Tuesday, February 26, 2013

Devletin iktidarını sergileme aracı olarak cezaevleri - AYŞE BATUMLU



 'Büyük gözaltı'

"Kendini öne çıkartan iktidar, bireyin oluşmasını engellemiştir. Oysa karanlıklara çekilen modern iktidar herkesi bireyselleştirmek istemektedir; bireyselleştirmek, gözetim altında tutmak ve cezalandırmak, yani egemen olmak demektir. Böylece modern iktidar çocuğu okulla, hastayı hastaneyle, deliyi tımarhaneyle, askeri orduyla, suçluyu hapishaneyle kuşatarak bireyselleştirmiş, kaydetmiş, sayısal hale getirmiş, egemen olmuştur. Her kişi bir yerde kayıtlı hale gelince, herkes denetim altında olacak, gözetim altında tutulacaktır. Modern iktidar büyük gözaltıdır."
Michel Foucault böyle söyler "Hapishanelerin Doğuşu" kitabında.
Karanlıklara çekilen modern iktidardan kasıt, kapitalizmle beraber, cezanın içindeki vahşetin, meydanlarda seyirlik bir unsur olmaktan çıkarılmasıdır. Ancak iktidarın, hapishane duvarları arkasındaki bu "belirsizlik" hali, vahşete de göz dağına da mani değildir. Sadece, yine  Foucault’un deyimiyle, sözde "cezalandırılmak çirkin, cezalandırmak daha ‘şerefli’ hale gelmiştir."
Modern iktidar, egemenlik araçlarıyla "içeride" ya da "dışarıda", hepimizi bireyselleştirmeye, gözaltında tutmaya çalışıyor. Gerilim tarzı bilim kurgu filmlerinde anlatılan, herkesin bildiği fakat bilmiyor gibi yaptığı, insanların fikrini söylemeye korktuğu büyük hapishane, çoktan gerçek oldu.
Buradaki bireysellik, birey olabilme halinden farklı bir durumu, iktidar karşısında yalnızlaştırılma, küçük, çaresiz, önemsiz ve iktidar için "tehlikesiz" bir nesne haline getirilmeyi anlatıyor. Modern iktidar, özellikle örgütlü muhalif olma biçimlerinin tümü karşısında kendi koyduğu yasalara uygun ama insanlık açısından meşru olmayan bir güç uygular. Cezaevleri bunun için en uygun araçtır.

Devlet ideolojisine karşı olanı yok etme

Devlet hem adli hem siyasi mahpuslar üzerinde gücünü kullanır. Fakat siyasi mahpuslar söz konusu olduğunda yalnızca bedensel bir "terbiye" değil aynı zamanda bedeni de kullanarak fikren yok ediş planı uygulanır. Yazımızın konusu, bu nedenle özellikle siyasi mahpuslara yönelik cezaevi uygulamaları olacak.
Devletin, iktidarının devamı için araç olarak kullandığı yargı ile suçlu ya da potansiyel suçlu ilan edilen siyasi mahpuslar, cezaevlerinde ağır bir şiddetle karşı karşıya bırakılıyor.
Diyarbakır 5 No'lu cezaevinden bu güne değişen, sadece kullanılan yöntemler. Ancak siyasi mahpusun düşüncesini, kimliğini yok etme hedefi halen devam ediyor.
Devlet, cezaevinde sadece "öldürmeme" ya da "alenen öldürmeme" yükümlüğü taşıyor. Ancak uygulanan fiziki ve psikolojik yöntemler, mahpusun yeme, uyuma, okuma, konuşma, banyo yapma gibi günlük yaşamsal gereksinimlerinin bile devletin kontrolünde, onun belirlediği sürelerle ve "lütfettiği" saatlerde olması, gerektiğinde bunların "disiplin" nedeniyle kesilmesi; mahpusu nesneleştirerek siyaseten yok etmeyi amaçlıyor. Bunun yanında fiziki olarak yok ediş, yani katliam da hala devam ediyor. Bir yanda, insanlık dışı cezaevi uygulamaları nedeniyle ölüm oruçlarında ölenler; bir yanda Diyarbakır zindanları, yine Diyarbakır Cezaevi katliamı, Mamak, Ulucanlar, Bayrampaşa, derken 19 Aralık operasyonu ve en son 2011 yılında, 6 mahpusun cezaevi aracında, 13’ünün de cezaevinde çıkan yangında ölümü...
Bu işkence ve katliamlarda devletin sorumluluğunun yok sayılması, sorumluların cezasız bırakılması, hatta 19 Aralık  döneminin ceza ve tevkif evleri genel müdürü Ali Suat Ertosu’nun devlet madalyasıyla ödüllendirilmesi gibi veriler, her an tekerrür edebileceğinin de göstergesi.
Devletin cezaevleri politikasında, tecritle, F Tipi diye anılan güvenlikli izolasyon modelleriyle, siyasi mahpusun, ideolojik olarak yok edilmeye çalışıldığı malum. İnsanın insan olmasını belirleyen varoluş koşullarından uzaklaştırmayı hedefleyen bu proje, ABD’de, Avrupa’da ve Türkiye’de, devrimci, muhalif mahpuslara ve yurtseverlere uygulandı.
21 cezaevine saldırılarak aynı anda onlarca insan öldürüldü ve televizyonlar ve iktidar borazanı medya vasıtasıyla kanıksatılarak topluma bir biçimde kabul ettirildi.
Devlet böylece hem muhalif devrimci, demokrat, yurtsever örgütlenmeleri yok etmek hem de dışarıya gözdağı vermek, henüz derdest edemediği örgütlenmeleri yok etmek planını uygulamış oldu.

Kürt siyasi hareketi için
daha özel plan devrede

Devlet, iktidarını Kürt ya da Kürt siyasi hareketi içinde yer alan siyasi mahpuslar üzerinde daha fazla kanıtlama gayreti sarf ediyor.
Bunun nedeni, temelini Cumhuriyetin kuruluş ideolojisinden alan, Kürt halkını inkar, imha, asimilasyon; bugün geldiği noktada entegrasyon politikalarıdır. Devamlı olarak devlet ve değişen hükümetler boyunca, özellikle cezaevleri bu politikanın en "iyi" uygulanacağı alan olarak görüldü. Bu nedenle de önce Diyarbakır zindanında Kürt ya da Kürt siyasi hareketine mensup mahpuslara yönelik özel işkence, Türkleştirme ve imha planı uygulandı. Bu vahşete karşı gelişen isyan ve mücadele sonucu bu yöntemler artık devlet açısından da açıktan savunulamaz hale geldi. Ve devlet, iktidarını, özellikle son 3 yılda Kürt halkı üzerinde rehin alma politikaları ile göstermeye başladı.
Türkiye'de, 2002'de 59 bin olan tutuklu-hükümlü sayısı, 2012'de 130 bini aştı. Bu sayının önemli bir kısmını Kürt siyasi hareketi oluşturuyor. Bu veri, "erk"e karşı gelen muhalif Kürtlerin sayısının artmasının ötesinde, iktidarın tahakküm gücünü, tüm Kürt halkını göstermeye çalıştığı anlamına geliyor. Ve sivil siyaset yapan onbinlerce Kürt ya da Kürt siyasi yapılarında çalışan kişi, cezaevlerinde rehin tutuluyor. İktidar, asimile edemediği Kürt halkını hapsetmek için 48 yeni cezaevi açmakla övünüyor!
Devrimci -yurtsever mahpuslara uygulanan çifte standartlar, var olan kısıtlı haklardan yararlandırmama, disiplin cezaları ile dış dünyayla tüm bağlantıyı kesme, hasta mahpusların cezaevlerinde ölüme terk edilmeleri de tesadüfi değil; egemenliğini gösterme ve muhalifi yok etme planının bir parçasıdır.
Bu plan çocuk mahpuslar üzerinde de en vahşi biçimiyle uygulanıyor, çocuklar tecavüze uğruyor, intihara sürükleniyor. Yine Kürt mahpusların bölge cezaevlerinden batıdaki cezaevlerine sürgün edilerek yakınları ve avukatlarıyla görüşmelerinin önlenmesi de çifte cezalandırma ve tecrit içinde tecrit olarak karşımıza çıkıyor.

Beyaz ölüm

Devletin Kürt halk mücadelesinin karşısında cezaevlerinde uyguladığı tüm yok etme politikalarının ve Kürt halkını inkar ve imha siyasetinin kristalize hali ise İmralı’da karşımıza çıkıyor.
AKP ve akıl veren ABD, 'klasik ulusal kurtuluşçu' bir hareket olarak yorumladığı Kürt Halk Hareketi'nde 'Doğu toplumlarına özgü lidere biat' geleneğinin yaşadığını, 'lider' susturulunca, dinamiği lidere bağlı olan hareketin de susacağını sandı. O nedenle Öcalan susturulmak istendi. Devlet uzun bir süre varlığı dahi şüpheli olan Başbakanlık Kriz Merkezi adlı bir merkeze bağlı olan İmralı’da hiçbir yasal belgeye bağlı olmaksızın, "Öcalan’ı gömmeye" çalıştı. "İmralı Cezaevi", daha sonra Adalet Bakanlığı’na bağlandıysa da, bu durum, dünyada benzeri görülmemiş bu tecrit sisteminin değişmesini sağlamadı.
Devlet, Öcalan üzerinden tüm Kürt halkı üzerinde egemenlik kurmayı hedefliyordu. Oysa bu durum, en keskin demokratikleşme süreçlerinden geçip, aşağıdan yukarıya örgütlenen Kürt Siyasi Hareketi'ni susturmak şöyle dursun, 'Öcalanlaşma' sürecini daha da derinleştirdi.
Bu direnç karşısında, Öcalan’ın avukatları ile dahi görüştürülmediği tecrit ötesi bir uygulama başlatıldı. Bu süreçte Öcalan’ın avukatları da hukuksuz biçimde tutuklandı. Daha doğru ifadeyle rehin alındı.
On binlerce mahpus, Öcalan üzerindeki bu tecride karşı ve anadil talebiyle ölüm orucu direnişine girdi. Bu süreçte olası ölümler ve ağır sonuçları da yine Öcalan tarafından durduruldu. Öylece devletin cezaevlerinde Kürt mahpuslar üzerinde kurmaya çalıştığı egemenlik geri dönüşsüz bir sarsıntıya uğradı.
Tüm dünyanın göz yumduğu ağır tecrit, başka bir tabirle "beyaz ölüm" uygulaması, geçtiğimiz hafta Ahmet Türk ve Ayla Akad’ın ziyaretiyle "kesintiye" uğradı. Ancak bu durum, devletin iktidar alanında esnemesinin değil, Kürt Siyasi Hareketi'nin, Kürt halkının her alanda yürüttüğü çözüm siyasetinin bir sonucudur.
Son eylem süreci bütün izolasyona rağmen sokaktaki direnişle cezaevindeki direnişin birleştiği, saldırılar karşısında önderleri etrafında kenetlendikleri bir süreç oldu.
Bu kez devletin iktidarı pekişmemiş, merkez üssü İmralı olan bir depremle sarsılmıştı.

Son söz yerine

Cezaevlerini anlatmak zordur. Devletin iktidarını uyguladığı tüm alanlarda görünür olanın yanında, görünmez olan, hatta infaz memuru, cezaevi hekimi, il insan hakları kurulları gibi aracıları da hedef alan ince basınçlar da vardır mutlaka. Bunların her birini tespit etmek veya üzerinden geçmek mümkün olmayabilir.
Bu yüzden, cezaevlerini en doğru anlatan cümleler, bu iktidar alanının mağduru mahpuslara aittir.