Tuesday, June 24, 2014

Ne kırk katır ne kırk satır – Aktüel Gündem

Sendika Org beraber-yurudulerTayyip Erdoğan, Ortadoğu’nun bugün içinde bulunduğu kan ve vahşet tablosundan en az bölge diktatörleri ve ABD kadar sorumludur. Sadece yaptıklarıyla değil yapmadıklarıyla da sorumludur. İktidara geldiği günden itibaren Ahmet Davutoğlu ile birlikte sürdürdüğü, kah emperyalist taşeronluğuna kah bölge liderliğine soyunduğu, kah emperyalist pazar ilişkilerine yeltendiği kah enerji taşeronluğuna giriştiği politikalar, artık Türkiye halklarının tamamını da içine alacak bir kamplaşma ve savaş düzlemi yaratmış durumda.
IŞİD’in Musul’u ele geçirmesi ve sonrasında ilerleyişine devam etmesi sadece Irak’ta değil, tüm bölge ülkelerinde sonuçları olacak bir sıçrama noktası yarattı. Şimdiye kadar daha çok o topraklara ait olmayan cihatçılardan oluştuğu kabul edilen ve vahşi infaz yöntemleriyle marjinal bir görüntü verilen bu örgüt “birdenbire” Ortadoğu’nun en büyük ve en tehlikeli örgütlerinden biri oluverdi. IŞİD’i bu konuma getiren süreç nasıl işlemişti?
Zerkavi tarafından kurulan bu örgüt ilk başlarda Irak El Kaidesi olarak adını duyurdu. Zerkavi’nin ABD tarafından öldürülmesiyle yerine geçen Ömer el Bağdadi örgütün ismini Irak İslam Devleti olarak değiştirdi. Bu isim değişikliği bile Bin Ladin’in El Kaide’sinden kısmi farklılıklar içerdiğine işaret olarak değerlendiriliyor. Daha sonra IİD, Beşar Esad’ın  merkezi denetimini kaybettiği süreçte Suriye’de, kendi içinden atadığı/ayırdığı isimlerle El Nusra Cephesi’ni kurar. Ancak bir süre sonra El Nusra ile fikirsel ve örgütsel ayrılık yaşar. El Nusra’nın, şu an hala El Kaide’ye doğrudan bağlı olduğu bilinmekte. Bunun üzerine Suriye’deki örgütlenmesini de tek merkezden yapmak üzere modelini/yapısını da değiştirerek Irak Şam İslam Devleti adını alır. Bu örgütü, El Kaide ya da buna bağlı örgütlerden ayıran özelliği, adından da anlaşılacağı üzere, hakimiyet kurduğu alanda kendince bir devlet modeli oluşturması, yani buraya vali, hakim, vergi memuru, vs ataması.
IŞİD’in kadro sayısının artmasını sağlayan ise savaşma yeteneği değil, esir aldıklarını vahşi yöntemlerle katletmesi. Bu görüntüleri kullanarak İslamcı (Sünni) sempatizanlara uluslararası çağrıları önemli karşılıklar bulmuş. Daha önce Afganistan’da, Çeçenistan’da, Bosna’da savaşmış ya da buralara öykünmüş yüzlerce cihatçı. Ve onlarla birlikte gelen bağışlar. Ve elbette AKP Hükümeti’nin Esad’ı devirmeye yardım edecek Sünni gruplara sağladığı her türlü olanaklar.
IŞİD’i Musul’u ele geçirecek kadar güçlü bir pozisyona getiren ise son bir yıl içinde gerçekleştirdiği ittifaklar oldu. Özellikle bölgedeki Sünni aşiretlerle ittifak kurması ve en az bunun kadar önemli olan ise Saddam döneminden kalma eski Baasçıları kendi bünyesi içine katması, bu örgütü hızla bir kadro örgütünden yerel halk desteği olan, milis örgütlenmesi de olan bir büyük örgüte dönüştürdü. Şimdiki/şimdilik hedefi ise Suriye sınırından, uç noktası Bağdat’a uzanan bölgede (Sünni Üçgeni) mutlak bir hakimiyet sağlamak. Bunun gerçekleşmesi halinde ise Irak’ın üçe bölünmesi (Sünniler, Şiiler ve Kürtler) artık kesinleşmiş olacak.[1]
Artık mezhep savaşı haline dönüştüğü kesinleşen (sadece 2013’te 8000 kişi katledildi) bu sürecin asli sorumlularından ikisi hiç kuşkusuz Erdoğan-Davutoğlu ikilisidir. Bu fütursuz ikilinin icraatları bugün binlerce insanın öldürülmesi suçuna ortaklık etmiştir. Üstelik hala “her şey kontrolümüz altında” kibrinden hiçbir biçimde vazgeçmeden. IŞİD’i kontrol ettiklerini, kendilerine asla zarar vermeyeceğini düşündükleri bir süreçte Musul konsolosluğunun basılması ve 49 kişinin esir alınması göstermiştir ki IŞİD, bunları kontrol altında tutmaktadır. Bu ikili Ortadoğu’daki her türlü örgütün oyuncağı olmaya adaydır ve hatta olmuştur da.[2]
Özellikle Sünnilerin ve Şiilerin bu aşamada alan hakimiyetlerini sağlamaya çalıştıkları bu dönemde kuşkusuz en avantajlı olanlar Kürtler, daha doğrusu Barzanici Kürtler. Çünkü zaten tanımlanmış bir bölgeleri ve bu bölge içinde hiyerarşik bir yapıları mevcut. Üstelik şimdi Kerkük’ü de tamamen denetimlerine almış durumdalar. Ancak mezhepler üstü bir şemsiye olarak korumaya çalışacakları Kürt kimliğinin daha ne kadar süre idare edeceği, büyük ölçüde Barzani’nin peşmergelerine dağıttığı aylığın süresine ve miktarına da doğrudan bağlı. Ayrıca Barzani’nin üzerinde oturduğu petrole tek başına hakim olma iddiasını sürdürmesi durumunda hiçbir biçimde rahat bırakılmayacağı da kesin.
PKK’nin Kuzey Irak’taki siyasi varlığının çok sınırlı olduğu, bunu bir yandan Barzani ile karşı karşıya gelmemek için tercih ederken diğer yandan Barzani’nin doğrudan maaşla kendisine bağladığı on binlerce peşmerge içinde siyasi çalışma yapmanın zorluğundan kaynaklandığı biliniyor. Ancak her şeye rağmen, bütün taşların yerinden oynamaya başladığı bu coğrafyada sadece TC ile askeri savaş düzleminde kalarak başat bir siyasi aktör olunamayacağı da aşikar. Her ne kadar kendine Rojava’da çok önemli bir siyasi başarı alanı açmış olsa da Türkiye sınırları içindeki siyasal ilerleyişi iniş çıkışlı bir seyir izlemekte. Tayyip Erdoğan’ın sürüncemede bıraktığı müzakere sürecine karşı geliştirdikleri taktik adımlar kısır kalmakta. Ancak yine de belirtmek gerekir ki son dönemde, kalekol yapımına karşı geliştirdikleri kitlesel eylem biçimleri (ki bir yönüyle Gezi’nin o bölgeye etkisini de eklemek gerekir), son dönemlerde kaybettikleri kitle seferberliğini yeniden sağlamaya dönük önemli bir etki yarattı. Ancak bu etki de Abdullah Öcalan’ın “AKP’ye şans tanımak lazım” ve ardından KCK’nin yaptığı “yol kesme ve asayiş eylemleri sona ermelidir” açıklamalarıyla tekrar gerilemekle karşı karşıya.
Anlaşıldığı kadarıyla Ortadoğu’daki, özellikle Irak’taki gelişmeler Kürt siyasi hareketine, AKP’nin kendileri karşısında mutlaka geri adım atmak zorunda kalacağını “düşündürtüyor”. Bu durumu “zorunlu” hale getiren bir başka unsur da Tayyip Erdoğan’dan başka bir muhatabın yakın zamanda oluşamayacağına ilişkin kesin kanaat. Kürt siyasi hareketi bu öncüllerden/eksenden hareket ettiği sürece de Batı’da ve Batı’ya geliştirdiği politikalarda inandırıcılıktan tamamen uzaklaşıyor.
Bu durumun son örneği büyük bir ihtimalle cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaşanacak. Kürt hareketi ilk turda kendinden doğru bir aday çıkartacak olmasına rağmen ikinci turda Kürt seçmenlerin Tayyip Erdoğan’a oy vermemesini geliştirecek bir taktik sergileyemeyecek/sergilemeyecek. Bu durum da referandumda olduğu gibi (hatırlanacağı gibi “Hayır “tavrı örgütlemek yerine boykot tavrı açıklamışlardı) AKP’ye bir şekilde destek haline gelecek. Bu durumu seçeneksizlik, seçim sistemi ya da zorunluluk olarak açıklamak ikna edici olmayacaktır. Özellikle Tayyip Erdoğan’ın saflaştırma siyasetine aynen cevap oluşturabilecek argümanları Kürt hareketinin elinde mevcut. Örneğin, “Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına karşı biz de kendi cumhurbaşkanımızı seçiyoruz” tavrı geliştirerek Abdullah Öcalan ismini ya da başka bir ismi, Mazlum Doğan veya Medeni Yıldırım ismini oy pusulası haline getirebilir, böylece Kürtler içindeki İslamcı eğilimleri tercihe zorlamaya ve dolayısıyla da Tayyip Erdoğan’ı sıkıştırmaya çalışabilirler.
Aynı seçenek kuşkusuz CHP için de mevcut (idi). Yani Tayyip Erdoğan’ın saflaştırma siyasetine rest çekip, aynı yöntemi karşıt siyaset olarak kullanabilirlerdi. Herkesin farklı bir cumhurbaşkanının (fiili) olacağı bir siyaset krizini bırakın (bakalım) AKP çözebilir mi? Oysa AKP’den daha çok sistemi/düzeni korumaya kodlanmış bir CeHaPe kafası, düzeni korumak adına toplumu daha da dincileştirecek adımlar atmaya devam edebiliyor. Kılıçdaroğlu’nun (ya da başka bir ifade ile ona dikte ettirenlerin) bulduğu zihni sinir bir proje daha; AKP’linin alternatifi bir başka AKP’lidir. O zaman CHP’ye ne gerek var, git AKP’ye üye ol, ana muhalefeti AKP’nin içinde yap. CHP liderinin ya da bu projede imzası olan ne kadar CHP’li varsa hepsinin ne kadar dar ufuklu ve sığ bir siyaset kafasına sahip olduklarının kanıtıdır Ekmeleddin tercihi. Açtıkları yol, artık bu ülkede cumhurbaşkanlarını İslamcıların arasından seçme/belirleme yoludur. Kılıçdaroğlu kendi eliyle Tayyip’i cumhurbaşkanı yapmakla kalmayacak, dinciliğin ve hatta Sünni dinciliğin bu ülkede bir ileri meşruluk aşamasına geçmesine çok büyük bir katkı sunacaktır. Artık bu sürecin siyasi hedefi sadece Tayyip Erdoğan değildir, aynı zamanda CHP’nin bu aymaz siyasi tercihleridir de.
Tayyip Erdoğan’ın her fırsatta CHP’ye saldırması fesatlığından değil, işine geldiğinden. Çünkü her kriz ortamında CHP, onun elini rahatlatacak bir fırsat. Görünürde CHP üzerinden yarattığı oysa arka planında demokrasi ve sol düşmanlığı olan saflaştırma siyaseti toplumsal düzlemde başarılı oldu. Oysa AKP’nin kurduğu düzen her yerinden çatırdıyor. Soma kölelik düzeninin nasıl işlediğinin en açık kanıtı; taşeron sisteminin çöküşünü engellemek için kendileri bile acil önlem almak zorunda kalıyor; devletin zor aygıtlarının artık 14-15 yaşındaki çocukları katletmesiyle iktidarlarını ancak ayakta tutabilir haldeler; bölgesel bir güç olma hayali her türlü tezgahın basit oyuncağına dönüşmeyle sonuçlandı, dünya liderlerinden biri olma hedefi eli kanlı diktatörler kategorisinde önemli bir derece elde etme aşamasında vs.
Ve tüm bunlara rağmen Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olma hedefini gerçekleştirmek için planlarını adım adım ilerletiyor. Şimdilik ilk aşama yurt dışındaki seçmenleri çantaya doldurmak, Almanya’ya yaptığı seçim gezisinden sonra şimdi sırada Fransa seçim gezisi var.[3] Adaylığını ay sonunda açıkladıktan sonra da yurtiçi turlarına başlayacak, ramazan ayının her türlü bereketini kullanarak elbette.
T.C. Anayasası’nda cumhurbaşkanı (adayı bile) olamayacakların özellikleri yazılmış: Nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, yüz kızartıcı suçlar, kaçakçılık suçları, resmi ihale ve alın satımlara fesat karıştırma veya devlet sırlarını açığa vurma suçları. Resmi olarak bu suçlarda hüküm giymemiş olması çok önemli.[4] Peki Halkın Anayasası’nda resmi mahkemelerin verdiği ya da vermediği bir hükmün geçerliliği var mıdır?
[1]Böyle bir durum Türkiye’nin siyasi yönetim yapısını da doğrudan etkileyecektir. Gerek ABD’nin gerekse de Ortadoğu ile arasında tampon olduğunu varsaydığı Avrupa’nın nasıl bir Türkiye yönetimi isteği daha doğrudan bir operasyonel konu haline gelecektir. Kuşkusuz bu girişim sadece emperyalist merkezlerden doğru değil, aynı zamanda Irak’ta işini bitirip gelen Sünni Türk militanlar tarafından da yapılacak, ülke toprakları mezhep savaşından, provokasyonlarla ülkeyi idare etme biçimlerine kadar geniş bir aralıktaki icraatlara açık hale gelecektir.
[2]En son icraatları, kısa bir süre önce terör örgütü ilan ettikleri El Nusra’yı şimdi bu listeden çıkardılar. Neden acaba? El Nusra’nın hangi şantajına boyun eğdiler? Dışişleri Resmi Gazete’de kararın yayımlanmasının hemen arından, Nusra’yı terör listesinden değil El Kaide ile bağlı gruplar listesinden çıkardığını açıkladı. Ancak El Kaide’ye biat ettiğini açıklayan bir örgüt için neden böylesi bir ayrıcalık tanındığına ilişkin sorular yine yanıt bekliyor.
[3]Bu noktada ufak bir ayrıntı; yurtdışında yaşayanların kullanacakları oylar uçakla getirilip yurtiçinde sayılacakmış! Toplam 3,5 milyon oy.
[4]Bu arada bir şart da bir yıldan fazla bir hapis cezası almamak var. Tayyip Erdoğan’ın daha önce aldığı hapis cezası 10 ay.