca biz şekillendiririz. Ortadoğu’yu bütün halklar birlikte inşa edecektir.
DÖRT KEZ UÇAK KAÇIRDI
Leyla Halid 1944'te İngiliz yönetimi altındaki Hayfa'da doğdu. 15 yaşındayken, kökleri 1940'larda George Habaş tarafından oluşturulan FHKC’ye katıldı ve örgütün ilk kadın üyesi oldu. Daha sonra Beyrut'ta tıp eğitimine başladı. 1967 Altı Gün Savaşları'ndan sonra Filistin Halk Kurtuluş Örgütü'nün Filistin ayağında kendisini göstermeye başladı. 1969 ve 1970’te üçü eşzamanlı olmak üzere dört uçak kaçırma eylemine katıldı. İlk eyleminden sonra tekrar uçak kaçırabilmek amacıyla tanınmamak için burnu ve çenesinden altı estetik operasyon geçirdi,  ameliyatlarda genel anestezi uygulanmasına izin vermemiştir. 1982 yılında evlendiği ikinci kocası doktor Fayez Raşid Hilal ve iki oğluyla birlikte Ürdün'ün başkenti Amman'da yaşayan Halid aynı zamanda Filistin Ulusal Konseyi’nde FHKC’yi temsil etmektedir.
“TÜRKİYE, SURİYE’YE MÜDAHALE EDİYOR”
Sosyalist Yeniden Kuruluş Parti Girişimi’nin (SYK) düzenlediği "Ortadoğu’da Dönüşüm Dinamikleri" başlıklı panel Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde gerçekleştirildi. SYK sözcülerinden Bereket Kar’ın yönettiği panelde, BDP Grup Başkanvekili İdris Baluken, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi Merkez Komite üyesi Leyla Halid ile Suriye Halkların İradesi Partisi üyesi Obada Buzzo konuştu.
Panelin açış konuşmasını yapan BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, “Ortadoğu’yu bir ucundan öbürüne etkileyen özgürlük ve bağımsızlık dalgası, yeterli ve güçlü bir önderliğe sahip olmadığı için kısa sürede emperyalizm tarafından çalındı” dedi.
BDP Grup Başkanvekili İdris Baluken, Türkiye'de bütün sorunların temelinde Türkiye'nin demokratikleşememesi ve Kürt sorununun, demokratik siyasi yollarla çözülememesinin yattığını öne sürdü.  Suriye Halkların İradesi Partisi üyesi Obada Buzzo ise, " Suriye halkına sadece dış güçler değil Türkiye de müdahale etmektedir " diye konuştu.
“MURSİ, HÜSNÜ MÜBAREK’TEN FARKSIZ”
Panelin ikinci oturumunda konuşan Mısır Komünist Partisi’nden Hasan Hüseyin, Mısır’da firavunu devirdiklerini ancak bunun devrimin ilk adımı olduğunu ve bu sürecin devam ettiğini söyledi. Hüsnü Mübarek’in devrilmesiyle devrim sürecinin sona ereceği yönünde yaklaşımlar olduğunu ifade eden Hüseyin, “Bu süreç taleplerimiz yerini bulana kadar sürecek. Komplo hareketlerinin de süreceğini biliyoruz. Mübarek’in politikaları ne ise bugün Mursi’nin politikaları da aynıdır. Mursi’nin Filistin devrimine karşı da Hamas’ı devrimin ekseninden kaydırmaya yönelik çabaları gün yüzüne çıktı” dedi.

Sunday, January 13, 2013

“Merkez ülke” paradigmasının çöküşü

Alptekin DURSUNOĞLU
“Merkez ülke” paradigmasının çöküşü
Erdoğan yönetiminin krizlerde üstlendiği arabuluculuk rolleri, “sıfır sorun” vizyonuyla Türkiye’ye bölge hamisi bir “merkez ülke” pozisyonu değil, müttefiki olduğu uluslar arası takımda en aktif “pivot ülke” pozisyonu kazandırdı.



Bölgeyle karşılıklı bağımlılık üretebilecek hiçbir nesnel planlama içermemesine rağmen 2011 yılı ortalarına kadar bölgede büyük heyecan yaratan “komşularla sıfır sorun” söyleminin, artık mazide kalan “bir hoş seda” değeri bile taşımadığı kabullenilmiş gözüküyor.
Halbuki başlıca hedef AB üyeliği olarak konulsa da “komşularla sıfır sorun”, Ankara’nın yakın vadede bölgesiyle “azami işbirliğini”, uzun vadede ise “entegrasyonu”[1] öngören “yeni” dış politika stratejisinin mottosuydu.
Bir zaman dillerden düşürülmeyen ve hem içeride hem de dışarıda büyük kabul gören bu sloganın şimdilerde ağza dahi alınamayacak hale gelmesi öngörülen hedefin hayalciliğiyle değil, planlama ve uygulamanın fırsatçılık temelinde yönetilmesiyle ilgili gözüküyor.
Türkiye’ye bölgesinin hamisi merkez ülke pozisyonu kazandırmayı hedefleyen “komşularla sıfır sorun” vizyonunun, bölgeyle karşılıklı bağımlılık ilişkisi kurmaya dönük bir uzun vadeli planlama ve takvim üzerine değil, krizlerde arabuluculuk dinamiği üzerine kurulduğuna işaret eden birçok veri söz konusu.
Krizlerde arabuluculuğun bölgede “sıfır sorun” hedefine ulaşmadaki güven oluşturucu etkisi elbette inkar edilemez; ancak Ankara’nın bölgesel merkez olma adına arabuluculuk rolü üstlendiği konuların ve bu rolün niteliğinin bölgede sadece kuşkulu bir iyimserlik algısı yaratmaktan öteye gitmediği de görülüyordu.
Ankara’nın arabuluculuk rolü oynadığı konulardan bazılarını hatırlayalım:
1- Iraklı Sünnilerin siyasi sürece katılmaya ikna edilmesi,[2]
2- Suriye İsrail dolaylı görüşmelerine arabuluculuk yapılması,
3- Brezilya ile birlikte İran’ın uranyum takasına ikna edilmesi,
4- Sa’d Hariri hükümetinin kabinedeki istifalar nedeniyle düşürülmesinin önlenmesi için Katar’la birlikte Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrullah nezdinde girişimde bulunulması,
5- Suriye’deki soruna müdahale,
Aslında 30 Ocak 2005 seçimlerini boykot ettikleri için siyasi süreçte büyük zarara uğrayan Iraklı Sünniler, uğradıkları zararı telafi etmek için 15 Aralık’ta sürece dahil olmaya zaten karar vermişlerdi; ancak sadece bir seremoniye öncülük eden Ankara’nın Sünnileri siyasi sürece girmeye kendilerinin ikna ettiği iddiasını doğru var sayalım.
Tüm bu arabuluculuk girişimlerinin Ankara’ya uluslar arası müttefikleri tarafından verilmiş görevler olduğu söylenemeyebilir; ancak bu girişimlerin tamamının Ankara’nın müttefiklerinin doğrudan veya dolaylı taleplerini karşılamaya ve müttefikler nezdindeki kredisini arttırmaya yönelik olduğu da açık.
Merkez ülke görünümlü pivot ülke  
Dolayısıyla Erdoğan yönetiminin krizlerde üstlendiği arabuluculuk rolleri, “sıfır sorun” vizyonuyla Türkiye’ye bölge hamisi bir “merkez ülke” pozisyonu değil, müttefiki olduğu uluslar arası takımda en aktif “pivot ülke” pozisyonu kazandırmaya yönelik gelişti.
Uluslar arası müttefikleri nezdinde Türkiye’nin zaten geleneksel olarak pivot ülke olarak değerlendirildiği biliniyorsa da “sıfır sorun” söyleminin henüz alaycı bir gülümsemeye neden olmadığı dönemlerde Erdoğan yönetimini farklı kılan, bu rolü uluslar arası merkezin taleplerini bölge dinamikleriyle ve bölgeden biri sıfatıyla, bölgeye kabul ettirmeye çalışarak oynaması oldu.
İran’ın nükleer programı sebebiyle yaptırım ve baskı altında oluşu, Hüsnü Mübarek Mısır’ının Camp David düzenince rehin alınmış olması, Irak’ın işgal travmasını atlatmaya çalışmakla meşgul olması ve Suriye’nin de uluslar arası sistemden yalıtılmışlığı, Türkiye’nin bölgesel etkinlik sınırlarını genişleten etkenlerdi.
Bölge dışının taleplerini bölge hamisi söylemiyle bölge diline tercüme eden bu rol, tüm taraflar açısından karşılıklı kazancı asgari düzeyde temin eden bir denge yarattığı sürece sorun yoktu.
Bölge dışının talepleri ile bölgenin ihtiyaçlarını buluşturan kavşak Ankara
Örneğin ABD’nin, Irak’taki silahlı grupları kontrol altına alabilmek için Sünnilerin siyasi sürece girmesi talebi, Sünnilerin de 30 Ocak’taki boykottan kaynaklanan zararı telafi edebilmek için siyasi sürece girmeye ihtiyacı vardı.
Ankara, ABD’nin talebiyle, Sünnilerin ihtiyacını buluşturmuş oluyordu.
ABD ve İsrail’in Golan sorunu üzerinden Suriye’yi müzakere masasına çekip Şam’ın direniş gruplarına verdiği desteği sınırlamak yönünde bir talebi, Suriye’nin ise Golan’ı geri almaya ve yalıtılmışlıktan kurtulmaya ihtiyacı vardı.
Ankara, ABD ve İsrail’in talepleriyle Şam’ın ihtiyacını buluşturmaya çalıştı.
ABD’nin İran’ın uranyum zenginleştirmesini yüzde 3’ten fazla arttırmasını engelleme talebi, İran’ın ise nükleer programının yüzde 3 zenginleştirmeyle sınırlı dahi olsa resmen tanınmasını sağlamaya ihtiyacı vardı.
Ankara, ABD’nin bu talebi ile İran’ın bu ihtiyacını buluşturmak için devreye girdi.
ABD ve müttefikleri, Sa’d Hariri başbakanlığındaki 14 Martçı hükümetin devamını talep ediyordu, Hizbullah’ın ise İsrail tehdidine karşı Refik Hariri mahkemesi üzerinden Lübnan’ın yeni bir iç savaş geriliminden uzak tutmaya ihtiyacı vardı.
Ankara, Katar’la birlikte ABD’nin bu talebiyle 8 Martçıların ihtiyaçlarını uzlaştırmaya çalıştı.
Ankara’nın tüm bu bölgesel arabuluculuk girişimlerinden sadece Irak’taki başarılı oldu. Çünkü Iraklı Sünnilerin siyasi sürece girme konusunda zaten alınmış bir kararı vardı ve boykot kararını kaldırmaktan başka ödün verecekleri herhangi bir şey de bulunmuyordu.
Erdoğan yönetiminin dış politika paradigması neden çöktü
Erdoğan yönetimi, dış politika paradigmasını Türkiye’yi “merkez ülke” haline getirmek hedefiyle özetliyor. “Komşularla sıfır sorun” politikası bu hedefe ulaştırıcı araç; “krizlerde arabuluculuk” rolü üstlenmek ise bu politikanın sütunu olarak tanımlanıyordu.
Vitrini Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından “merkez ülke”, “stratejik derinlik”, “komşularla sıfır sorun” “itfaiye eri diplomat”[3], “vizyoner diplomasi”, “ritmik diplomasi”, “proaktif diplomasi” gibi kavram ve metaforlarla süslenen dış politika paradigmasının çöktüğü, bu kavramların artık tebessümle karşılanmasından anlaşılıyor.
Peki bu bölgenin hamisi “merkez ülke” paradigması neden çöktü?
Çünkü bölge dışının talepleriyle bölgenin ihtiyaçları, ortak çıkarların asgari oranda temin edilmesine imkan vermeyecek şekilde zıtlaştı; Erdoğan hükümeti ise tercihini bölge dışının taleplerinden yana kullandı.
Ankara diğerlerinin aksine Suriye krizinde, bir tarafın talebini, diğer tarafın ise ihtiyacını karşılıklı asgari kazanç temelinde buluşturucu bir arabulucu rolüyle değil, müttefikleri adına kendi çözüm planını dikte eden ve gücünün sınırlarını da fazlaca abartan bir patron rolü oynamaya çalıştı.
Erdoğan yönetiminin Suriye’de vitrini darmadağın olan dış politika paradigmasından geriye, Suriye sorununun barışçı yollarla çözümünü “kadük” eden, Türkiye’yi NATO toprağı ilan eden, Suriye’ye askeri müdahalede bulunmadığı için Batılı müttefiklerine sitem eden[4] ve Türkiye’yi Suriye’deki iç savaşın doğrudan bir parçası haline getiren bir “model merkez ülke” enkazı kaldı.


Friday, January 11, 2013

Haftanın raporu: Şam’ın mesajları ve siyasi çözümün geleceği



Alptekin Dursunoğlu

Suriye Cumhurbaşkanının “siyasi çözüm”, “terörle mücadele”, “ulusal egemenlik” ve “bağımsızlık” vurgularıyla yaptığı son açıklama, tüm taraflara son üç açık mesaj veriyor.
 Suriyeli siyasi muhaliflerin kasım ayı başlarında Doha’da, silahlı grupların ise aralık ayı başlarında Antalya’da yeniden örgütlenmesinin[1] ardından başta Şam havaalanı[2] olmak üzere Suriye’deki birçok hassas bölgeye[3] geniş çaplı bir saldırı başlatıldı.
NATO’nun Türkiye’ye Patriot füzeleri göndermeyi kabul etmesi[4], Suriye yönetiminin devrilmesinin an meselesi olduğunun, bu yüzden de kimyasal silah kullanabileceğinin gündeme getirilmesi[5] ve Amerikan ve Fransız savaş gemilerinin Suriye kıyılarına gönderilmesi[6], silahlı grupların geniş çaplı saldırılarıyla eş zamanlı gerçekleşen gelişmeler oldu.
Bütün bu gelişmeler, Şam’ın en önemli müttefiki olan Moskova’nın tutum değiştirdiği[7] iddiasıyla desteklendi ve Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in Latin Amerika ülkelerine kaçış[8] planı yaptığı, hatta Venezüella’dan sığınma istediği[9] öne sürüldü.
Aralık ayı ortalarına gelindiğinde silahlı grupların iddia edildiği gibi hiçbir stratejik üssü veya hassas bölgeyi ele geçiremedikleri[10], ya da girdikleri yerlerden de çok ağır kayıplar vererek çekilmek zorunda kaldıkları görüldü.[11]
Washington-Moskova pazarlığı ve Ahdar İbrahimi girişimi
Muhaliflerin hem siyasi hem de silahlı kanadının yeniden yapılandırılmasından sonra yaşanan bu gelişmelerin belli bir planlamanın ürünü olduğunu kanıtlayabilecek bir veri bulunmuyor; ancak her halükarda bu gelişmelerin ABD-Rusya pazarlığı açısından ciddi bir değer taşıdığı söylenebilir.
Amerika’nın yeniden yapılandırdığı muhaliflerden Nusra Cephesi konusunda hayal kırıklığı yaşaması,[12] Rusya’nın ise Suriye’de çözüm adresi olarak sürekli Cenevre mutabakatını vurgulaması, Washington ile Moskova’yı Suriye’de siyasi çözüm konusunda pazarlığa sevk eden etkenler olarak gözüküyor.
BM Suriye Özel Temsilcisi Ahdar İbrahimi’nin Şam temaslarıyla[13] başlattığı girişimin Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile Amerikalı meslektaşı Hillary Clinton’un Dublin’de yaptığı görüşme sonrasında şekillenmesi[14], Suriye konusunda yeni bir Washington-Moskova pazarlığı olduğunu düşündürüyor.
Belki Suriye ile ilgili olarak kasım başından aralık sonuna kadar yukarıda zikredilen gelişmelerin, bu pazarlık düşünülerek yapılmış planlı bir operasyon olduğu kesin olarak söylenemez. Ancak Ahdar İbrahimi’nin girişiminin BM Güvenlik Konseyi’nce desteklenebilecek bir plana dönüşme aşamasını etkileme gücüne sahip.
Ahdar İbrahimi, siyasi çözüm girişimi konusunda Şam yönetiminden[15], Suriye içindeki muhaliflerden[16] Çin’den[17] İran’dan[18] ve Irak’tan[19] destek gördü.
Ulusal Koalisyon[20] ve Özgür Suriye Ordusu[21] ise Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in gidişini öngörmeyen hiçbir çözüm girişimini kabul etmeyeceklerini belirterek İbrahimi girişimini baştan reddettiler.
Suriye Özel Temsilcisi Ahdar İbrahimi’nin Şam’a herhangi bir planla gitmiş olmadığı sadece tarafların görüşünü dinlediği biliniyor. Dolayısıyla ABD liderliğindeki “Dostlar grubu” tarafından desteklenen Doha Koalisyonu ile Özgür Suriye Ordusu’nun İbrahimi girişimini peşinen reddetmesi, Amerika’yı Rusya ile İbrahimi girişimi çerçevesinde hazırlanması muhtemel siyasi çözüm planı konusunda baskı altına almaya yönelik bir adım olarak gözüküyor.
Çünkü Ahdar İbrahimi’nin Amerikan ve Rusya dışişleri bakan yardımcıları ile görüşmesi beklenirken,[22] İbrahimi’nin siyasi çözüm girişiminin, 2011 kasımındaki Arap Birliği girişiminin aksine Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in çekilmesini bir ön şart olarak ileri süremeyeceği anlaşılıyor.
Ekonomik ve siyasi ambargodan, vekalet savaşına kadar tüm seçeneklerin denenmesine rağmen öngörülen “çözüm” konusunda hiçbir sonuç alınamadığını gören Amerika’nın Cenevre mutabakatı çerçevesinde “2014 yılına kadar Esed’li” bir siyasi çözümü müzakere edebileceği gözüküyor.
Şam'dan Dostlar'a soğuk duş 
Amerika’nın yeniden yapılandırdığı Doha Koalisyonu, Suriye’de “sona yaklaşıldığını”[23]  söylemeye devam ederek Amerika’yı Esed’li çözümü müzakere etmekten sakındırmaya çalışırken, Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in 6 Ocak’ta yaptığı açıklama,[24] Şam yönetiminin siyasi çözüm adına dahi olsa ulusal egemenliğini müzakere konusu yapmayacağını göstermesi bakımından hem muhalifler hem de “Dostlar” grubunda şok etkisi yaptı.
Esed, 6 Ocak’taki konuşmasında “siyasi diyalog için muhatap bulamadıklarını”, “teröristlerle ve yabancıların kuklaları”nı muhatap almayacaklarını, “ülkelerini yabancılara satmayanlarla müzakereleri sürdüreceklerini” belirterek siyasi çözüme ve reform sürecine hazır olduğunu; ancak muhatabı kendisinin belirleyeceğini söylemiş oldu.
Öte yandan “benim 2014’te iktidarı bırakmam amacıyla uluslararası bir plan hazırlandığı haberleri rüyadan öte şeyler değildir” diyerek de egemenlik haklarının uluslar arası pazarlık meselesi haline getirilmesine izin vermeyeceğini vurgulamış oldu.
Esed’in ulusal egemenliği güçlü bir şekilde vurgulayan bu tutumu, son iki ayda tırmandırılan silahlı saldırılardan dolayı bitkin ve siyasi çözüm adına her türlü tavizi verebilecek bir konuşma bekleyen başkentlerin öfkesine neden oldu.
Ankara, Esed’i “Ortadoğu'da olanları ve kendi ülkesinde 2 senelik büyük yıkımın sorumlularını anlamamış görünmekle'' suçladı ve “sorumluluğun sadece dış güçlerde aranmaması gerektiğini” söyledi.
Davutoğlu’na göre Esed’in siyasi çözüm ve reformlar konusunda şimdi söylediklerini, kendisi 2 yıl önce Şam ziyaretinde Esed’e söylemiş, ama Esed onu dinlememişti.[25]
İngiltere, Esed’in açıklamalarını “ikiyüzlülüğün bile ötesinde”,[26] Amerika ise ''rejimin iktidara tutunma çabalarından biri”[27] diye niteledi. Ancak AB de dahil olmak üzere “Dostlar grubu” üyelerinin ortak vurgusu konuşmada “yeni bir şey”in olmadığıydı.
Ancak Esed’in konuşmasıyla ilgili en ilginç tepki Doha Koalisyonu’ndan geldi. Daha önce Ahdar İbrahimi girişimini baştan reddeden Doha Koalisyon’unun Sözcüsü Velid Bunni, bu kez, "Esed'in ilan ettiği girişim, krizi sona erdirmek için gündeme gelen diplomatik çabaları engellemeyi hedeflemektedir. Amerika, Rusya ve Ahdar İbrami'nin girişiminin yolunu kesmeyi hedeflemektedir”[28] diyerek Esed’i İbrahimi girişimini sabote etmekle suçladı.
Bütün bu gelişmeler ışığında, toplu bir değerlendirme yapıldığında şu sonuçlara ulaşmak mümkün:
1- Suriye’deki sorunun iki uç tarafında yer alan gerek Şam yönetimi, gerekse de Dostlar Grubu’nun nüfuzu altındaki Doha Koalisyonu, nihai çözüm konusundaki bilinen tutumundan geri adım atmamakta kararlı gözüküyor. Şam yönetimi yabancıların kuklası olarak gördüğü Doha Koalisyonunu, Doha Koalisyonu ise şiddetin kaynağı olarak nitelediği Şam yönetimini siyasi çözüm ortağı olarak tanımamakta ısrar ediyor.
2- Dostlar grubundaki Türkiye ve Arap ortakları, siyasi çözüm konusunda Doha Koalisyonu’nun tezlerine; İran, Irak ve Lübnan gibi bölge ülkeleri ise Şam yönetiminin tezlerine yakın duruyor.
3- Rusya, Şam yönetiminin geleceğine Suriye halkının karar vermesi gerektiğini belirterek Esed’in gidişinin siyasi müzakere için ön şart kılınmasına karşı çıkmakla birlikte, Şam yönetiminin aksine Doha Koalisyonu’nu diyaloga davet ederek[29] siyasi sürecin bir parçası haline getirmekte sakınca görmüyor.
4- Amerika ise Türk ve Arap müttefikleri ile yeniden yapılandırdığı Doha Koalisyonunun öngördüğü çözüme, kontrol dışına çıkma ihtimali giderek artan mevcut vekalet savaşıyla ulaşılabileceğine dair inancını giderek kaybediyor. Ancak Türk ve Arap müttefiklerinin vaatleri ve zorlamasıyla üstlendiği liderlik rolünden de bir anda vazgeçemiyor.
5- Başından beri dış müdahaleye ve şiddete karşı olan ve herhangi bir dış güdüm altına girmeyen Ulusal Koordinasyon Kurulu gibi muhalif gruplar ise ülkeyi yıkıma götüren savaşın bir an önce durması için ideal taleplerinden taviz verip gerçekçi her türlü barışçı çözümü destekliyor.
Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in “siyasi çözüm”, “terörle mücadele”, “ulusal egemenlik” ve “bağımsızlık” vurgularıyla yaptığı son açıklama, bu beş tarafın hepsine son derece açık bir mesaj vermiş oluyor.
1- Eski rejimin sürdürülebilir olmadığının farkındayım, reformlar için yeni bir siyasi süreç başlatmaya hazırım.
2- Siyasi süreçle ilgili ortaklık şartlarını ben belirlerim.
3- Yıpratma savaşını yıllar boyu sürdürecek kadar güçlüyüm.  
Suriye’nin geleceğine ilişkin sürecin seyri, tarafların bu mesajlara biçtiği gerçeklik değerine göre belirlenecek gibi gözüküyor.
  
[1] http://www.hurriyet.com.tr/planet/22107261.asp
[2] http://yenisafak.com.tr/dunya-haber/sam-havaalani-vuruldu-ucuslar-iptal-01.12.2012-427827
[3] http://yenisafak.com.tr/dunya-haber/sama-butun-girisler-kapali-08.12.2012-433435
[4] http://www.aa.com.tr/tr/dunya/107874--natodan-patriot-onayi
[5] http://www.hurriyet.com.tr/planet/22070358.asp
[6] http://www.hurriyet.com.tr/planet/22128871.asp
[7] http://www.haberturk.com/dunya/haber/799979-rusya-agiz-degistirdi
[8] http://dunya.bugun.com.tr/iste-esed-in-kacabilecegi-3-ulke-haberi/214419/
[9] http://www.samanyoluhaber.com/dunya/Baskent-o-iddiayi-dogrulatti-Esed/912292/
[10] http://www.ydh.com.tr/HD11174_tevhit-tugaylari-komutani-olduruldu.html
[11] http://www.ydh.com.tr/HD11191_el-alem--suriyede-son-3-haftada-10-bin-militan-olduruldu.html
[12] http://www.hurriyet.com.tr/planet/22145212.asp
[13] http://www.ydh.com.tr/HD11230_esed-ibrahimi-yle-gorustu.html
[14] http://www.zaman.com.tr/dis-haberler/clinton-lavrov-ve-ibrahimi-dublinde-bir-araya-geldi/2025818.html
[15] http://www.ydh.com.tr/HD11253_suriye-hukumeti-ibrahimi-nin-planini-kabul-ediyor.html
[16] http://www.ydh.com.tr/HD11250_ibrahiminin-girisimi-son-firsat.html
[17] http://www.ydh.com.tr/HD11237_cinden-ahdar-ibrahimi-girisimine-destek.html
[18] http://www.ydh.com.tr/HD10863_irandan-suriye-icin-gecis-sureci-onerisi.html
[19] http://www.china.org.cn/world/Off_the_Wire/2012-09/04/content_26416762.htm
[20] http://www.ydh.com.tr/HD11251_koalisyon-dan-ibrahimi-ye-bir-olumsuz-yanit-daha.html
[21] http://www.ydh.com.tr/HD11257_oso--ibrahimi-nin-girisimini-kabul-etmeyecegiz.html
[22] http://www.ydh.com.tr/HD11289_ibrahimi-bugdanov-burns-gorusmesi-haftaya.html
[23] http://www.aa.com.tr/tr/dunya/117178--suriyede-sona-yaklasildi
[24] http://haber.gazetevatan.com/Haber/504308/1/Gundem
[25] http://www.ntvmsnbc.com/id/25411768/
[26] http://haber.gazetevatan.com/flasflas-ikiyuzluden-bile-asagidasin/504317/30/D%C3%BCnya
[27] http://www.sabah.com.tr/Dunya/2013/01/07/abd-esadin-konusmasini-kinadi
[28] http://www.ydh.com.tr/HD11298_koalisyon-dan-esed-in-cozum-planina-ret-.html
[29] http://www.ydh.com.tr/HD11255_muaz-el-hatip--rusya-suriye-nin-icislerine-karisiyor.html