Tuesday, August 4, 2015

Suruç Katliamı ve fiili sıkıyönetim uygulamaları

VOLKAN YARAŞIR-Diğer Yazıları
Savaş rejimi ve Kürt Özgürlük Hareketi
Suruç katliamı, stratejik bir gelişmenin ifadesi oldu. Türkiye yıkıcı ve sarsıcı bir döneme giriyor. İç savaş dinamiklerinin bütünüyle açığa çıktığı bir sürecin içindeyiz. Kürdistan topraklarında uzun yıllardan beri devam eden fiili bir iç savaş, yeni momentte Mezopotamya ve Anadolu topraklarının bütününe yayılabilir.
Ortadoğu sürekli savaş coğrafyası ve TC
Ortadoğu yeniden dizayn oluyor. Ortadoğu sürekli savaş coğrafyasına ve küresel bir karşı devrim merkezine dönüşüyor. Yıkıcı bir alt üst oluşla coğrafyadaki tüm dengeler, statükolar değişiyor. Coğrafyanın her alanındaki katastrofik dalgalar “yaratıcı bir kaosun” önünü açıyor. Bölge yıkıcı post- kolonyal uygulamalara tabi tutuluyor. Emperyalizmin yeni av sahası haline geliyor.
TC, bu süreçte pro-emperyalist hamlelerle bölgesel bir aktör olmaya çalıştı. Bölgenin yeniden dizaynında aktif taşeron rolü üstlendi. Ortadoğu küresel bir karşı devrim merkezine dönüşürken, TC’de bölgesel bir karşı devrim odağı haline geldi. Polis devleti yönönde yeniden yapılandı. İçerde Çin çalışma rejimi inşa edilerek, finans kapitale sonsuz olanaklar sağlandı. Dışarda hızlı militarizasyon politikaları izledi. Bir anlamda iç politikayla, dış politika içiçe geçti. Özellikle Suriye TC’nin pro- emperyalist ataklarının merkezi oldu. Ortadoğu’nun yeniden paylaşımında alt-emperyalist hayallerle pay ve inisiyatif kapmaya çalışan TC, kısa zamanda büyük bir bataklığın içine girdi. Ortadoğu’nun hızla değişen dengeleri ve emperyal öznelerin büyük kapışması ve hatta Suidi Arabistan, Mısır, İsrail gibi bölgesel güçlerin manevraları, hamleleri ve yeni pozisyon alışları karşısında boşa düştü. İnisiyatif kaybetti. Tırnak içinde pro-aktif politikaları çöktü.
Neo- Osmanlıcılık ya da anakronik bir emperyal konsepte uyumu içeren “stratejik derinlik”, hızla stratejik iflasa ve blokaja dönüştü. TC en başta bir alt- emperyalist güç olmanın en önemli niteliği olan hegemonyayı tahsis edecek ekonomik, siyasal, kültürel hatta (çok iddia edildiği gibi) tarihsel alt yapıya ve vizyona sahip değil. Artık yeni rejimin kendisi olan ve bir devlet partisine dönüşmüş AKP’nin bütün ajitasyon ve medya manipülasyonlarına rağmen, TC’nin son derece kof bir etkiye sahip olduğu ve her düzeyde inisiyatifinin daraldığı ortaya çıktı. Bu yönde özellikle Tayyip Erdoğan’ın agresyon yüklü bölgeye yönelik girişimleri hüsranla bitti.

Kürt özgürlük hareketinin bir Ortadoğu gücüne dönüşmesi ve Rojava Devrimi, TC’nin hamlelerini kıran en önemli gelişme oldu. Kürt özgürlük hareketinin çok boyutlu mücadelesi ve Batı Kürdistan’daki devrim, 20. Yüzyıl’da Ortadoğu’da gelişmelere damgasını vuran Sykes – Picot Anlaşması’nın fiilen bitmesine yol açtı. Bu gelişme TC’nin ontolojik zeminlerini sarsmaya başladı.
Kürt Özgürlük Hareketi, Rojava Devrimi ve Suriye
Libya’daki Kaddafi rejiminin hızla çökmesi ve vekalet savaşlarının yıkıcılığı, TC’nin ve finans kapitalin agresyonunu tetikledi. Suriye başta olmak üzere Irak’ta önemli nüfuz ve ekonomik alanın açılacağı hesaplandı. TC’nin Esat rejiminin kolay bir şekilde çökmesi üzerinden yaptığı projeksiyon ve hamleler boşa çıktı. Önce Suriye muhalifleriyle kurduğu ilişki ve destek, daha sonra IŞİD’le kurulan son derece derin ilişkiler sonuç vermedi. Ortadoğu’nun yıkıcı anaforu TC’yi sarsmaya başladı.
ABD, AB, Rusya ve Çin gibi emperyalist güçlerin hesaplaştığı, emperyal öznelerin hegemonya “savaşlarının” merkezine dönüşen Suriye, ayrıca bölgesel güçler olarak İran, Suidi Arabistan, İsrail’in hamleler yaptığı küçük bir Ortadoğu’ya dönüştü. Hatta buradaki hamleler yeni Ortadoğu denklemini oluşturdu.
Suriye’de TC’nin hemen hemen her atağı sonuçsuz kaldı. Son olarak IŞİD gibi istikrarsızlık nesnelerini manipüle ederek Kürt özgürlük hareketini boğma girişimi, olağanüstü Kobane direnişi karşısında yerle bir oldu. Ayrıca, unutulmasın aynı nesneler daha büyük oyun kurucular tarafından daha yetkin bir şekilde manipüle edilebilmektedir.
Rojava Devrimi ve devrimin ruhunun ayağa kalkışı olarak muazzam Kobane direnişi, Kürt özgürlük hareketinin Şengal direnişi, Bakuri Kürdistan’da yarattığı fiili ikili iktidarı durumu ve karşı hegemonya pratikleri TC’nin “tutunamamasına” ve ontolojik problemler yaşamasına yol açtı. TC’ nin son 13 yıllık süreci kapsayan ve farklı fazlardan geçerek realize olan, siyasi İslamın hegemonyasındaki restorasyon süreci Kürt özgürlük hareketinin çok boyutlu ve çok vektörlü mücadelesi karşısında aşındı, hatta işlevsizleşti. Gezi Ayaklanması, Kobane serhildanı ve son olarak 7 Haziran’da HDP’nin gösterdiği başarı giderek bir siyasi krizinin önünü açtı. Bu gelişmeyle, yüksek bir olasılığa dönüşen ekonomik kriz  TC’yi alt üst edici bir sürecin içine sokabilir. Egemen klikler arasında çatlakların derinleştiği ve yeni rejimin en önemli payandası olan AKP’nin çözülüş sürecine girdiği ve Ortadoğu’nun etnik, dini, mezhebi fay hatlarının kırılmasının yarattığı yıkıcı ve katastrofik anaforun etkisini gösterdiği yeni ve yıkıcı bir momentin içine giriyoruz. Ortadoğu’nun sürekli savaş coğrafyasına dönüşmesi, bölgedeki her coğrafyanın savaş cephesine ya da iç savaş coğrafyası haline gelmesini koşulladı. Yaratıcı, kontrollü  kaos konseptinin somut yansıması olan bu gelişme bügün başta Suriye, Irak, Libya, Yemen’i bir cehenneme, iç savaş coğrafyasına dönüştürdü. Ve iç savaşlar dalgasal etkisini Lübnan, Mısır, Tunus ve Türkiye’de  göstermeye başladı. TC’nin polis devleti ya da sivil diktatörlük olarak yeniden yapılanması bu gelişmenin bir parçası olarak işledi. Unutulmasın her polis devleti  aynı zamanda bir iç savaş devletidir. Suruç katliamı bu mana da bir iç savaş “pratiğidir”. Artık Türkiye’nin her alanının yeni Beyrut olabileceğini ve kontrollü kaosun pratik alanına dönüşebileceği bir momentin içindeyiz.

İç savaş konseptleri
Kobane serhildanı küçük bir iç savaş pratiği oldu. Hatta laboratuvar işlevi gördü. TC direnişi, (gösterdiği refleks, gerçekleştirdiği pratikler, Kürdistan’da ve Batı’da resmi ve para militer güçleri devreye sokmasıyla) bir iç savaş provası olarak değerlendirmeye çalıştı. 50’ye yakın kişinin ölümü pahasına gerçekleşen direniş, Anadolu ve Kürdistan topraklarına yayıldı. Gösterilen büyük ve kitlesel tepki TC’nin yok edeci hamlelerini boşa çıkardı. Suruç katliamı, ardından fiili sıkıyönetim uygulamaları, Türkiye çapında eşgüdümlü polis operasyonları, HDP’nin kriminalize edilmesi, toplumsal muhalefete ve devrimci güçlere şiddetli baskı, yaygın gözaltına operasyonları, Kandil’in bombalanması gibi gelişmeler bir iç savaş konseptine geçişin adımları olarak değerlendirilebilir.  Bununla birlikte ABD’yle girilen yeni angajmanlarla birlikte bir savaş rejiminin inşasından söz edebiliriz. Özellikle Rojava ‘daki devrimci inşa süreci ve sarsıcı kadın devrimi “başka bir Ortadoğu’nun” nesnel zeminleri oldu. Şengal direnişi etik bir manifesto olarak sürece ciddi katkı yaptı ve harekete büyük bir ruh verdi. Son olarak PYD ve YPJ’nin,  IŞİD’i püskürtüp ve ağır bir yenilgiye uğratarak, Tel Abyad zaferiyle  kantonları birleştiren stratejik hamlesi, ayrıca İŞİD’i (Suriye sınırında elinde kalan) Cerablus- Arfin’den sökme imkanın doğması hem TC’yi, hem de ABD’yi rahatsız etti. ABD, YPG ve YPJ güçlerinin stratejik hamlelerinin kontrolsüz gelişmelerinin önünü açabileceğini ve Suriye’de farklı gelişmeleri tetikleyebileceğini  hesapladı. Beklendiği biçimde harekete geçti. Ve TC’nin bir nevi (yine inisiyafi ve verdiği izin doğrultusunda) önünü açtı.
ABD ile TC’nin gerçekleştirdiği görüşme sonucunda ve TC’nin yeni girdiği angajmanla; TC’nin – sınırlı ölçekte de olsa – “güvenli bölge” oluşturma isteğine onay verildi. TC, Suriye “krizinin” başlamasıyla  birlikte emperyalist koalisyon güçlerinin müttefiki olarak Esad rejimini yıkmak iddiasıyla Rojava’ yı ve Suriye’nin bazı bölgelerini işgal etmeyi arzuluyordu. Ne var ki emperyalist güçler Suriye’de açık işgal taktiği uygulamadı. Bu sefer TC, tampon bölge oluşturulmasını istedi. ABD bu yaklaşıma da izin vermedi. TC ısrarını sürdürdü. Kitlesel göç ve terör bahanesiyle aslında tampon bölgeden özünde farklı olmayan yeni bir seçenek olarak “güvenli bölge” kurma talebinde bulundu. Bu talebe de ABD mesafeli oldu.
Ancak ABD son gelişmelerle; İncirlik üssünü ve bir kaç askeri havaalanı kullanma, yeni Suriye politikasına ve IŞİD’e yönelik yaklaşıma tam uyum sağlama karşılığında TC’nin güvenli bölge oluşturma talebine kısmen onay verdi. Özellikle ABD ve İran arasındaki görüşmeler, yeni anlaşma ve İran’ın kapitalist entegrasyon sürecinin bir parçası olma yönündeki düzenleneler, TC’yi tam anlamıyla kontrpiyede bıraktı ve sıkıştırdı. Bu süreç dış politikada paradigma değişikliğine yol açan temel faktörlerden biri olarak ele alınabilir. TC yeni angajman doğrultusunda Kandil’i bombalamaya, IŞİD’in sınırdaki inisiyatifini kırmaya ve bunun yanında YPG mevzilerini tanklarla bombalaya başladı. Ülke çapında da fiili sıkıyönetim uygulamalarına geçti.
Aslında yeni konjonktür AKP’nin neo-Osmanlıcılık adı verilen dış politikasının çökmesi ve iflası anlamına geldi.

Yeni konjonktür bir yandan pro -emperyalist politikaların derinleşmesini, öte yandan hızla bir savaş rejimine geçişi koşulluyor. Bu sürecin diğer bir yansıması TC’nin bölgede emperyalizmin bir mızrak ucuna dönüşmesi ve Ortadoğu’yu saran etnik ve mezhebi polizasyon ve iç savaş dalgasının, Anadolu ve Mezopotamya topraklarını sarmasıdır. Aslında TC Pakistan’ın kaderini paylaşıyor. Ya da Pakistanlaşıyor. Pakistan’ın hızlı militarizasyon süreci, bölgeye yönelik agresyonu, Hindistan’la yaşanan sürekligerilim hali ve Afganistan’daki hamleleri, rolü, cihatçı örgütlerle ve daha sonra Talibanla kurduğu ilişkiler ve bu ilişkilerin evrimi, TC’nin Suriye’deki hamleleri ve cihatçı örgütlerle kurduğu ilişkiye benziyor. Pakistan bu süreci CIA’nın koordinasyonunda ördü.1990 sonrası küresel konjonktürdeki değişim (Sovyetlerin Afganistan işgaline son vermesi ve yıkılması) ve 11 Eylül konseptinin açtığı yeni süreç Pakistan için dönüm noktası oldu. Her şey tersine dönmeye başladı. Bumerang etkisiyle cihatçı örgütler için Pakistan’ın dârü’l- harp alanına dönüştü ve iç savaş coğrafyası haline geldi.*
Bonapart ve Fujimori karışımı diktatörlük ve kapitalist rasyonlar
Savaş rejimine geçiş, aynı zamanda Türk tipi başkanlık rejimi adı verilen, Bonapart ve Fujimori karışımı bir diktatörlüğün zemini olabilir.
Bu süreç, Türkiye’de mezhebi ve etnik polarizasyon üzerinden gerçekleşecek bir iç savaşın önünü açabilir. Marksist devlet kuramında olağanüstü rejimleri ifade eden Faşizm, Sezarizm, Bonapartizm, askeri diktatörlük, polis devleti gibi kavramlaştırmalar vardır. Bu tanımlamalar her olağanüstü rejimin kendine has içeriğini, sınıf kombinasyonunu, yönelimini ve sınıf mücadelesine etkilerini belirlemek açısından önem taşır. Olağanüstü rejimleri bir kişinin egosantrik karakteri yada psikopatolojiyle açıklamak son derece yüzeysel bir bakışı ifade eder ve devletin sınıfsal özünü es geçmeyi koşullar. Devleti sınıf tahakkümü bağlamından çıkarıp, nötrlaze etme anlamı taşır. Olağanüstü rejimler bazen kapitalist rasyonu zorlayabilir ama bu tırnak içindeki sapma, yine de devletin kolektif kapitalist ruhunu ve rolünü besler. Kriz anlarında bu kolektif kapitalist aygıt/ aparat (özel mülkiyetin korunması için) her hamleyi yapabilir. Yürütmenin erkinin yoğunlaşması ve mutlaklaşmasını sağlayacak darbe ya da darbe benzeri adımlarda bunlardan biridir. Zaten olağanüstü rejimler, karakterini yürütme erkinin yoğunlaşması ve mutlaklaşmasından alır.

Her olağanüstü rejim, finans kapitalin arzularının konsantrasyonudur. Bu rejimler içinde Bonapartizmi özgün ve farklı bir yere koyabiliriz. Bonapartizm; sınıflar mücadelesinin ve sınıfsal kutuplaşmanın özgün bir momentinde (burjuvazinin tarihsel gelişimin etkisiyle, ekonomik iktidardaki inisiyatifini, siyasi alanda yeterince gösterememesi ya da) hegemonya tahsisi sorunu yaşamasına bağlı olarak biçimlenen (sermayenin) diktatörlük biçimidir. Bu rejim burjuvazinin siyasi alandan (sermayenin genel ve uzun vadeli çıkarları için) “geçiçi” olarak çekilmesini ya da mülksüzleştirmesini kapsar. Kapitalist rasyonun son derece esnek, hızla uyum sağlama ve olağanüstü pragmatist mahiyet taşıdığı bilinmelidir. İç savaş dahil, savaş rejimi finans kapitalin yüksek adaptasyon göstereceği gelişmelerdir. Bütün bunları Türkiye kapitalizminin küresel finans kapitalle entegrasyon düzeyini ve bu coğrafyaya küresel finans kapitalin ciddi yatırımlar yaptığını, Türkiye kapitalizminin Irak ya da Suriye’deki kapitalizminden niteliksel denebilecek farkları olduğunu, gelişmişlik ve entegrasyon düzeyinin Suriye ve Irak’la (hele bügünkü koşulları itibariyle) ölçülemeyeceğini bilerek vurgulayabiliriz. Çünkü Ortadoğu artık dünyanın merkezi, bir anlamda “üçüncü dünya savaşın” gerçekleştiği bir coğrafyadır.
Buradan kırılan fay hatları Avrasya diye tanımlanan coğrafyayı sarsabiliyor. Bugün Ukrayna’yı, Pakistan’ı, Kuzey Afrika’yı etkileyen gelişmeler rastlantı değildir. TC’de bu yıkıcı anaforun içindedir ve kırılan fay hatlarından şiddetle etkilemektedir. Ayrıca TC bu coğrafyada uzun zamandan beri ateşle oynadı ve halende oynamaya devam ediyor. Ateşin ateş toplarına dönüşüp, TC’ye geri döndüğü ve TC’yi şiddetle, bütün yakıcılığıyla sardığı bir konjonktüre girdik. Ortadoğu sürekli savaş coğrafyasına dönüşürken, bu sürecin parçası olan her ülke de içsavaş sürecine giriyor.
Savaş rejimine geçişin ve devlet terörü döneminin başlayacağı eşikteyiz. Çok yönlü ve çok boyutlu gelişmeler bunu gösteriyor.

Faşizme karşı mücadele ve Ortadoğu Devrimi
Artık Türkiye’deki her gelişme Ortadoğu’daki gelişmelerden ayrı ele alınamaz. Ya da Ortadoğu’daki gelişmeler dolayımlı ve direkt Türkiye’yi etkilemektedir.
En başta 20. Yüzyıla damgasını vuran Kürt ve Arap halklarının kalbine hançer sokulması anlamına gelen, TC dahil, 22 yapay Arap devletinin kurulmasına ve Kürdistanı 4 parçaya bölen ve bir iç sömürgeye dönüştüren Sykes-Picot anlaşmasının fiilen bitmesi önemli bir momentir. Kürt özgürlük hareketinin bir Ortadoğu gücüne dönüşmesi ve Rojava devriminin fiilen Batı ve Kuzey Kürdistanı birleştirmesi TC’nin kuruluş saiki olan Misak-i Milli’nin kağıt üzerinde kalmasına yol açtı. Bu süreç bir yanıyla da TC’nin “kuruluş” paradigmasını kıran içerikte gelişti.
Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesi, Ortadoğu’nun küresel karşı devrim merkezine dönüşmesiyle paralellik taşıdı. TC bu dönemde bölgesel bir karşı devrim merkezi haline geldi. TC’nin restorasyon süreci bu eksende biçimlendi.

Kısaca bir karşı devrim süreci içindeyiz. Bu süreç Kürt özgürlük hareketiyle, devrimci komünist hareketin stratejik ve tarihsel ittifakının yaşamsallığını ortaya koyuyor. Artık Türkiye devriminin yolu, Ortadoğu devriminden geçmektedir. Faşizme karşı mücadele bir iktidar mücadelesi ve devrim sorunudur. Ve artık küresel karşı devrim merkezine dönüşen Ortadoğu perspektifi dışında ele alınamaz. Ya da Ortadoğu devrimi perspektifiyle faşizme karşı mücadeleyi örgütlemeliyiz. Son derece kritik bir momente giriyoruz, iç savaş dinamiklerinin bütünüyle ortaya çıktığı bir dönemin içindeyiz.
Direnişi ve mücadeleyi yükseltmeli, enternasyonalleştirmeli ve Mezopotamya ve Anadolu topraklarına yaymalıyız.
* Daha geniş bilgi için bkz;
Gerçeğin Çölüne Hoş Geldiniz/ 11 Eylül; Volkan Yaraşır, Gendaş Yay., 2001.
AKP ve Siyasal İslam; Volkan Yaraşır-Tarık Aygün, Tümzamanlaryayıncılık, 2002.
Makaleler;”Avrasya İç Savaş Coğrafyasına dönüşüyor- Pakistan’da Balkanlaşma Dalgası Yayılıyor”, Volkan Yaraşır, ” Etnik, Mezhebi Bölünmenin kıskacında: Pakistan İşçi Hareketi”, Volkan Yaraşır.