Thursday, June 12, 2014

Bataklıksal derinlik politikamızın çetelerle imtihanı


Başlıktaki “Bataklıksal Derinlik” kavramı sizi huzursuz etti mi? Ortadoğu'ya bataklık denilmesine şiddet ve hiddetle karşı olanlardan mısınız? Yoksa bataklık hem de nasıl batık diyenlerden mi? Belki siz de benim gibi rüzgar nereden esiyor bakayım ona göre mi karar vereyim diyorsunuz? O zaman işimiz zor çünkü  bu bataklıksal derinlik zorlayıcı bir kavram şöyle ki: 22 Kasım 2013 de Dışişleri Bakanı, Ahmet Davutoğlu “Suriye bir bataklık, içinde her türlü haserat türüyor” derken 25 Ağustos 2012 de Ortadoğu üzerine kapsamlı çalışmalarıyla tanınan prestijli Ankara SETA’nın direktörü Taha Özhan "Bataklık" söylemi bölgeye dair cehaleti, apolitik bir tarifle kamufule etme girişimidir. Son olarak, "Bataklık söylemi oldukça pespaye bir oryantalizmin yerli versiyonundan başka bir siyasal düzeye takabul etmemektedir” diyorlar. Sizin de içinizde birşeyler acıdı mı? Evet, bu pespaye oryantalizm kulağa hiç de hoş gelmiyor…
Biz en iyisi ortada bir yol bulmaya çalışarak bataklıksal derinliği açıklayalım… Malumunuz, Musul, Tikrit bir direnişle karşılaşmadan İŞİD’in eline geçti. Bağdata yürür mü bu cihadistler diye kaygılananlar da var. Bilinmezi çoklar arasında belki en güvenlisi öncelikle bilinenleri sıralamak:
1- Türkiye’nin artık Suriye ve Irak Sınırı yok. Harita uzmanlarına iş düşüyor, ama Türkiye’nin sınırı su anda yerinde dursa da bu sınırın arkasında Irak ve Suriye olduğunu de facto söylemek imkansız. Hukuksal açıkdan belirsizlik nedeniyle hala ulus-devlet varmış gibi yapabiliriz, ancak bu bölgeyi hala ulus-devlet isimleriyle anıp analiz etmeye çalışanların bataklıksal derinliğimizde kaybolduğunu görüyorsunuz değil mi?
2- Yeni şartlar altındaki bölgede herşey anında değişebilir ve yeni isimler türeyebilir. Alfabe çorbası dediğimiz Özgür Suriye Ordusunun onurlu direnişçileriyle başlayıp İŞİD (Irak Şam İslam Devleti)nden Al Nusra'ya, Şam Arslanlarından El Kaide'ye kadar uzanan onlarca farklı bağlılığı olan gang/çete var.
3- Yeni gerçeklerin sunduğu yepyeni kanunlar var. Bu guruplar sadece varolma savaşı vermiyorlar, birbirlerinden iyi ve üstün olma savaşı da veriyorlar. Bölgedeki yerleşik nüfuslar yeniden toparlanıp göçe sürüklenirken gelenler para, silah, savaşçı toplama derdiyle şehirleri talan ediyorlar, güçlenenler yeni düzen kurmaya girişiyor.
4- Musul, Tikrit ve Bağdata kadar uzanan yolda bugün olanlar ani bir gelişme değil. Irak askerlerinin hiç direniş göstermeden kaçması –ki Irak ordusunun adı 1990lardan beri ne zaman anılsa askerlerini kaçarken görüyoruz—ötesinde 2012den beri İŞİD ve farklı güçler (Musulunda parçası olan) Ninewa adlı bölgeye 2012den beri sürekli saldırıyorlardı. Yani 10 Haziran işgali uzun zamandır detaylı olarak planlanan bir saldırı olarak görülmelidir.
5- Bu başarılar sadece çetelede bir zafer daha şeklinde okunmamalıdır. Çünkü şu ana kadar açıklanan bilgilerden İŞİD’in ciddi ölçüde silah, ve askeri malzemeyi ele geçirdiği,  (çoğu ABD yapımı) ayrıca farklı kaynaklardan da Musul ve çevresinde nakit paraya kavuştuğu öğrenilmiştir.
6- İŞİD’in diğer çetelerden ciddi bir farkı var. El Kaidenin Levanttaki uzantası, yahut subesi olarak görülen İŞİD artık sadece bir terror örgütü olarak görülemez. İŞİD gözardı edilemeyecek kadar  toprağa sahip, buradaki nüfusu idareyle sorumlu olduğunu iddia eden bir konvansıyanel askeri güçtür.
7- Irak İŞİD’la bir şekilde savaşabilir mi? Hangi Irak? Hala Irak bölünecek mi sorularının sorulmasına maruz kalmak oldukça akıl zorlayıcı.... Kürt bölgesine yüksek ölçüde maddi borcu bulunan Bağdat hükümetinin İŞİDle ABD desteği olmadan savaşabileceğini düşünmek çok zor. Bu durumda Türkiye ne yapmalı? Bağdat’a yeniden üstün teknoloji askeri donanımların inmesi Türkiye’nin leyhine midir? Ya buradaki Kürt nüfusun İŞİD tarafından kırılması? Tam İran ile ticaret/enerji üzerine anlamişken dengeler bozulur mu?
Türkiye'nin Suriye politikasını çok yanlış bulduğumu, milli menfaatlerinin ne olduğunu anlayamadığımı, farklı mecralarda tutarlı biçimde tekrarladım. Ve lakin Türkiye bir yola girdi, bu saatten sonra şöyle yapmasaydı böyle yapmasaydı demenin faydası yok. Şu anda ne yapılabilir? Şu aşamada sahadan “raw intel” dediğimiz, ham bilgi olmadan doğru bir yol haritası üretmek bizler için mümkün değil, ama bu işin içindekiler kaliteli donanımları varsa bunu yapabilirler, yapmalılar.
Türkiye Suriye’de Iraktan farklı bir siyaset izlemeye kararlı olarak yola çıktı. Aktif bir oyuncu, ve hatta oyun kuran olmak istediğini her daim dillendirdi. Yani Suriyeye gözü kapalı girmedi. Bu bizlere umut vermelidir.
Bazen ne acıdır ki söylemler eldeki yumuşak ya da askeri gücün sınırlarını çok aştı. Mesela “o sınır asla kapanmayacak biz açık sınır politikamıza devam edeceğiz” söyleminden, “turist diyen gelenlerin alında cihadist yazmıyor ki nereden bilebilirdik” vah vah… söylemine bir sallanışta geçiş yapıverdik.
Yine de sis oluşturan detayları bir kenara bırakırsak en zor krizlerin ortasında oldukça verimli olasılıklar vardır. Türkiye’nin bu durumu kendi leyhine çevirmesi yüksek bir olasılık. Yani evet Ortadoğu’ya bataklık deme pespaye oryantalistliğini tespit etmiş ciddi analistlerimiz ve onlarla çalışan Ortadoğu bataklığında üreyen haseratlardan dem vuran bir Dışişleri Bakanımız olması belki karamsarlık için yeterli. Yine de sahada Türkiyenin askeri ve istihbarat gücü saygı duyulan bir etken: hala kredibilitesi olan bir faktör. Stratejik yalnızlıktan bataklıksal derinliğe ilerlerken belki en çok Musul’un ne olduğunu düşünmeliyiz. Farklı etnik ve dini kimliklerin göç yollarında yer alan bu şehrin ezgileri bugün İstanbul’da, Atina’da duyuluyorsa İŞİD ve Bağdat arasındaki düğümü İran ve Suriye karmaşasında dengeleyebilecek bir Türkiye mümkündür. Ud ustası Münir Bashir’in evi Musul bize artık uzak olamaz… Ne kadar yakın olacağını belirlemek Suriye’de oyuncu olmak isteyen iktidarın elinde…. Ama gerçekleri bilerek, bilinçli hareket etmeliyiz. Inlerine girilemeyecek çeteler, derinliği kestirilemeyen girdapların coğrafyasında hala bataklık desek mi demesek mi tartışması yapmak hayra alamet midir sizce?