Tuesday, July 2, 2013

Mısır: Bitmeyen devrimden sürekli darbe rejimine




 
Yüksel Taşkın

Mısır, Mursi’nin Cumhurbaşkanı seçilmesinin yıldönümüne keskin bir kutuplaşma ve büyük gösterilerle girdi. Tahrir Meydanı’nda toplananlar Mursi’nin istifasını isterken, Nasr semtindeki taraftarları, sandık meşruiyetine dikkat çekerek Mursi’yi “yedirmeyiz” diyorlar. Mısır’a Türkiye penceresinden bakmaya meraklı olanlara küçük bir not: Lütfen süreci Gezi Parkı direnişine paralel yorumlamayınız. AKP yanlıları ve karşıtlarının bu gösterileri kendilerine yontacaklarından endişeliyim. Mısır’daki meseleyi anlamak için “ilk taşı en günahsızınız atsın” özdeyişini anımsamak gerekiyor.
Temel mesele üç ana aktörün hangilerinin yan yana geleceğiyle ilgiliydi: Müslüman Kardeşler (MK), Ordu ve seküler muhalefet. Demokratik geçiş süreçlerinde olması gereken, MK ve seküler muhalefetin yan yana gelerek Ordu’yu köşeye sıkıştırmaları ve demokrasinin temellerini beraberce atmalarıydı. Tunus’ta olan ama Mısır’da olamayan tam da buydu. Bunun kabahati tartışma götürmez biçimde MK liderliğindeydi. MK liderliğini elinde tutan “Hapishane Kuşağı,” Ordu’yla gizli kapılar ardında pazarlık etmeye alışkındı. Sivil dinamikleri okuyamıyor, Ordu’nun ne kadar kırılgan ve zayıf bir konumda olduğunu göremiyorlardı.
MK, seküler muhalefetle beraber yürümeye karar verseydi, Ordu taviz vermek zorunda kalacaktı. Oysa MK, Ordu’ya hayat öpücüğü vererek “Mısır siyasetinin en güvenilir hakemi” konumuna gelmesine yol açtı. Şimdi seküler muhalefet de MK liderliği de Ordu’yla “flörtleşerek” kendi yanına çekmeye çalışıyor. Ordu sürecin en avantajlı aktörü hâline geldi. Bu durumda “ilk taşı” MK attı denebilir. Eğer o taş demokratikleşme ihtimaline atılıp yaraladıysa, seküler muhalefetin ana bileşenlerinin de aynı taşı alıp aynı yere attıklarını bugün itibarıyla iddia etmek yanlış olmaz.
Geçen yıl haziranda yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda seküler muhalefet, MK’nın adayı Mursi ve Eski Rejim’in has adamı Ahmet Şefik arasında tercihte bulunmak zorunda kalmıştı. İki aday da devrim dinamiğini temsil etmiyordu. Seküler demokratların bir bölümü mecburen Mursi’ye oy verdiler. Mursi, bu aşamadan sonra tarihî bir hata daha yaptı. Seküler demokratlarla beraber ilerlemeyi yine göze alamadı. Ordu ve Polis’le arasını hoş tutmak adına militarist güzellemelere yöneldi. Kasım 2012’de kendi kararlarını yargı denetimi dışına taşıyan bir kararname imzaladı ve Ulusal Selamet Cephesi (USC) altında örgütlenen seküler muhalefeti karşısına aldı. Kararnameyi çıkarmadan önce demokrat kesimlere bunu neden yapma ihtiyacı duyduğunu anlatmayı, onları da yanına almayı deneyebilirdi.
Eski rejim kalıntısı Yargı, hukuki olmayı bir yana bırakın ahlakiliği de tartışılır hamleler yaparak, serbest seçimlerle gelen Meclis’i feshetti. Ardından aynı Meclis’in seçtiği Anayasa Komisyonu’nu da geçersiz saydı. Ortada seçilmiş bir cumhurbaşkanı vardı ama beraber çalışacağı bir parlamento ve anayasa yoktu! Durumun trajikliğini anlamak için yine Tunus örneğini anımsayalım. Burada çok sayıda parti ve gurup, eski rejim kalıntılarını tasfiye ederek önce Kurucu Meclis seçimlerini yaptılar. Şimdilerde bu meclis yeni anayasayı şekillendiriyor...
Mursi’nin Mübarek kalıntısı yargı kurumlarıyla mücadele etmesi meşrudu ama stratejisi geri tepti ve kendisinin de otoriter olarak algılanmasına yol açtı. İktidarını sallantıda hissettiği için yeni anayasayı hızla referanduma götürme kararı aldı. USC, Anayasa Komisyonu’nda seküler kesimlerin yeterince temsil edilmediğini iddia ederek referandumu boykot etti.
Yeni anayasa, toplumun sadece yüzde 30’unun katıldığı Aralık 2012 referandumunda yüzde 65 evet oyuyla kabul edildi. Mursi düşük katılım nedeniyle, “örgütlü bir azınlığın anayasasını aceleyle geçiren” cumhurbaşkanı durumuna düştü. Anayasa, Ordu’nun ayrıcalıklı konumunu daha da ileri götürmekle eleştiriliyordu.
İzleyen süreçte USC’nin en büyük hatası, Mursi’ye muhalefet eden İslamcı çevreleri dışlaması oldu. Daha da kötüsü USC, Eski Rejim’le özdeşleşmiş isimlerle beraber hareket etmeye yöneldi. USC, Mursi’nin “beceriksizliği ve otoriterliği nedeniyle istifa etmesi gerektiğini” savunmaya başladı. Son gösteri dalgası da bu koşullar altında ortaya çıktı. Hem MK hem de USC, Ordu’yu yanlarına çekmeye çalışarak “sürekli darbe” rejiminin değirmenine su taşımaya devam ettiler. Ordu’ya sürekli tavizler veren Mursi’nin bugünlerde Derin Devlet’ten yakınması ne kadar inandırıcı?
Oysa Mursi ve USC’nin biraraya gelerek seçim yasasını tadil etmeleri, derhal parlamento seçimlerine gitmeleri ve Anayasa’da toplumun geniş kesimlerini tatmin edecek düzenlemelere gitmeleri en doğrusu olurdu.
Umarız bunu başarırlar...

ytaskin@marmara.edu.tr