Monday, September 28, 2015

O BAYRAĞIN NE ALINDA NE DE KIZILINDA BİZİM KANIMIZ VAR SAYIN FİGEN YÜKSEKDAĞ

Devrimci Karadeniz  
O BAYRAĞIN NE ALINDA NE DE KIZILINDA BİZİM KANIMIZ VAR SAYIN FİGEN YÜKSEKDAĞ 

O BAYRAĞIN NE ALINDA NE DE KIZILINDA BİZİM KANIMIZ VAR SAYIN FİGEN YÜKSEKDAĞ
Tamer Çilingir
HDP’nin içinde bulunduğu koşullar açıktır.  HDP’nin parlamenter mücadeleyle Kürt sorununa çözüm arayışı da, bu mücadele içerisinde kimi zaman bazı hassasiyetlere karşı temkinli yaklaşımları da anlaşılırdır.
Kürt kanına susamış haramilerin; ırkçı faşist çeteleri aracılığıyla linçler yaptığı, Kürtlere ait ev, işyeri, dükkan ne varsa yakılıp yıkıldığına tanığız. Ve 100 yıldır yaşanan katliamların, soykırımların müsebbibi devletin bugün tüm bunları bir avuç faşist aracılığıyla yaptığını söylemek ise yeterli değildir. Evet soykırımlar, katliamlar bir avuç ırkçı faşist çetenin öncülüğünde ama sadece bu bir avuç insanla gerçekleştirilmemiştir.
Bu çeteler kendilerine verilen rolleri gerçekleştirirken, ‘‘vurun…‘‘ dediklerinde onlarla birlikte vuran, ‘‘yakın…‘‘ dediklerinde onlarla birlikte yakan,  ‘‘öldürün…‘‘ dediklerinde onlarla birlikte öldürenlerin arasında ne acıdır ki, her ulustan işçi, köylü, emekçi de vardır. Kuşkusuz bu her ulustan işçi, köylü, emekçi yaptıklarını Türklük ve Müslümanlık adına yaptıklarını savunmuştur.
Ya bu tür saldırılar olurken oraya toplanıp alkış tutanlar, Türk bayrakları sallayan, ‘‘Allahu Ekber‘‘ nidaları atanlar?
Peki ya alkış tutmayan ama olan biteni izleyenler?
Ya olan bitene alkış tutmayan, Türk bayrakları da sallamayan, ‘‘Allahu Ekber‘‘ nidaları atmayan, olan biteni de izlemeyip, oradan uzaklaşanlar?
Bu tablonun sorumlusu, yüzyıldır bu topraklarda kanla, alınteri sömürüsüyle beslenen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir; bu devletin sahipleridir.
Yalanlarla kandırdıkları, vatan-millet söylemleriyle büyüttükleri ırkçılıkla ve dini duygularını sömürdükleri kitleler bir yandan da ekonomik olarak düzenin kölesi durumundadır.
İşte Kürt ulusunun özgürlük mücadelesinin karşısına kimi zaman sokak linçlerinde kimi zaman silah elde Türk ordusu saflarında dikilenler bu insanlardır.
Onları bu bataklıktan kurtaracak olan elbetteki aydın, ilerici, devrimci fikirler ve bunun için yürütülecek mücadeledir.
Ve en önemlisi de resmi tarihin yalanlarının teşhirinin bu mücadelenin en önemli parçası olduğu açıkken, Kürt ulusuna önderlik eden siyasi temsilcilerin son dönemde aksi bir tutum içinde olduğuna tanığız. Abdullah Öcalan ile başlayan, Bese Hozat ile, Mustafa Karasu, Cemil Bayık ile devam eden TC devletinin kuruluşuna ilişkin övgü dolu sözler, ilk meclise yüklenen ‘devrimci‘ misyonlar, gelen eleştiriler karşısında ‘‘yanlış anlaşıldı; öyle denmek istenmedi‘‘ şeklinde yanıtlanmıştı.
Şimdi ise önce Selahattin Demirtaş, ardından Figen Yüksekdağ’ın sarfettiği sözler, adeta resmi tarihin yalanlarına Kürtler cephesinden desteği ifade ediyor.

‘‘Kürtler, binlerce yıldır bu toprakların gerçeğidir. 1071’de Alparslan Malazgirt’e gelmeden önce de Kürtler burada vardı. O zamanlar da Kürt beyliklerinden destek alınarak Anadolu’nun kapıları açıldı. Kürtlerle ittifak yaparak bunu başardılar. Şimdi Türk halkı bu ittifakı, işbirliğini unutarak nasıl kardeşliği sağlayacak? 1920’lerde Kurtuluş Savaşı’nda, Çanakkale’de, Antep’te, Adana’da kim beraber savaştı? Kim göğsünü düşmana karşı beraber siper etti?  Kürtler de Türkler de vardı. Madem vatanı ortak vatan yaptık. Madem beraber mücadele ettik, madem bu vatanın her karış toprağında bizler kanımızı ortak döktük, o halde eşit yaşamanın kime nasıl bir zararı olabilir.” diyor Selahattin Demirtaş.
KURTULUŞ SAVAŞI KOCAMAN BİR YALANDIR SAYIN SELAHATTİN DEMİRTAŞ
Mustafa Kemal ve arkadaşları, Karadeniz’de yerel çetelerle birlikte, 200 bin kişinin canına, 1 milyon 250 bin Rum’un mübadele ile sürgün edilmesine yol açacak Pontos Rum soykırımını gerçekleştirdiler sayın Selahattin Demirtas. Sözlerinizde bahsettiğiniz  ‘‘…1920’lerde Kurtuluş Savaşı’nda ‘‘ bugün Kürt ulusunun da yaşadıklarını yaşıyordu Pontoslu Rumlar. Ortak vatan yaptık diye övündüğünüz  bizim kanlarımız dökülerek, canlarımız alınarak kurulan ‘vatan’dır. Siz nasıl böyle bir şey için övünebilirsiniz?
Pontos Rum Soykırımı 1894’de başlayıp, 1915’den sonra 1,5 milyon Ermeniyi ve 250 bin Süryaniyi, 150 bin Pontos Rum’unu da kapsayan, 1919’dan 1923’e kadar 200 bin Rumla birlikte 353 bin Pontoslu Rum’un ve 800 bin Kücük Asya Rumunun katline sebep olan Hristiyan Soykırımı’nın son evresidir.
Bu tarihle övünecek en son kişi siz olmalıydınız sayın Demirtaş.

Figen Yüsekdağ ise; ‘‘O bayrağın alında kızılında Kürdün, Türkün, Lazın, Çerkezin kanı var. O bayrağın kızılı oradan gelmiş. Kızılını gölgesini Türkçülüklerine faşizmlerine alet etmeye kalkmasınlar. Biz buna itiraz ediyoruz, ederiz. O bayrakta Kürdün kanı var Türkün olduğu kadar. Arabın Lazın Pomağın Gürcünün, Türkiye’nin bugünkü birliğini oluşturan bütün halkların kanı var. Bu halkların kanının oluşturduğu bayrağı bir ulus adına başka bir ulusa karşı kimse kullanamaz.‘‘ diyor.
O BAYRAĞIN NE ALINDA NE DE KIZILINDA BİZİM KANIMIZ VAR SAYIN FİGEN YÜKSEKDAĞ
O bayrağın gölgesinde Türklük adına, Müslümanlık adına, Cumhuriyet adına soykırıma uğratılan, katlediLen, zulm gören ulusların o bayrağın kızılında da alında da kanı yoktur. Bu argüman ırkçı faşist kafaların 100 yıldır mazlumlara dayattığı bir argümandır. Bahsettiğiniz Kürdün, Lazın, Çerkes’in kanı da Türklük adına dökülmüştür.
Ne çabuk unuttunuz o bayrak altında 1970den bu yana işkence gören, hapishanelerde zulmedilen, katledilen sosyalistleri. Sözde ırkçılığa karşı  olmak adına hem resmi ideolojinin  hem de zalimliğin sembolü haline gelmiş bir bayrağa sahip çıkan en son kişi siz olmalıydınız sayın Yüksekdağ.

Wednesday, September 23, 2015

Rus zokası yutulmuştur!

ABD, Rusya'nın Suriye'ye konuşlanmasına karşı uluslararası toplumu koşullandırmakta zorlanıyor. Tek çıkış yolu çatışmayı önlemek için işbirliği yapmak.
Rusya’nın Suriye hamlesi pek kılçıklı ama bölgesel oyunun kumanda merkezinde oturan ABD ve İsrail bu zokayı yutkuna yutkuna sindirmeye çalışıyor.
ABD, Rusya’nın Suriye’ye askeri sevkiyatını önleme girişimlerinin ardından 18 ay önce Ukrayna yüzünden sona erdirdiği Rusya ile askeri diyaloga geri döndü. Pentagon’a göre amaç Suriye hava sahasında Rusya ile ABD güçleri arasında yanlış anlamaları ve çakışmaları önlemek. Geçen cuma durumu 50 dakikalık telefon görüşmesinde müzakere eden Amerikan ve Rus Savunma Bakanları Ash Carter ile Sergey Şoygu ortak mekanizma kurmak için anlaştı. Bu koordinasyon girişimi, ayarları bozulan Pentagon’da hafiften prozac etkisi yapmışa benziyor. (Tabii Rusya, Suriye hamlesiyle Ukrayna'daki hesabı da kapatmış ya da pazarlık marjlarını inanılmaz halde genişletmiş oldu.)
Benzer bir adım İsrail’den de geldi. Pazartesi günü efelene efelene Moskova’ya giden İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, Rus lider Vladimir Putin’in adamı ‘süklüm püklüm’ kıvamına getiren tutumu karşısında 'ortak mekanizma’ kurmayı kabul edip döndü. "Suriye ve İran Golan Tepeleri'nde İsrail’e ikinci cephe açmaya çalışıyor” uyarısına Putin’den “Suriye ikinci cephe açacak durumda değil, kendi ülkesini korumaya çalışıyor” yanıtını aldı. Ve Moskova temaslarından çıkan neticeyi şu sözlerle duyurdu: "Rus ve İsrail güçleri arasında yanlış anlamaların önüne geçebilmek için ortak bir mekanizma kurulması kararlaştırıldı."
İsrail Genelkurmay Başkanı Gadi Eisenkot ile Rus mevkidaşı Valeri Gerasimov'un şekillendirdiği mutabakata göre iki ülke genelkurmay başkan yardımcılarının başkanlık edeceği bir komite kurulacak. İki haftada bir toplanacak olan komite hava ve deniz kuvvetlerinin hareketlerinin yanı sıra elektromanyetik eylemleri koordine edecek.
İSRAİL'İN HAREKET ALANI DARALIYOR
Peki, Rusya İsrail’in nesini yanlış anlayacak?
İsrail epey zamandır Suriye krizi ile ilgili iki kırmızıçizgiden bahsediyor:
- Eğer İsrail’e bir roket, havan ya da füze düşerse misilleme yaparım.
- Hizbullah’a silah gönderilmesine izin vermem.
Bu kırmızıçizgiler Putin'e de hatırlatıldı. Putin'in buna itiraz ettiğini sanmıyorum. Bence alarmın nedeni bu iki morarmış çizgi değil. Çünkü İsrail'in bölgedeki iştigali bunların ötesinde. İsrail’in 2013’ten bu yana Suriye sınırında çevirdiği dümenler ve doğrudan belli hedefleri vurması bu çizgilerden taşan eylemler.
İsrail, rüzgârın Suriye yönetiminin aleyhine estiği sıralarda karışmıyor gibi yaparak keyifle izlediği silahlı isyan sürecine 2013’ten itibaren alenen müdahil oldu. Nedeni Hizbullah’ın sahaya inmesine paralel olarak Suriye ordusunun tekrar toparlanmaya başlamasıydı. İsrail çöküşün önlenmesine kayıtsız kalamayıp Kaide’ye bağlı Nusra Cephesi dahil Golan sınırlarında silahlı gruplara destek sundu. Bu destek Suriye'nin kritik askeri tesislerini vurmak, silahlı grupların ilerleyişini kolaylaştıracak şekilde ordu mevzilerini bombalamak, doğrudan mühimmat temin etmek, teknik destek sağlamak ve yaralı savaşçıları tedavi etmek şeklinde kendini gösterdi. Dahası İsrail bu karambolde işgal altındaki Golan Tepeleri’nde petrol çıkarmaya koyuldu.
Haliyle Rusya’nın sahada vaziyet alması İsrail’in dolaylı ya da örtülü operasyonlarını zora sokacak boyutlar taşıyor. İsrail uçakları havalandığında gelişmiş Rus savaş takımlarını yani hava savunma ve radar sistemlerini hesaba katmak zorunda.
İsrailliler Rus askeri konuşlanmasına itiraz ederken bunun İran ve Hizbullah'ın bölgedeki varlığını güçlendireceği savını da öne sürüyor. Ancak meseleye Şam açısından bakıldığında durum Tel Aviv yönetiminin korkularından farklı bir sonuca işaret ediyor. Şöyle ki Suriye yönetimi mevcut krizden yabancı bir elin yardımıyla çıkacaksa bu elin İran değil Rusya olmasını tercih ediyor. Birkaç nedeni var:
-Rusya ile İran'ın Ortadoğu siyasetlerinin oturduğu bağlamlar farklı. Suriyeliler İranlılara müteşekkir olsa da Tahran'ın ileride iç siyasi süreçlere etki edebilecek bir nüfuz kapasitesine ulaşmasını istemiyor. (İranlılar böyle bir niyetlerinin olmadığında ısrarlı.) Rusya'nın ise bu ülkenin iç işlerine ilgisi müttefiklik ilişkisine rağmen sınırlı.

- Moskova'nın uluslararası alanda özellikle BM Güvenlik Konseyi'nde sunduğu garantiler çok kıymetli.
- Rus askeri varlığı caydırıcı etki yaratırken İran askeri varlığı Esat karşıtı cepheyi büyüten bir etkiye sahip.
Elbette bundan bir Rus-Fars rekabeti çıkmayacağı gibi böylesi bir tercih Şam'ın Tahran'a nankörlük edeceği sonucunu da doğurmaz. Rusya ile İran'ın birçok uluslararası ve bölgesel konuda ittifak içinde olduğunu da unutmayalım.
RUS STRATEJİSİNİN GERİLİM EMİCİ TARAFI
Rusya'nın hem ABD hem İsrail ile koordinasyon mekanizması kurması Moskova'nın harekat planına yönelik uluslararası alandan gelecek direnci de kırıyor. Gerilim emici bir stratejik yaklaşım. Ki Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier, 20 Eylül'de Berlin'de ağırladığı Amerikalı mevkidaşı John Kerry ile ters düştü ve Rusya'nın yeni pozisyonunu alkışladı: "Rusya'nın bölgede askeri olarak işin içine girmesini büyük bir memnuniyetle karşılıyoruz."
Suriye'de silahlandırılan gruplar eliyle rejim değiştirme oyununun ürettiği tehlikeler kadar son haftalarda artan mülteci baskısı Batı başkentlerinde Rusya'nın hamlesine yönelik ortaya çıkabilecek itirazları geriletiyor.
Batı'nın Suriye ile ilgili eski şahinliğini kaybetmesinde bir başka etken İran'la yapılan yeni başlangıç. AB kanadında Suriye'ye müdahaleyi şehvetle savunan Fransa, İran'la nükleer mutabakattan sonra bu hafta 150 kadar işadamıyla Tahran'a çıkarma yaptı. Tarım Bakanı ile birlikte İran'ı ziyaret eden heyet bir de ticaret ofisi açtı. Halbuki Esad'a lanet okuyanlar, Suriye yönetimini verdiği destekten dolayı İran'a da parmak sallamayı ihmal etmiyordu. Şimdi ibre döndü.
Beri tarafta tampon bölge planı bir kez daha elinde patlayan Türkiye'nin de Rusya'nın iradesini kırması namümkün. Dışişleri Bakanı Feridun Sinirlioğlu, 17 Eylül'de Türkiye'nin endişelerini dile getirmek için gittiği Soçi'de Lavrov'dan "Esad, Suriye ordularının başkomutanı ve terörle mücadele ediyor. Suriye ordusu, kara operasyonlarında çok daha iyi becerilere sahip. IŞİD ile mücadelede Suriye ordusu görmezden gelinemez" yanıtını almıştı. Bugün Moskova'da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ı ağırlayacak olan Putin de esnemeyecek. Rus devlet politikalarının saman alevlerine karşı bağışıklığı güçlü!
Rusya açısından Ortadoğu'ya dönüşün koşulları oluşmuş durumda. Bu konuda Batılı muhataplarının kabullenmek zorunda kaldığı argümanlara sahip. Bu bahaneler Suriye'nin Dostları Grubu diye bilinen uluslararası alanda gelmiş geçmiş en naif cephenin marifetleri sayesinde Rus sahasına paslandı.
Bütün göstergeler, Rusya "Lazkiye'de üs edinmiyorum" dese de aşama aşama askeri tahkimatın arttığını gösteriyor.
New York Times'a göre hafta sonu yapılan yeni sevkiyatlarla Rusya'nın Lazkiye yakınlarında yer alan Basil Esad Uluslararası Havaalanı'ndaki savaş uçağı sayısı 28'i buldu. Bunların 12'si Su-24 (Fencer) 12'si Su-25 (Frogfoot) ve 4'ü Flanker. Buna ilaveten üste 15 nakliye ve saldırı helikopterinin varlığından bahsediliyor. Bunları koruyan iki yada üç SA-22 hava savunma sistemi ve insansız hava uçakları da operasyonel konumda. Üsteki Rus askeri personelinin sayısının da 2 bini bulacağı öngörülüyor.
Görüldüğü gibi Rusya'nın sahaya inmesiyle hikâye değişiyor. Hikâye yazma ile hikâyeye figüran olmanın ne demek olduğunu anlamak için açılan yeni perde ibretlik.


Saturday, September 12, 2015

Tehlikeli Tür “Erk”ek – Belen Yıldırım-Günce Akpınar

Türler Arası Cinsiyetçilik
Pony, Endonezya’da bir “fuhuş köyü”nde, yanan yağmur ormanlarından seks kölesi yapılmak amacı ile alınan bir orangutandır, yaşamının büyük bölümünü bir duvara zincirle bağlanmış bir şekilde geçirmiştir. Zamanla kendini sunmayı ve cilve yapmayı öğrenen Pony, erkeklerin ilgisini oldukça çekmektedir.

Doğanın Ölümü: Ve Kadın Tahakküm Altına Alınır
Henüz ataerkinin oluşmadığı zamanlarda, kadın figürü toplumsal hayatta oldukça etkiliydi. Toplum içerisinde doğayla yoğunluklu kurduğu ilişki ve yaşamsal deneyimiyle ortaya çıkan kadın, insan ilişkilerini kolaylaştırır, topluma birçok açıdan yol gösterirdi. Kadın, iktidarlı bir ilişki olan örgütlü eril güç tarafından baskılanana dek, binlerce yıl doğal uyumu sağladı. Fakat eril ilişki biçimi örgütlenip şehirleri ve devletleri kurduğundaysa, ana-kadın dönemindeki toplumsal değerler değişerek, erkeğin iktidarını meşrulaştıran yeni değerler ortaya çıkardı. Bu durum, kadının olduğu kadar, onunla özdeşleşen doğanın da pozisyonunu değiştirmişti. Artık; kadın toplumsal hayatın önemli bir parçası olmanın ötesinde, erkeğe fayda sağladığı ölçüde var olan bir nesneye dönüştürülürken, aynı şekilde doğa da yine kadın gibi kullanım değeri baz alınarak değerlendirilmeye başlandı.

Özneden, Nesneye: Varoluşundan Kopartılan Kadın ve Doğa
Erkek iktidar hegemonyasını genişlettikçe, kendinin altında olduğuna inandığı her varlığın üzerinde sonsuz bir hak iddia eder oldu. Efendi yalnızca ve yalnızca kölesinin kendisine fayda sağlayan kısımlarıyla ilgilendi. Eğer derdi kas gücüyse, bir köleyi bir makine gibi kullandı. Eğer derdi enerji elde etmekse, ırmakları ve ormanları elinin altında bir enerji kaynağı olarak gördü. Eğer derdi erkek egemen cinselliğini doyurmak ise, kadının bedenini emrine amade etti. Kısacası, erkek egemen zihniyet kendinden aşağı gördüğü her şeyi (kadın, çocuk, hayvan, doğa…) varoluşundan, bütününden kopartarak, onu ihtiyaçları doğrultusunda “nesneleştirdi”! Tüm bunlarla beraber bu zihniyet, biyolojik olarak dişi ile erkeğin ötesinde, toplumsal bir model de dayattı. Kadın ile erkek üzerinden tanımlanan bu model, aslında ezilen ve ezen ilişkisini ima etmek için kullanılır oldu.

Kadının Nesneleştirilmesinden Hayvanın Nesneleştirilmesine
İnsan dışı canlılarda da dişi ve erkek belirlenimi olsa dahi, o türün gündelik yaşamında bu ayrım, dişinin ötelenmesi ya da yok sayılması anlamına gelmez. Bu ayrım, sosyal bir ayrım olmanın ötesinde biyolojik bir ayrımdır. Hatta kimi türlerde bu biyolojik ayrım bile değişkenlik gösterebilir ya da tümüyle ortadan kalkabilir. Mesela, çatal kuyruk kertenkelelerinde, erkeğin cinsel birleşme esnasındaki rolünü dişi bir kertenkele üstlenir, döllenme ise kertenkelenin gerekli hormonları salgılamasıyla kendiliğinden gerçekleşir. Böylece erkek kertenkeleler zaman içinde yok olur. Yani doğa, insanın koyduğu cinsiyet rollerine sığmayacak kadar cinsel çeşitliliğe sahiptir. Fakat toplumsal cinsiyet rolleri, kadını etkilediği kadar insan dışı varlıkları da etkiledi. Ne de olsa, erkek egemen zihniyetin kendi altındakilere dilediği gibi davranma özgürlüğü vardı. Kadınlara istediği gibi davranan, onları taciz eden ve onlara tecavüz eden bu algı, neden aynısını hayvanlara yapmasın ki?
Tahakkümsüz bir ilişki biçimi, her zaman birbirini etkileyen iki özneye ihtiyaç duyar. Bu ilişki biçimi belli bir paylaşım ve yaşanmışlık üretir. İki insan arasındaki sevgi ya da aşk ilişkisinde cinsellik, ilişkinin bütününde bir parçadır. Oysa erkek egemen kapitalist sistem, sonuç odaklı çalışır. Bu akıl, ilişkinin içerisinde cinselliğe odaklanarak, onu amaç haline getirir. Artık iki insan arasındaki ilişki kendi içinde bir süreç olmaktan çıkıp, cinselliğin tüketildiği bir ilişkiye dönüşür. Asıl amaç tüketmek olunca, öznenin kim ve ne olduğu artık bir zevk ve beceri meselesinden ibarettir. Böylece cinsel istek rahatlıkla, damacanaya, orangutana, köpeğe, eşeğe ya da bir papağana yönelebilir. Üstelik toplumsal koşullar içerisinde cinselliği bastırılan kişi için bunu tercih etmek daha da kolaydır.
Hayvanın cinsel bir nesne olarak görülmesi çok eskiye dayanır. Mesela Antik Mısır’da, tapınak rahibelerinin, kutsal görülen köpekler ile cinsel ilişkiye girmesi dini bir ayindir. Yaşadığımız topraklarda, kırsaldaki genç erkekler, eşeklere “Fatmagül” ya da “Nallı Fatma” diye seslenir. Dünyanın birçok yerinde hayvan genelevleri açılır, hatta bu çoğu zaman meşrudur; hayvanların seks kölesi yapılması gazetelere reklam malzemesi bile olur. Bu hayvanlardan belki de en bilineni, Orangutan Pony’dir. Pony, Endonezya’da bir fuhuş köyünde, yanan yağmur ormanlarından seks kölesi yapılmak amacı ile alınan bir orangutandır, yaşamının büyük bölümünü bir duvara zincirle bağlanmış bir şekilde geçirmiştir. Zamanla kendini sunmayı ve cilve yapmayı öğrenen Pony, erkeklerin ilgisini oldukça çekmektedir.

Erkek Aklın Erkek Propagandaları: Pornografi
Erkek egemen zihniyetin cinsel hegemonyası, sokakta, evde, işte kısacası her yerde tecavüzlerle, tacizlerle, kullandığı dil ile kendisini dayatır. Fakat zihniyetin kendisi bununla sınırlı kalmaz, yaptıklarını meşrulaştırmak ve pratik alanını genişletmek için bunun propagandasını yapmaya ihtiyaç duyar. Pornografi de bunun için en etkili propaganda araçlarından biridir.
Kadını aşağılayan ve onu cinsel bir nesneye indirgeyen pornografik görüntüler, yazılar, kurgular aynı zamanda çocukları ve hayvanları da kendine malzeme edinmiştir. Durum artık o kadar vahimdir ki, porno filmler arasında hayvan pornosu başlı başına bir endüstri haline gelmiştir ve hatta yapılan araştırmalara göre yaşadığımız topraklarda porno yelpazesinin içerisinde en fazla tercih edilenin “hayvan pornosu” olması gibi bir durum söz konusudur.
“En yumuşağından en sertine” bu tip görüntüler, yaşamın kendisine yansır. Yaşamın içinde var olan bu sapkınlıklar da, görüntüyü besler. Sokakta bir köpeğe tecavüz eden bir erkek, bu görüntüler yoluyla kendisini meşrulaştırır. Bu görüntüleri izleyen bir erkek, içinde potansiyel bir tecavüzcü taşır.

En Çok Neremi Seviyorsun? Göğüslerimiz mi, Kalçalarımız mı?
Bu tip pornografik görüntüler, tabii ki saklandıkları yerlerde kalmadılar. Erkek egemen zihniyet onları başka alanlarda da kullandı. Reklam sektörü, pornografiyi incelterek, örtük bir şekilde tanıtımını yaptığı ürünlerin reklamlarında her zaman kullandı. Kimi zaman uzuvların yerini dondurma aldı; kimi zaman da, iştahla ısırılan çikolatalar, şuh kahkahalar ve baştan çıkartıcı bakışlarla bezenerek bizlere “başka şeyler” ima edildi.
Pek tabii bu her zaman da örtük olarak yapılmadı. Tıpkı geçtiğimiz günlerde, KFC’nin yaptığı reklam gibi. Her ne kadar reklam, tepkiler nedeni ile geri çekilse de; yapılan şey söz konusu erkek egemen zihniyetin adeta vücut bulmuş hali idi. Reklamda kızarmış tavuk göğsü ve but parçalarının üzerine yazılan göğüslerimiz mi yoksa kalçalarımız mı sloganı ile yine kadın cinselliğine ve kadın bedenine gönderme yapılarak izleyende cinsellik üzerinden şekillenen bir yeme arzusu uyandırılmaya çalışılıyordu.
Erkek egemen zihniyetin, son yüzü olan kapitalizm bu reklamda olduğu gibi, her şeyi, her şekilde istismar etmeye devam ediyor. Bir yandan tavuğu yiyeceğe indirgeyerek tavuğu, bir yandan da yiyeceğe indirgediği tavuğun parçalarını, kadının cinselliğine gönderme yaparak kadını nesneleştiriyor.
İktidarlı algılar için, canlılar belki de tüm varlıklar, o iktidarların yararına kullanılabilecek potansiyel “nesne”lerdir. Dolayısıyla kadınlara yönelen tüm istismar hamleleri, aslında doğadaki diğer varlıkları da hedef almaktadır. Bir kadının hapsedilip seks kölesi yapılması ile, Endonezya’da bir orangutanın hapsedilip köleleştirilmesi birbirinden çok da farklı değildir. Bunlar arasında açığa çıkan fark; olsa olsa bir tanesinin “ilgi konusu” olarak medyaya taşınması; diğerinin ise normalleştirilmesi, meşrulaştırılması ve satır aralarında geçiştirilmesidir.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.