Wednesday, October 10, 2012

Yalan Kıskacındaki Suriye/ 1

Suriyelilere göre ülkelerinin üç düşmanı Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye. En kızdıkları politik figür ise Recep Tayyip Erdoğan...


Şam’da şaşırtan sükûnet

* Genel grev Suriye başkentini vurdu haberlerinin yayımlandığı saatlerde sabaha kadar açık dükkânlarda Şamlılar alışveriş yapıyordu.

* Batı medyasında seçimlere katılımın düşük olduğu söylenmesine rağmen, Esad’ın reformlarının da etkisiyle son seçimlere katılım rekor düzeyde oldu.

* Anayasa değişikliği ile yönetici parti Baas’ın yanı sıra on parti daha seçimlere katıldı. Seçimlerde yedi binden fazla bağımsız aday da şansını denedi.

Kahire’den bindiğimiz Mısır Hava Yolları uçağı alçalmaya başladığında hiçbir ayrıntısını kaçırmamak için adeta pencereye yapışarak izlediğim kente bakarken “demek ki Şam buymuş” dedim içimden. Şimdi sadece Suriye’nin başkentinin adı olarak bilinen Şam, çok uzun yıllar boyunca tüm Suriye’yi -aslı Asuriye’dir- tanımlamak için kullanılırdı. Şam, sadece bu güzel kentin değil tüm bölgenin adıydı önceleri. Arap-İslam dünyasında, Yunanca bir kelime olan Suriye’nin kullanıldığına pek tanık olunmamıştır. Batılı sömürgeciler iki yüzyıl önce yeniden Suriye’yi akıl etmeselerdi, bizim için buralar Şam’dı hâlâ.

Uçak alçaldıkça, yüksek yapı geleneğinin olmadığını fark ettiğim Şam’ı daha yakından gördüm. Binaları ne kadar eski görünüyordu. Bunun nedeninin Suriyelilerin binalarının cephelerini boyamamalarından kaynaklandığını anlayacaktım. Kente eskilik havasını veren buymuş meğer. Dış cephe boyası nedir bilmiyor Suriyeliler.

Dünya kamuoyunun adını huzursuzlukla, kargaşayla andığı Suriye’ye, tam kırk dört yıl sonra yapılan “çok partili” seçimleri izlemek için gidenler arasında ben de varım. Yapılan bir değişiklikle iktidar partisi Baas’ın “ülkenin tek öncü partisi” olduğunu içeren anayasa maddesi kaldırılınca başka partilerin de katılabilme şansını bulduğu bir seçim izleyeceğim. Şam’da Rus, Japon, Tunus, Cezayir gibi ülkelerden aynı amaçla gelen başka meslektaşlarımızla da tanışacağız sonradan.

Mütevazı bile denemeyecek kadar küçük havalimanına indiğimizde, bir savaş bölgesine geldiğimizden o kadar emindim ki bizi karşılayan görevlilerin sakin tavırları karşısında şaşırdım biraz, ne yalan söyleyeyim. İnsan etkileniyor okuduklarından, duyduklarından. Alındığımız VIP salonunda, bir hayli uzun zaman bekletildikten sonra havalimanından şehre doğru yola koyulduk. Bıktırıcı saatler boyunca beklediğimiz Kahire Havalimanı’nda başta El Cezire olmak üzere izlediğim birçok televizyon kanalının Şam’daki “olağanüstü durum” içerikli haberleri geldi aklıma. “Seçimler nedeniyle muhalefetin boykot çağrısına uyan” Şam esnafının dükkânlarını açmadığı, “kentte hayatın durduğu” haberleri aklımda Şam sokaklarından geçerken çay bahçelerinde akşamüzeri sefası yapan kentlileri görmek tuhaf geldi doğrusu. Belki şu “olağanüstü durum”la ya da “olağanüstü güvenlik önlemleri” ile kent merkezinde karşılaşırım herhalde dedim içimden.

Yanılmışım.

Sahiden de ‘olağanüstü’

Tek “olağanüstü” durum, otelimizin, yani Şam Palas’ın önünde durduğumuzda hâlâ bir “olağanüstülük” görememekti. El Cezire’de gördüğüm, kenti adeta ablukaya almış Suriye ordusu neredeydi peki? Ertesi gün mutlaka görürdüm herhalde.

Ertesi gün de yoktu.

Kahvaltı yaptıktan sonra, seçim sandıklarının bulunduğu yerleri ziyaretimize başlamadan önce az da olsa dolaştığım merkezde önünde beş, bilemediniz yedi askerin bulunduğu bir binanın önünden geçtim iki kez. Buranın ülkenin parlamentosu olduğunu daha sonra öğrenecektim. Olası hedeflerden biri durumundaki parlamento binasının önünde de ordu yoksa, neredeydi peki? Ordu toptan firar etmiş olmasın?

Kent merkezinin dışında, oy sandıklarının bulunduğu bölgeleri gezdik. Gençlerin çoğunlukta olduğu bu bölgelerdeki seçim merkezlerinde seçmenlerle konuştukça kimilerine göre “adil” olmayan seçimlerin oy kullanan vatandaşlar için ne demek olduğunu anlayabildim. Hepsi, ‘Halk Meclisi’ dedikleri parlamentoda sorunlarını çözebileceğine, seslerini duyurabileceğine inandığı adaylara oy vermek için buradalar. Suriye’de, adaylara oy veriyor seçmenler, dolayısıyla hangi partiden olduğunun bir önemi yok. Çok az Türkçe konuşabilen bir Türkmen kadın oyunu, bir işadamı olan adaya verecekmiş örneğin. Hangi mezhepten, hangi siyasi görüşten olduğunu bilmiyormuş bile.



Bağımsız aday Şarlo
Seçimlerde 7 binden fazla bağımsız aday da vardı. Bunlardan biriyle tanıştım. “Ben Suriye’nin Charlie Chaplin’iyim” (Şarlo) diyor Nizar Elbedin. Bir çocuk tiyatrosunun sahibi. Çocukların sorunlarını Halk Meclisi’ne taşımakmış niyeti. Bir de çocuk dergisi çıkarıyormuş. “Şansınız var mı” diyorum, “Elbette var, ama çocuklar oy kullanabilseler başbakan bile olurum” diyor gülerek.

Gençlerin gündemi işsizlik. Yanıma gelip “Ben de Türküm” diyen ekonomi öğrencisi İsmail Karamuhammed, “Suriye güzel ama ben Türkiye’de okumak istiyorum” diyor. Seneye okulunu bırakıp gelecek Türkiye’ye.

Bir gazeteci olarak, Suriyeli olmasam da benim seçimde gözlemci olma hakkım var. Anayasal bir hak bu üstelik. Suriye Anayasası’nın 25. maddesi, medya mensuplarına bu tür bir hakkı tanıyor. Yönetimin kendine olan güvenine hayran kalmamak elde değil.

Meziyet Narş, gittiğimiz merkezin sandık sorumlusu. “Daha şeffaf, daha demokratik bir seçim diyorlar buna, bu tabii ki doğru, inanmayacaksınız, ama öncekiler de şeffaf ve demokratikti” diyor. Şunları da ekliyor arkasından: “Gidin lütfen bir oy sandığının başında bir müddet durun. Kim nasıl oy kullanıyor görün. Başlarında polis varsa bana da haber verin, ben de göreyim. Ama kadınlara daha dikkatli bakın. Oy kullanmaya tek mi gelmiş, yoksa eşinin zoruyla mı?”

‘Vatan cephesi’


Hıristiyanların yoğun yaşadığı bir başka bölgedeyim. Burada da bir canlılık hâkim. Ellerinde kimlikleriyle sıraya giren, Müslüman, Hıristiyan, onlarca seçmen doluşmuş küçücük odalara. Bu merkezde, İngilizce konuşan tek kişi olan George Duşi’yi tanıdım. Suriye Komünist Partisi’nin sandık görevlisiymiş. Parti, dış müdahaleye karşı Baas’la ortak hareket ediyor. Duşi, geçmişte de ortaklıkları olduğunu belirterek “Halk Meclisi’nde dört milletvekilimiz vardı, bu kez daha fazla olacak” diyor. Duşi ilginç bir genç. Liberal ekonominin Suriye’ye uymadığını söylüyor, örneğin. Ülkesinin ekonomi politikasını liberal bulmuş oluşuna şaşırıyorum. Sormadığım halde Başbakan Erdoğan hakkında söylediği onca lafın arasında tam üç kez tekrarladığı cümlesi şu: “Erdoğan bizim için düşman. Onun patronu Amerika.” Bu ve benzeri değerlendirmelere sık rastlayacağım Erdoğan halkında, sonraki günlerde de.

Baas bu seçime Vatan Cephesi adlı oluşumla girdi. Seçimin birinci önemi burada. İkincisi ise bundan daha önemli. Yeni yasalaşan reform kararları uyarınca üç dönemden fazla milletvekilliği yapılamayacak. Dolayısıyla, Baas partisinden milletvekili olmuş çok sayıda yönetici yeniden seçilemeyecek. Suriye tarihinin “devrim”lerinden biri sayılıyor bu.

Seçimlere aralarında henüz iki ay önce kurulanlar da dahil olmak üzere dokuz parti katıldı. Kısaca AKP de denen Adalet ve Kalkınma Partisi İçin Ulusal Gençlik adlı bir parti de var ki, Kürtlerin partisi olarak biliniyor. Kürtler sanılanın aksine uzun zamandır Suriye politikasında yer edinmiş durumdalar. Suriye’de dileyen parti kurabiliyor artık. Tek şart, etnik, mezhepçi ya da dinci politikalar gütmemek.

Hemen hemen tüm seçim merkezlerini gezdik. Seçim sonuçlarının hemen açıklanmasının beklenmemesi gerektiğini söylediler. Çatışma bölgelerinde kimi zorluklar da yaşanmış çünkü, sayımı etkileyebilecek türden zorluklar.

Başkan Esad ile eşi Esma’yı oy kullandıkları merkezde görme isteğimize, başkanın oy kullanacağı yerin “güvenlik nedeniyle” açıklanmaması yüzünden olumsuz yanıt verdiler. Ama tuhaf olan seçimin ertesi günü Esad ile Esma’nın bir sandık başında oy atarken çekilmiş tek bir fotoğrafının yer almamasıydı. Suriye’de yayımlanan tüm gazetelere baktık, ama hiçbirinde yoktu.

Anlatılanların aksine, hiç de olağanüstü koşulların yaşanmadığı bir başkentte, herkese açık bir seçim gözlemledik. 200’den fazla medya kurumu ile çok sayıda aydın, politikacı ve hukukçudan oluşan 100’den fazla kişinin de aynı gözlemi yaptığını ekleyelim.

Peki neden başta Şam olmak üzere tüm Suriye bir ateş çemberindeymiş gibi anlatılıyor medyada? Başta Türkiye olmak üzere ABD ile Batılı devletler ile kimi Arap ülkeleri Suriye’den ne istiyorlar? Eğer Beşşar Esad, 2003 yılında dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’in, tehdit gibi isteklerine “evet” deseydi, “demokratik” olmayan Suriye bugün “özgürleştirilmek” istenir miydi?..
 
16 Mayıs 2012