Tuesday, May 6, 2014

‘Nükleere devam’


Immanuel WALLERSTEIN

İran ve Birleşik Devletler, İran’ın muhtemel bir nükleer silah üretimine dair müzakerelerin en hassas noktasındalar. Müzakerelerin sonucunda tarafların bir mutabakata varması ihtimali çok düşük; çünkü her iki tarafta da mutabakata karşı olan güçlü kesimler var ve anlaşmayı sabote etmek için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Amerika ve Batı Avrupa’da kafalarda standart bir soru var: “Güvenilir olmayan bir ülkeyi yani İran’ın, İsrail ve diğer Arap ülkelerine tehdit oluşturan bir ülkenin nükleer silah elde etmesini nasıl engelleyeceğiz?” Fakat, söylemeliyiz ki gerçek durum bu değil. İran’ın artık nükleer silah kullanması gibi bir durum söz konusu değil, kaldı ki bir tane nükleer silah elde etse bile biliyoruz ki en az 10 ülkenin elinde hâlihazırda böylesi nükleer silahlar mevcuttur. Ayrıca İran’ın elindeki silahları -diğer ülkelerle karşılaştırıldığında-hırsızlığa ya da sabotaja göre koruması çok daha kolaydır.
Yani demek istediğim gerçek mesele nükleer meselesinden farklıdır. İran’ın nükleer güç olmasını engellemek aslında çok küçük bir hareketle büyük bir felaketi engellemek istemeye benziyor. Barajlarda örneğin bir delik olursa o deliği tek bir parmağınızla kapatır ve barajın yıkılmasını engellersiniz. Yani buradaki dertleri, İran’ın silah kullanma ihtimali değil. Eğer delikten parmağınızı çekersiniz, baraj bir sürü delik açar ve en sonunda akan suyun altında kalırsınız. Nükleer silahları ellerinde bulunduran güçlerin derdi şudur: Eğer biz parmağımızı şu an İran’ın üzerine bastırmazsak, dünyada bu şekilde nükleer güce sahip olmak isteyen 20-30 ülkenin derdini çekmek zorunda kalırız. Eğer bir kişi su sızdıran baraj deliğinden elini çekerse, her yer sel altında kalır. Bunu anlamak için nükleer silahların tarihsel gelişimine bakmak yeterlidir.

Nükleer savaşın hikayesi
Hikaye İkinci Dünya Savaşı ile başlıyor, Almanya ve ABD birbirlerine karşı nükleer silah kullanmak için çok ciddi çaba sarf ediyorlardı. Almanya savaşın ilerleyen yıllarında kuşatılınca, Amerika’nın eline nükleer deneme için çok ciddi fırsat geçti. Bu noktada, iki olaya değinmek gerek. Birleşik Devletler ve Sovyetler Potsdam anlaşmasını imzaladılar, bu vasıtayla Sovyetler Almanya’nın yenilgisinden 3 ay kadar sonra, yani 8 Ağustos’ta Japonya ile savaşa girecekti. Ve Birleşik Devletler 16 Haziran’da ilk nükleer denemesini yaptı, bu tarih Almanya’nın tesliminden sonraydı.

6 Ağustos’ta (Sovyetlerin savaşa girme sözünden 2 gün önce) ABD Hiroşima’ya atom bombası attı. Aynı zamanda Sovyetler 8 Ağustos’ta savaşacağına dair söz verdi. Bu arada, Amerika ikinci bir nükleer denemesini 9 Ağustos’ta Nagazaki üzerinde uyguladı.

Neden bu bombalar atıldı peki?  Resmi kurumlar bu bombaların savaşı kısalttığını söylüyordu. Belki gerçekten kısaltmıştır. Ama, bir diğer taraftan bu bombalar Sovyetler Birliği’ne ABD’nin gücünü gösteren bir mesaj niteliğindeydi. Bombalamaların zamanı manidardı.

Peki, sonrasında ne oldu? Savaş zamanındaki sorumlulukları gereği Birleşik Devletler İngiltere ile bazı teknik meseleleri anında paylaştı. Hemen sonrasında Uluslararası bir anlaşma ile atom bombasının dünya genelinde yasaklanması için girişimlere başlandı. Bu girişim başarısız oldu. 1949 yılında, Sovyetler Birliği kendi nükleer denemesini gerçekleştirdi. Böylece dünya üzerindeki ikinci büyük nükleer güç oldu. 1952 yılında ise, Birleşik Krallık bir atom bombası patlattı ve üçüncü büyük nükleer güç oldu.

Bu üçlü nükleer kuvvet meseleyi burada sonlandırmak istiyordu. Ama Fransa’da büyük bir güç olmak çabasındaydı ve 1960 yılında ilk atom bombasını patlattı. Bunlara 1964 senesinde Çin de eklendi.1971 senesinde Çin Halk Cumhuriyeti’nin katılımıyla, Birleşmiş Milletlerin Daimi Güvenlik konseyinin bütün üyeleri nükleer silahlara sahip ülkelerden oluştu.

NPT anlaşmasında kısırdöngü
Tekrardan, bu beş ülke nükleer silahlara sahip olmayı sadece kendileri ile kısıtlamak istedi. Hâlihazırda nükleer silahlara sahip olmak isteyen 20 kadar ülke vardı ve bunun için mesafe kat ediyorlardı. Nükleer silahlara sahip beş ülke “Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması”nı (kısaca NPT) öne sürdüler. Anlaşma aynı zamanda bir nükleer güce sahip olan ülkelerle nükleer güce sahip olmak isteyen ülkeler arasında bir pazarlık öngörüyordu. Anlaşmayı imzalayan ülkeler iki koşul karşılığında Nükleer Silah geliştirmekten vazgeçeceklerdi: yavaş yavaş nükleer silahların üretiminde kullanacakları materyali azaltacaklar ve bunları gerekli yerlerde nükleer güç olarak kullanabileceklerdi.

Bir açıdan anlaşma başarıya ulaşmıştı. Hemen hemen bütün ülkeler anlaşmayı imzaladılar ve gerekenleri yerine getirdiler. Öte yandan, anlaşmanın kullanışlılığını kısıtlayan iki etken vardı: birincisi, anlaşmayı imzalamayı reddeden ya da imzalayıp sonra vazgeçen ülkeler ilgili yapılabilecek hiçbir şey yoktu. Reddeden bazı ülkeler daha sonra bunu uygulamaya da koydu. Hindistan 1974’te, İsrail büyük ihtimalle 1979’da, Pakistan 1998’de ve son olarak Kuzey Kore 2008’de atom bombası denemesi gerçekleştirdiler. Buna ek olarak, İsrail atom bombası bilgilerini müttefiki olan Güney Kore ile paylaştı. Ve Pakistan atom bombası ile ilgili bilgilerini ve nükleer malzemeleri başka ülkelere de sattı.

İkinci olumsuz sonuç  şuydu ki nükleer enerjiyi barışçıl amaçlarla kullansanız bile teknik olarak bunun hangi hızda nükleer silahlara dönüşebileceğini kestiremeyiz. Burada kilit teknik konular zenginleştirilmiş uranyumun ve plutonyumun “ikili kullanım teknolojisi” şeklinde adlandırılan nükleer silah üretimini nasıl etkileyeceğiydi.

Müzarekedeki asıl endişe
Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu Nükleer enerjinin barışçıl kullanımı için birçok ülkede girişimlerde bulundu. Fakat daha sonra atom enerjisinin kötü kullanımına karşı bir yürütme gücü ortaya çıkınca çelişkili bir durum meydana geldi. 1993 senesinde Atom Enerjisi Kurumu elini çok daha fazla güçlendirmek istedi. Fakat en az 50 ülke bu girşimi reddetti. 1993’te uygulamaya koyulan ek protokol sadece ona imza atanlar için geçerli oldu; fakat imza atmayanlar bu uygulamaya tabii tutulmadılar.

Amerikan gücünün düşüşü bütün eski sıkıntıları yeniden başlattı. Amerika tabii ki de nükleer enerjini yaygınlaşmasına karşı ama artık dünya çağında nükleer silah kullanmaya niyetlenen diğer ülkelere askeri müdahalede bulunma gücü yok. Daha önce nükleer silah yapımını Amerika’dan korktuğu için yapmayanlar ya da Amerika’nın korumasında olan bazı ülkeler şu an feragat ettikleri Atom Enerjisi çalışmalarını tekrardan gündemlerine almış durumdalar. Örneğin şu an, Japonya Başbakanı Shinzo Abe tam olarak bu doğrultuda ilerlemektedir. Tabi burada bölgesel bir yayılma da var. Eğer Japonya hedefinde ilerlemeye devam ederse, Güney Kore, Avustralya ve hatta Tayvan da aynı yolu deneyebilir. Hem Mısır hem Suudi Arabistan gene aynı yolda ilerleyebilir, Irak ve Türkiye’nin de bunu deneme şansı var.  Ertesinde Brazilya ve Arjantin’in girişimlere başlaması hiç de uzak değil. Hatta ve hatta İsveç, İspanya, Hollanda gibi Avrupa ülkeleri de bu cenderenin içinde. Eski Sovyetler Birliğinin nükleer sınırları Belarus, Ukrayna ve Kazakistan nükleere başlamak için yeteri kadar bilgiye sahiptir. Sonuç olarak, eğer Amerika ile İran arasında bir anlaşma olmazsa, su sızıntısı olan delikten parmak çekilecek ve bütün bir baraj yıkılarak her yeri sel götürecek. İşte zor geçen müzakerelerde asıl riskli olan durum budur.

Çeviri: Nuhat Muğurtay