Tuesday, November 17, 2015

Suriye hasılatı: Üçte sıfır!


17/11/2015
"Paris saldırılarıyla IŞİD terörü yeni bir evreye girdi. Bununla savaş için bütün ülkelerin birleşmesi gerekiyor" fikrinde geniş bir mutabakat oluşmuşken Türkiye'nin bütün derdi, "YPG, Fırat'ın batısına yani IŞİD'in elindeki Cerablus'a geçmesin."
Fırsatçılık dış politikanın ‘mazur görülen’ unsurlarından biri olabilir ama iyi bir haslet değildir, fırsatları değerlendirirken asıl olan yerindeliktir. Ankara, Suriye krizi bağlamında ters tepmesi muhtemel iki şeyi fırsata çevirmeye çalışıyor: Avrupa’ya mülteci akını ve IŞİD’in Paris saldırıları.
Erdoğan’ın "Türkiye'deki 2.2 milyon Suriyeli Avrupa'ya yürürse ne olacak" sorusu bir ‘at pazarlığı’ kıvamında Türkiye-AB ilişkilerinde adı konulmamış ‘mülteciler’ adlı bir başlık tesis ediyor. AB kanadının önermesi; ‘Vakti zamanında Kaddafi’nin Libya’sına biçilen rol gibi Türkiye de mültecilere gardiyanlık yapsın, biz de maliyeti üstlenelim. Bu arada derin dondurucuya itilmiş AB ile müzakere başlıklarından bir ikisini açalım.’ Türkiye’nin önermesi: 'Bunlara eyvallah ama gelin Suriye’de mülteciler için korunaklı bölge oluşturalım.' Bu öneri 2012’den beri dillendirilen lakin kimsenin yanaşmadığı ‘tampon bölge’ planından başka bir şey değil.
Şimdi Paris’teki saldırganlardan birinin Türkiye üzerinden gelen bir sığınmacı olduğu bilgisinin ardından Avrupa kapılarındaki kilitlerin sayısı artacak. Pazarlıklar 'tampon bölge' planına destek yönünde mi şekillenecek yoksa aktörler Esadlı-Esadsız tartışmasını kenara itip bir an önce Suriye’de savaşın bitirilmesine mi odaklanacak?
Bunun yanıtına geçmeden meseleye 'fırsat penceresi'nden bakanların aklındaki ikinci şeyi de not edelim: Paris saldırıları IŞİD ile mücadele kararlılığına dair söylevleri arttırırken Ankara da kendi ‘terör gündemi’ni öne çıkartıyor. Erdoğan katliamı kınarken, “Uluslararası toplum olarak terörizme karşı bir mutabakatın olması gerektiğini hep ifade ettik. Artık terörizmle mücadele konusunda sözün bittiği yerde olduğumuzu hatırlatmak istiyorum” dedi. Bu sözlerin Suriye kriziyle ilgili süreçlere yansıması PYD ve YPG’yi de ‘terör örgütleri’ sepetine koyma hamleleri oluyor. PKK zaten AB ve ABD’nin terör örgütleri listesinde ama Ankara’ya bu tür sözleri sarf ettiren şey bir süredir Kürt hareketinin IŞİD ile mücadele sayesinde Batı’da kazandığı zemindir. Hedef hem bu zemini parçalamak hem de PYD-YPG ile kurulan ilişkileri sonlandırmak.
Bu noktada mültecilerle ilgili soruyu bu kez başka bir bağlamda sormamız gerekiyor: Paris katliamının yarattığı şok, Suriye’de PYD ve YPG’ye ilişkin yaklaşımı nasıl etkiler? Türkiye Paris’i gösterip Rojava’nın aktörlerinin üstünü çizdirebilir mi? 
Ankara'nın gerek AB’ye mülteci baskısı gerekse Paris katliamının çözüm sürecine kattığı devinimi kendi yol haritasına desteğe dönüştürme çabasını sergilediği iki önemli toplantı gerçekleşti. Biri Viyana'daki Suriye buluşması, diğeri Antalya'daki G-20 zirvesi. Özellikle G-20 zirvesi altın bir fırsattı.
Lakin krizler atlasında senaryolar podyumda liderlerle gülüşme, aile pozu verme, ufak tefek jestlerden cinlikler çıkarma hünerlerine göre şekillenmiyor.
Bir fotoğraf karesi üzerine inşa edilen analizler değil, krizin iç ve dış dinamiklerle nasıl yol aldığı önemli. Kremlin Sözcüsü Dmitri Peskov, Antalya’da Putin-Obama görüşmesiyle ilgili yerinde bir hatırlatma yaptı: “20 dakikalık bir görüşmenin ilişkilerde dönüm noktası yaratmasını beklemek gerçek dışı.” Bu uyarı mimiklerin gülümsemeye ayarlandığı tüm ikili görüşmeler için geçerli.
Bir kere şunu temelde vurgulayalım: Paris saldırıları Suriye krizine çözümün aciliyetini pekiştirse de Suriye konusunda uluslararası toplumun bakışı Rusya ve ABD arasındaki bilek güreşine göre hizalanıyor. Çark görüntüsü vermemek için sergilenen dirence rağmen silahlı isyanla rejim değiştirme stratejisi çöktüğünden beri uluslararası aktörler Rusya’nın dediği noktaya geliyor. Ağır ağır, nazlana nazlana…
Tam da Paris’teki dehşetin gölgesinde 14 Kasım’da düzenlenen Viyana toplantısından çıkan yol haritası, 30 Eylül’de askeri operasyon başlatarak oyunun kurallarını değiştiren Rusya’nın savunduğu tezlerin etkilerini taşıyor. Viyana'da "Uluslararası Suriye’ye Destek Grubu" adını alan bu inisiyatifin sonuç bildirisinde iki kritik unsur var. Mutabakata göre Suriye’de 6 ay içerisinde bir 'geçiş hükümeti' kurulacak, yeni bir anayasa hazırlanacak ve bu anayasa doğrultusunda 18 ay içerisinde BM’nin gözetimi altında seçimler yapılacak. Bu hedef doğrultusunda Suriye hükümeti ile muhaliflerin BM gözetimi altında müzakerelere başlaması için öngörülen ideal tarih 1 Ocak.
Yani Esadlı bir geçiş olacak. Burada Esad’ın kaderine atıf yok. Ruslar bunu, "Esad’ın gidip gitmeyeceğine sandıkta halk karar verecek" diye lanse ederken Amerikalılar, "Bu konuda uzlaşma yok, müzakereler devam edecek” diyor. ABD’ninki çaresizlikten "gün ola harman ola" yaklaşımı! Türk Dışişleri'nin okuması ise Bakan Feridun Sinirlioğlu'nun ifadesiyle, "Esad, yeni hükümet kurulup tüm yürütme yetkileri devralındıktan sonra üzerinde mutabık kalınan süreçte ayrılacak, seçimlerde aday olmayacak." Sinirlioğlu'na göre Rusya Esad'ın kalması konusunda artık direnç göstermiyor. Tabii Rusya, siyasi çözüm sürecinde yol almak için, "mesele Esad değil" diyerek akıllıca bir taktik izliyor.
Obama da Antalya'da Suriye stratejisini, "Ana gündem IŞİD'e karşı savaş" olarak deklare etti. Yani Türkiye ile ABD arasındaki odaklar hâlâ farklı.
İkinci kritik konu, Suriye'de eksen ‘terörle mücadele’ konseptine kayıyor. Bu da Rusya’nın uluslararası toplumu götürmek istediği bir diğer nokta. Viyana’nın sonuç bildirisine göre Ürdün’e terör örgütleri listesi oluşturma görevi veriliyor. Türkiye’nin de kallavice yer edindiği Batı-Körfez ittfakının düne kadar ‘devrimci’ diye arka çıktığı silahlı örgütler havuzunda bir terör örgütleri listesi oluşturmak sürecin en can alıcı tarafı.
IŞİD ve Nusra zaten BM’nin terör örgütleri listesinde. 'Ötekiler’ diye sözü edilen terör örgütlerini isimlendirmek restleşmelere açık bir süreç.
İşte bu noktada vekalet savaşını veren tarafların kavgası başlıyor. Türkiye-Katar ikilisinin çok tuttuğu Ahrar, Rusya’nın gözünde terör örgütü. Rusya "laik, demokratik, mezhepçi olmayan Suriye" hedefini dillendiriyor. Türkiye, Suud, Katar destekli grupların Suriye tahayyülü bundan farklı.
Türkiye ise PYD ve YPG’yi terör örgütü listesine ekletmenin derdinde. Burada Rus bariyeri beliriyor. ABD de PYD ve YPG konusunda artık Rusya ile aynı dalga boyunda. Zira, "ABD, YPG’ye değil Arap koalisyonuna yardım ediyor" şeklinde Pentagon'dan gelen kafa karıştırıcı açıklamaların ardından Washington yine Ankara’yı kızdıran önceki söylemine geri döndü.
G-20 zirvesi sırasında Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Danışman Yardımcısı Ben Rhodes, YPG’ye yardımların süreceğini belirterek "Türk hükümetine şu iki konuda açık olduk: Onların PKK'ya yönelik kaygılarını paylaşıyoruz. İkinci olarak da YPG, diğer Sünni Arap muhaliflerle birlikte çalışıyor. Sadece Kürt güçlerden bahsetmiyoruz Araplara da yardım ediyoruz" dedi. Ayrıca 11 Ekim'de Haseke'ye 50 ton mühimmat bırakan ABD, YPG'nin liderliğini yaptığı Demokratik Suriye Güçleri'ne ikinci sevkiyatı geçen cumartesi gerçekleştirdi. Bu kez yardım karadan ulaştı. Rhodes Ankara'nın çok üzerinde durduğu uçuşa yasak bölge ile ilgili de ABD’nin duruşunu tekrarladı: “Suriye sınırında güvenli bölge fikrinin, kaynakların doğru aktarılacağı bir şey olduğuna inanmıyoruz.”
'Paris katliamı IŞİD ile savaşın karakterini değiştirir mi?' sorusu önem kazanırken bu konuda ilk akla gelen kara operasyonu. Obama dün Antalya’daki basın toplantısında bu konudaki beklentileri de gömdü.
Yani Ankara, mülteciler, siyasi çözüm süreci ve PYD-YPG'yi tecrit etme beklentilerinde aradığını bulamadı. Aksine yeni süreç Türkiye’yi ummadığı başka bir yerden köşeye sıkıştıracak şekilde gelişiyor. IŞİD’e karşı ikircikli politika zaten epeyce afişe oldu. Şimdi gündemde IŞİD'in petrol ticareti var. Der Spiegel dergisi Suriye stratajisi ile ilgili gizli bir Kremlin belgesini deşifre etti. Laik, demokratik, egemen, toprak bütünlüğü korunmuş bir Suriye hedefi belirleyen stratejide IŞİD’in kaynaklarına önemli bir gönderme var: “BM Güvenlik Konseyi’nin 2199 sayılı kararına göre İslam Devleti’nin yasadışı petrol ticaretini durdurmaya yönelik önlemler alınmalı.” Bu belgenin Viyana’daki müzakerelerde Rusya’nın argümanlarına emsal teşkil ettiğini söylemeye gerek yok. Putin de G-20 zirvesi sırasında petrol sevkiyatı ile IŞİD’i destekleyen ülkeleri gündeme getirdi. "IŞİD’in 40 ülke tarafından finanse edildiğini biz biliyoruz. Üstelik finans kaynağı sağlayanlar arasında bugün G-20 Zirvesi’ne katılan ülkeler de var... Meslektaşlarıma, teröristlerin yasadışı petrol ticaretinin boyutlarını ortaya koyan, uzaydan ve uçakla çekilen fotoğrafları gösterdim. (Fotoğraflarda görülen) petrol yüklü konvoyların uzunluğu onlarca kilometreyi buluyor” dedi. IŞİD petrolünün nasıl Türkiye'ye geçirildiğini bizzat ben görüntülemiş ve uzun uzadıya yazmıştım...
Ezcümle, “Paris saldırılarıyla IŞİD terörü yeni bir evreye girdi. Bununla savaş için bütün ülkelerin birleşmesi gerekiyor” fikrinde geniş bir mutabakat oluşmuşken Türkiye'nin bütün derdi, "YPG, Fırat'ın batısına yani IŞİD'in elindeki Cerablus'a geçmesin." Sahi Ankara’nın sonuçta IŞİD'e yönelik temizlik hareketini önleyen bu 'kırmızı çizgi'si artık fena halde sırıtmıyor mu? Suriye konusundaki bütün hedefler ıskalanmışken batak bir siyasette ısrar etmenin bedeli ağır olacak. En azından öteki müttefiklerin günahları da Türkiye'nin sırtına vurulacak. Bu ülkeye ve bu bölgeye yazık değil mi?