| 
Hannah
 Arendt meşhur Heidegger eleştirisinde suçluluk duygusu üzerinde 
yoğunlaşır ve şu cümleyi kurar: “Herkesin suçlu olduğu noktada, kimse 
suçlu değildir.” [1]İnsan
 hissiyatı ceddinin geçmişini düşündüğünde, suçluluk hissedebilir mi? 
Bireylerin suçluluğu hissetmesi için yapılan yanlışta kişisel bir payı 
olması, ki ulusların geçmişi konu olduğunda çoğu zaman imkansızdır, şart
 mıdır? 
 Sosyal psikoloji çalışmaları ilk adımda suçluluk duygusunun bireysel 
analizine odaklanır. Bireysel yanlışlar üzerine yapılan duygu analizi 
çalışmaları suçluluk duygusunu öz-bilinçli duygu olarak tanımlar[2].
 Suçluluk, insanın kendi davranışına bir kıymet, takdir biçebilecek 
benlik hissiyatını gerekli kılar. Bu kendi davranışına kıymet biçme 
hali, kişinin ahlaki sınır ihlallerinden doğan değerlerine bağlıdır. 
Birey, benliğin özgül özellikleri ve davranış arasında oluşan uçuruma 
takılır kalır. Bu noktada kişinin benlik değerlendirimi, davranışının 
ahlaki sınır ihlallerinin ayırdına vardığında suçluluk duygusunu üretir.
 Bu tanımda dikkat edilmesi gereken bir nokta var; o da suçluluk 
duygusunun dışa güdümlülüğü. Ahlaki sınırları düşündüğümüzde bir anlamda
 kişinin davranışının kurban üzerindeki etkisi suçluluk duygusunu 
yaratıyor. Mühim nokta yapılan yanlışın benlik kavramı üzerinden 
sonuçlarındansa (bunu yaptığım için kötü bir insanım gibi), bu 
yanlışların kurbana olan etkisi (bu kötülüğü yaptığım için o insan acı 
çekti gibi). Tam da bu sebeple suçluluk, odak noktası yapılan yanlışlar 
olduğundan kurban için telafiyi de beraberinde getirmeli.[3] Kabul ve telafi iradesi ile birlikte suçluluk duygusunun bir diğer önemli tarafı da empati. Suçluluk-empati ilişkisi üzerine karşıt argümanlar olsa da ortaklaşılan noktalardan birisi bu korelasyon ilişkisi.[4]
 Suçluluk ve empati ortaklığı, başka bir insanın hüsranının takdirinin 
kökeninde empatik tepkiden kaynaklı distres olduğu üzerine yoğunlaşır. 
Hatta bu telafi iradesi ve suçluluk duygusunun dışa güdümlülük özelliği 
empatik anlayış tarafından desteklenir.
 
 ÇOK YÖNLÜ BİR KAVRAM OLARAK MİLLİ KİMLİK VE KOLEKTİF SUÇLULUK - BENLİK SINIFLANDIRMA SÜRECİ
 
Kolektif suçluluk alanındaki ilk sosyal psikolojik çalışmaların 
temel sorusu hangi koşulların grup merkezli suçluluk duygusuna neden 
olduğu üzerine.[5] Bu çalışmalar toplumsal kimlik ve sınıflandırma kuramlarından yola çıkarak[6],
 kişinin dâhil olduğu grubun diğer üyelerinin geçmiş davranışlarının 
birey üzerinde belirgin etkileri olabileceği üzerinde duruyor. Bu 
etkilerin temel nedeni dâhil olunan grubun üyeliğini benlik kavramı 
çerçevesinde içselleştirilmesi, milli kimlik gibi kimliklere 
bürünmesidir. 
Bu çalışmalardan birinde katılımcılar Hollanda’daki bir üniversiteden 
seçilmiş. Deneyden önce çok ve az milliyetçi olanlar katılımcılar 
seçilmiş ve ayrıştırılmış. Milliyetçilik değeri sekiz öğeli bir anket 
ile, Hollanda tarihi manipülasyonu ise Hollanda’nın Endonezya 
sömürgeciliği tarihi özeti ve sömürgecilik zamanlarından iki fotoğraf 
ile yapılmış. Deneyden önce inanılırlığı artırmak için bu tarih özetinin
 güvenilirliği yüksek tarihçiler tarafından yazıldığı da belirtilmiş. 
Endonezya’daki Hollanda sömürgeciliğinin artılar ve eksileri üzerinden 
olumlu, olumsuz ve belirsiz tarih özetleri sunulmuş. Artılarını içeren 
özette “Hollanda muteber bir hukuk sistemine kavuşmuştur” veya “Hollanda
 Endonezya’nın altyapısını geliştirmiştir” gibi bilgiler kullanılmış. 
Eksilerini içeren özette ise “Hollanda Endonezya toprağını sömürmüştür” 
veya “Hollanda birçok Endonezyalının ölümüne sebep olmuştur” gibi 
ifadeler kullanılmış. Burada üzerinde durulan ilişki kişinin dâhil 
hissettiği grubun geçmiş davranışlarının ve bu gruba duyulan bağlılığın 
kolektif suçluluk üzerindeki etkileridir. Deneyin sonunda beklenildiği 
gibi az veya çok milliyetçi katılımcılar olumsuz tarih özeti 
sunulduğunda suçluluk hissetmişler. Belirsiz tarih durumu ise daha 
ilginç: Benlik sınıflandırması kuramından yola çıkarsak çok milliyetçi 
olan kesimin daha fazla suçluluk hissetmesi gerekirken, az milliyetçi 
olan katılımcılar daha fazla suçluluk duygusu hissediyor. Milliyetçiliği
 yüksek kesimde olumlu bir toplumsal kimlik edinme isteği daha fazla. 
Tam da bu nedenle olumsuz tarih özetini reddedecek yollar arıyorlar. Bu 
yöntemler iki kimliklendirme çeşidi ile ifade edilebilir: “grubu 
yüceltme” ve “gruba bağlılık”.[7]   
        
GRUBA ELEŞTİREL BAĞLILIK MI GRUBUN YÜCELTİLMESİ Mİ? 
Grubu yüceltme hali dâhil olunan grubun olağan tüm gruplar içinde en 
iyisi olduğu düşüncesine dayanır. Gruba bağlılık ise dâhil olunan gruba 
eleştirel bir yaklaşım içerir. Bu iki formun araştırılması Yahudi 
İsrailliler arasında yapılmış. Gruba bağlılık hali kolektif suçluluk 
deneyimi olasılığını yükseltirken, “aklama bilişleri”nin kullanımı grubu
 yüceltmek için kullanılmış. Kişinin geçmişini bilişsel olarak aklama 
hali " milletimin davranışlarının tanımı çok fazla acımasızlık içeriyor”
 gibi açıklamaları kapsıyor. Katılımcılar bu aklama bilişlerinin 
kullanımını ve Filistinlilere yapılanlardan dolayı suçluluklarını ölçen 
anketler doldurmuş.
 
       Sonuçlar şunu işaret ediyor: grubu yüceltme formu kolektif suçluluk ile 
olumsuz, gruba bağlılık ve kolektif suçluluk olumlu bir ortaklaşma 
kurar. Grubu yüceltme formunda bilişsel aklama usullerinin kullanımı 
aracı bir rol üstlenerek artarken, eleştirel bağlılık ve kolektif 
suçluluk ilişkisinde azalır. Bu sonuçların işaret ettiği nokta şu: grubu
 yüceltme formunu kullanan bireyler meşrulaştırma yoluna giderken, ki bu
 da kolektif suçluluk deneyimi olasılığını azaltır, bir diğer taraftan 
da eleştirel bağlılık formu, kolektif suçluluk hissini daha olası kılar.
 
        
GEÇMİŞİN SORUMLULUĞU: "BİZ"İ SUÇLAMAKShelby Steele suçluluk duygusunu Amerikalı siyahi bir adam olarak 
kişisel öyküleri üzerinden araştırıyor ve “beyaz suçluluğu” üzerinden 
tartışıyor.[8]
 “Beyaz suçluluğu, daha geniş anlamda, haksız bir üstünlüğün 
farkındalığından doğuyor.” Yazının devamında beyaz olmanın tarihsel 
üstünlüğünün farkında olmanın kaçınılmaz olduğu ve ırksal suçluluk ile 
birlikte doğduğunun altını çiziyor. Geçmişin muhakemesi (Dersim Katliamı
 gibi) veya toplumdaki gruplar arası eşitsizlikten doğan ve hala devam 
etmekte olan gündelik faydalar (Türkiye’de yaşayan Türklerin Kürtlere 
göre sahip oldukları avantajlı sosyal konum gibi) dâhil olunan grubun 
yargılanmasına neden oluyor.  Wohl, Branscombe ve Klar geçmişin hak 
ihlallerinin sorumluluğunu almanın öneminin üzerinde duruyorlar. [9]
 Öte yandan gruplar bu sorumluluğu odak noktasını “biz”den “onlar”a 
kaydırarak saptırabilirler. Bu odağın konumlandırılması kolektif 
suçluluğun şiddetlenmesi veya hafiflemesi üzerinde oldukça etkilidir.
GEÇMİŞİN MEŞRUİYETİ
 
        
Geçmişi meşrulaştırmak suçluluk duygusunu hafifletmek, dış grubu, 
ötekini suçlamak için kullanılan stratejilerden birisi. Geçmişte olanlar
 basitçe “onların” bize yaptıklarından ötürüdür: Onlar kendi 
davranışlarından ötürü bunu “hak etmiştir”. Türk milliyetçiliğinin 
karakteristiklerinden biri de ötekileri potansiyel tehdit olarak gören 
tehdit anlatısıdır.[10]
 Tarihsel temsiliyet ve kolektif hafızayı düşündüğümüzde, Kürt sorununda
 olduğu gibi gruplar arası ilişkilerin çatışmalarla şekillendiğini 
görürüz. Türkiye’deki en büyük azınlıklardan biri olan Kürtler, Türk 
milliyetçi liderler tarafından milli güvenlik sorunu olarak görülmüştür.
 Kürtlere “tehdit” anlatısı atfı 37 Dersim Katliamı gibi geçmişin 
insanlık dışı tarihini meşrulaştırmaya olanak tanımıştır. Bu 
meşrulaştırma hali, kolektif suçluluk hissini hafifletir.   
  
Wohl ve Branscombe bu tezi sınamak için geçmişin mağduriyetini anlatan hatırlatıcılar kullanmış. [11]
 Kuzey Amerikalı Yahudi katılımcılar bu çalışma için seçilmiş ve bütün 
katılımcılara İsrail Hükümeti’nin Filistinlilerin acılarına neden 
olduğunu anlatan ifadeler okunmuş. Deney grubundakilere deney sırasınca 
Holokost hatırlatılır. Burada beklenti bu “hatırlatıcı”nın İsrail 
Hükümeti’nin geçmiş eylemlerinin meşrulaştırılmasının önüne geçmesi ve 
kolektif suçluluğu hafifletmesidir. Sonuçlar şunu gösterir: Holokost 
hatırlatıcıları kullanılan katılımcılar Filistinlilerin zararlı 
eylemlerine odaklanır. Burada kullanılan yöntem, başka bir gruba karşı 
işlenen suçu meşrulaştırarak haklı çabasıdır. Bu çaba, dış gurubu 
(Filistin terörizmi) tehdit anlatısı içinde konumlandırmakla, dâhil 
olunan grubun tepkisini sıradanlaştırmakla olur. İsrail Hükümeti’nin 
yaptıklarının sorumluluğu Filistinlilerin eylemlerinin içinde bulunur. 
Dış grubu suçlamak, devletin hareketlerini meşrulaştırırken kolektif 
suçluluğu hafifletir. 
BİR HADİSENİN KOLEKTİF SUÇLULUĞU ÜZERİNE: TÜRKİYE'DE ERMENİ SOYKIRIMI 
 
Türkiye tarihi birçok travmatik politik olaya sahne oldu: Dersim 
Katliamı, 1955 6-7 Eylül olayları, 12 Eylül 1980 askeri darbesi, 1933 
Sivas Katliamı, 2011 Roboski Olayı gibi. 1915 Ermeni Soykırımı için ise 
Ermeni ve Türk anlatıları arasında çok belirgin farklılıklar göze 
çarpıyor. Mağdurun milli kimliği bağlamında bu olayın kolektif 
hafızasının çok belirgin olmasının yanında, Türk milliyetçi söylemi 
içinde de oldukça belirgin. Soykırım için bir diğer önemli öğe de, 
Ermeni Soykırımı’nın devlet tarafından açıkça ve çok katı biçimde inkâr 
ediliyor olması. Buna bağlı olarak da kolektif suçluluk deneyimi için 
önceki bölümlerde bahsettiğimiz temel bileşenlerden biri eksilmiş 
oluyor.   
Ermeni Soykırımı’nın hatıraları Ermeni ve Türk tarafları için oldukça büyük farklılıklar gösteriyor.[12]
 Bir tarafta Ermeni tarafı için paylaşılan acılar ve hatıralar Ermeni 
kimliğinin kurulmasında önemli bir rol üstleniyor. Dağılmış Ermeniler 
kolektif enerjilerini yeni bir diaspora altyapısı kurmak için 
harcıyorlar. Soykırımın travması içselleştiriliyor. Korku ve güvensizlik
 hüküm sürüyor. Yıllar boyunca unutuş ve hafıza arasındaki savaş 
mağdurların hatırlayışlarında belirginleşiyor. Diğer taraftan Türk 
milliyetçiliği için ise Ermeni Soykırımı’nın reddi önem kazanıyor. Taner
 Akçam, Osmanlı İmparatorluğu’nun son periyodunda Türk milliyetçiliğinin
 dönüşümü için Ermeni Soykırımı’nın önemine odaklanır. [13]
 Bu dönemdeki ümitsizlik ve düşüşün psikozları Türk milliyetçiliğini 
derinden etkiler. Düşüş korkusu sonucu sonraları Türk milliyetçiliğinin 
belirgin karakteristiklerinden biri olarak olan panik meydana gelir. Bu 
psikoloji hal, bir günah keçisi ilan etmeyi gerekli kılar: Kendi 
ümitsizliklerinin sorumlusu Hristiyan azınlıklardır. Ermeniler, suçlu 
gösterilir. Daha en baştan önleri kesilmelidir. Bu düşünce biçimi 
sonraları Türk milliyetçiliğinde belirginleşecek olan bazı söylemlerin 
oluşmasının nedenidir.       
  
Kolektif suçluluğun hafifletilmesine paralel olarak bu etnik milliyetçilik azınlıklara karşı tahammülsüzlük de getirir. [14]
 Ermenilere ilişkin tahammülsüzlüğün doruk noktalarından biri 2007 Ocak 
ayında bir Ermeni gazetesinde, Agos, önemli bir gazeteci olan Hrant 
Dink’in katledilmesidir. Hrant Dink, 2005’te Türk milletini aşağılamak 
suçundan 6 aylık hapis cezasına çarptırılmıştı. Bu tahammülsüzlük hali 
Müslüman ve Türk olmayan azınlıklar, başta Ermeniler, ikinci sınıf 
vatandaş olarak görüldükçe devam edecektir. Daha önce de belirttiğim 
gibi Türklüğü birinci sınıf vatandaş olarak yüceltmek kolektif suçluluğu
 azaltır, tahammülsüzlüğü beraberinde getirir.   
  
Branscrombe, dış grubun yeniden sınıflandırılmasının o grubun daha 
büyük, dahil olunan bir grup ile tanımlanabileceğinin altını çizer.[15]
 Bu yeniden sınıflandırma süreci, zarar görmüş bir grubun fail grup ile 
aynı kategori altına girebilmesi gibi bir durum da doğurabilir. Bu 
olasılığı anlamak için Amerika’daki azınlıklar arasında yeniden 
kategorize edilmesi kolay ve zor olan iki grup üzerinde araştırma 
yapılmış. Bir grupta Afrika Amerikalıları, yerliler ve Meksikalı 
Amerikalılar katılırken diğerine de Iraklılar, Nikaragualı ve 
Kamboçyalılar dâhil edilmiş. Sonuçlar beyaz Amerikalıların yeniden 
sınıflandırdıkları “bizden” saydıkları ilk gruba karşı daha fazla 
kolektif suçluluk hissettiklerini gösteriyor. Burada Ermenilerin hem 
dinsel hem etnik farklılıkları göz önünde bulundurulduğunda, bu 
topraklarda Hristiyan bir azınlığın yeniden sınıflandırılma ile büyük 
bir gruba dâhil edilip içselleştirilmesinin, bunların sonucu olarak da 
kolektif bir suçluluk hissetmenin zorluğundan bahsedebiliriz. 
  Türk milliyetçiliğinin tehdit anlatısına geri dönelim. Bu söylemde 
azınlıklar Osmanlının çöküşünü hazırlayan dış güçlerle işbirliği 
yapanlar olarak yer bulur. Ermenilerin “millet-i sadika” olarak 
adlandırılması azınlık olarak var olmanın bir anlamda sadakate bağlı 
olduğunu gösterir. Modern Türkiye’de azınlıklar ülkenin birliğinin 
üzerindeki potansiyel tehditlerdir. Özellikle çatışma içeren eylemler 
Türk devletinin güvenliği hakkındaki kaygıları artırıcı olarak görülür. 
Soykırımın inkârı, tehdit anlatısı üzerinden Ermenilere karşı 
tahammülsüzlüğü hatta nefreti, Ermenilerin emperyalistlerin işbirlikçisi
 olduğu söylemi üzerinden doğar.
 
  Kolektif suçluluğun tanımı, daha önce de belirttiğim gibi, hem bireysel 
hem toplumsal anlamda grubun eylemlerinin kabulünü gerektirir. 
Soykırımın inkârının altındaki tehdit söylem bugün de Ermeniler için 
geçerlidir. Bu zaman zaman nefret dönen Soykırımın reddini getiren 
söylem mağdurların maddi manevi zararlarının karşılanmasına ilişkin 
iradenin eksikliğinin de altındaki nedendir. Acının yaratıcısı olma 
sorumluluğu keskince reddedilirken, bu inkar politikası empati kurmayı 
da gerektirmez. Özür dilemekten çok daha ötede, 1915’te ne olduğu devlet
 tarafından kesin ve kesin olarak reddedilir.
 
BİR KOLEKTİF SUÇLULUK GÖSTERGESİ: ÖZÜR DİLEMEK
 
 
Elazar Barkan yeni ulus suçluluklarının bir çeşit milli benlik refleksi olduğunu söyler. [16]
 Batı Almanya Şansölyesi Willy Brandt, dizlerinin üstüne çöküp sessizce 
1943’teki Warsaw Gettosu isyanı mağduru Yahudilerden Holokost için özür 
diledi. İngiltere Başbakanı David Cameron Kanlı Pazar için 38 yıl sonra 
özür diledi ve şunları söyledi: “Kanlı Pazar’da olanlar hem haksız hem 
gerekçesizdir. Yapılan yanlıştı.” 
  
Çok açık ki, dâhil olunan grubun geçmiş yanlışları için özür dilemek 
ulusal suçluluğun bir belirtisi olarak oldukça arttı. Bu içinde 
bulunduğumuz dönemi “özür devri” olarak tanımlarken, bu özürlerin 
arkasındaki motivasyonlar önem kazandı.[17]
 Fakat bu konun oldukça hassas ve tartışmalı bir konu olduğu 
unutulmamalı. Mesela Türkiye Başbakanı Erdoğan Dersim Katliamı için 22 
Kasım 2011’de özür diledi. Bu adım Kürt sorununun çözümünde bir uzlaşı 
belirtisi olarak görülmüş olsa da, bu özür beklendiği gibi bir işlemedi.
 [18]
 Bu özürden yalnızca bir ay sonra 34 Kürt sivil Roboski’de Türk 
askerleri tarafından öldürüldü. Özürlerin beraberinde getirdiği “bir 
daha asla” anlamı yanlışlandı, Dersim özrü sadece sahte bir uzlaşı adımı
 olarak kaldı. Özür kimi zaman, özellikle katliamlarda olduğu gibi, 
failin sorumluluk karşısında elini temizlemek için kullandığı bir 
düzmece de olabiliyor. [19] Unutmayalım, özürlerin arkasında farklı motivasyonlar bulunabilir. 
ERMENİ KARDEŞLERİMİZDEN ÖZÜR DİLERİM!
 
1915’ten sonra Türkiye’deki Ermeni nüfusu büyük ölçüde azaldı. 
Ermeni tahammülsüzlüğü daha önce de bahsettiğim gibi kendini 2007 
Ocak’ında Hrant Dink’in katledilmesi ile gösterdi. 2008’de birçok 
gazeteci, akademisyen ve politikacı tarafından “Özür Diliyorum” isimli 
kampanya organize edildi. Kolektif suçluluğun açık göstergelerinden biri
 olan bu kampanyada imzaya sunulan metinde şöyle deniyordu: 
“1915'te Osmanlı Ermenileri'nin maruz kaldığı Büyük Felâket'e duyarsız 
kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu 
adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve 
acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum.” [20] 
  Özür kampanyası ile yapılan eylem, özür dilemenin ahlaki boyutunu 
gösteriyor. Ermeni Soykırımı için kullanılan “Büyük Felaket” ve “vicdan”
 vurgusu özür dilemenin geçmişin ahlaki sınır ihlalleri durumunda 
yapılacak doğru eylem olduğunu gösteriyor. Adaletsizliğin reddi ahlaki 
bir zorunluluk olarak paylaşılıyor. Geçmişteki adaletsizlik sonraki 
nesillerde vicdan buluyor, bu grup geçmişin acılarına karlı ahlaki bir 
zorunluluk taşıyor.
 
  
Özürlerin bir diğer önemli getirisi unutulmuş tarihi olaylara dikkat çekmesidir.[21]
 Hatta özür dilinen geçmişin yanlışları ve acılarını içeren olaylar yeni
 jenerasyonlar için ilk defa duyulan olaylar bile olabilir. Avustralya 
Başbakanı’nın özrü geçmişin unutulmuş yanlışlarının hatırlanması 
açısından önem taşır. Başbakan yaptığı konuşmada mağdurlardan “Unutulmuş
 Avustralyalılar” olarak bahseder. Ve bugünden sonra onların 
“hatırlanacak Avustralyalılar” olarak anılacağını söyler. [22] 
“Özür Diliyorum” kampanyasının toplumdaki yankısı Ermeni Soykırımı’na 
ilişkin birçok farklı tepkiye neden oldu. Fakat bu tepkilerin 
ortaklaştığı nokta Soykırımın inkârı oldu. Kampanyanın ertesi 
tartışmalar açısından aynı grup bağlamında gösterdiği farklılıklar da 
göz önünde bulundurulmalı. Milliyetçilik kimliği ve farklı politik 
yönelimlerin kolektif suçluluk deneyiminde belirleyici faktörlerden 
olduğunun da altını çizmek gerekiyor. Milliyetçi Hareket Partisi başkanı
 "Ortada utanacağımız bir suç ve adına özür dileyeceğimiz bir suçlu 
yoktur. Hiç kimsenin, mirasçısı olduğumuz ecdat yadigârını aşağılama, 
suçlu gibi tanımlama ve özür talep etmeye hakkı ve haddi 
değildir" demesinin yanında da Başbakan Tayyip Erdoğan benzer bir 
şekilde tepki verdi:
 
"Herhalde onlar böyle bir soykırımı işlemiş olacaklar ki özür 
diliyorlar. Türkiye Cumhuriyeti'nin böyle bir sorunu yok. Yani eğer 
ortada böyle bir suç varsa suç işleyen özür dileyebilir. Ama ne benim ne
 ülkemin ne milletimin böyle bir sorunu yok.” [23] 
Öte yandan Ece Temelkuran, kampanyanın destekçilerinden biri olarak 150 tane tehdit mektubu aldığını söyledi.
 
 
SON SÖZ 
        
Daniel Jonah Goldhagen’ın Hitler’in Gönüllü Cellatları: Sıradan Almanlar ve Holokost (Hitler’s
 Willing Executioners: Ordinary Germans and the Holocaust)  isimli 1996 
yılında basılan kitabı birçok tartışmayı da beraberinde getirdi. 
Goldhagen, bu kitapta İkinci Dünya Savaşı sırasında herhangi bir 
Alman’ın Soykırım’a katkıda bulunarak veya karşı durarak bir anlamda 
Holokost’tan sorumlu olduğunu iddia ediyor. Bu sava Holokost’u 
yaşayanların yanında genç jenerasyondan Almanlar da büyük tepki 
gösterdi. Gençlerin bu gibi büyük kıyımları birebir yaşamamış olsa bile 
çok güçlü duygusal tepkiler verdiğine tanık olduk. Geçmişe dair toplu 
kıyım gibi hadiselerde öz-bilinçli duygular kendini milliyetçiliğin çok 
katmanlı halinde kendini gösterdi, gösteriyor. Ermeni Soykırımından yola
 çıkarak kolektif suçluluğun/suçsuzluğun geçmişteki kırımlar bağlamında 
önemini anlarken, daha yapıcı olmak adına geçmişin politikasının 
getirdiği duygu odaklılık yerine bir duygu politikasına inşa etmenin 
yollarını tartışabiliriz.
 
 
[1] Hannah Arendt, The Life of the Mind  (New York: Harcourt Brace Janacovich, 1978). 
 
[2]
 Michael Lewis. “Self-conscious Emotions: Embarrassment, Pride, Shame, 
and Guilt,” in Michael Lewis, Jeannette Haviland-Jones, and Lisa Feldman
 Barrett, eds., Handbook of Emotions  (New York: The Guilford Press, 2000). 
 
[3]
 Rupert Brown, and Sabina Cehajic. “Dealing with the Past and Facing the
 Future: Mediators of the Effects of Collective Guilt and Shame in 
Bosnia and Herzegovina”, European Journal of Social Psychology, no. 38 (2008): 669-684. 
 
[4] Roy F. Baumeister, Arlene M. Stillwell, and Todd F. “Guilt: An Interpersonal Approach”, Psychological Bulletin , no. 115 (1994): 243–267. 
 
[5]
 Bertjan Doosje, Nyla R. Branscombe, Russell Spears, and Antony 
Manstead. “Guilty by Association: When One’s Group Has a Negative 
History.” Journal of Personality and Social Psychology, 75, no. 4 (1998): 872–886. 
 
[6] Julienne Turner et. al. Rediscovering the Social Group: A Self-Categorization Theory , (Oxford, UK: Basil Blackwell, 1987). 
 
[7]
 Sonia Roccas, Yechiel Klar and Ido Liviatan, I. “Exonerating 
cognitions, group identification, and personal values as predictors of 
collective guilt among jewish-israelis”, in Nyla Branscombe and Bertjan 
Doosje, eds., Collective Guilt – International perspectives  (Cambridge, MA: Cambridge University Press, 2004): 130-147. 
[8] Shelby Steele, The Content of Our Character: A New Vision of Race in America.  (New York: St. Martin’s Press, 1990). 
 
[9]
 Michael J. A. Wohl, Nyla R. Branscombe, and Yechiel Klar. "Collective 
Guilt: Emotional Reactions When One's Group Has Done Wrong or Been 
Wronged." European Review of Social Psychology 17 (2006): 1-37. 
 
[10]
 Ahmet İçduygu, and Özlem Kaygusuz. “The Politics of Citizenship by 
Drawing Borders: Foreign Policy and the Construction of National 
Citizenship Identity in Turkey.” Middle Eastern Studies, 40, no. 6 (2004): 26-50. 
 
[11]
 Michael J. A. Wohl, and Nyla R. Branscombe. “Importance of Social 
Categorization for Forgiveness and Collective Guilt Assignment for the 
Holocaust”, Nyla Branscombe and Bertjan Doosje, eds., Collective Guilt – International perspectives  (Cambridge, MA: Cambridge University Press, 2004): 284-305. 
 
[12]
 Cihan Tuğal. “Memories of Violence, Memoirs of Nation: The 1915 
Massacres and the Construction of Armenian Identity”, in Esra Özyürek, 
eds., The Politics of Public Memory in Turkey  (Syracuse University Press, 2007): 138-162. 
 
[13] Taner Akçam. Türk Ulusal Kimliği Ve Ermeni Sorunu  (Istanbul: Iletişim Yayınları, 1992). 
 
[14]
 Ayhan Kaya, and Ece Harmanyeri. “Accept Pluralism: Tolerance, Pluralism
 and Social Cohesion: Responding to the Challenges of the 21st Century 
in Europe, Overview of National Discourses on Tolerance and Cultural 
Diversity”,  in:Tolerance and Cultural Diversity Discourses in Turkey , (FP7 Project, 2010) 
 
[15]
 Nyla Branscombe. “A Social Psychological Process Perspective on 
Collective Guilt”, in Nyla Branscombe and Bertjan Doosje, eds., Collective Guilt – International perspectives  (Cambridge, MA: Cambridge University Press, 2004): 320–334). 
 
[16] Elazar Barkan. The Guilt of Nations: Restitution and Negotiating Historical Injustices (Johns Hopkins University Press, 2001). 
 
[17] Roy L. Brooks.When Sorry Isn’t Enough: The Controversy over Apologies and Reparations for Human Injustice  (New York: New York University Press, 1999). 
 
[18]
 Bilgin Ayata, and Serra Hakyemez. "The Akp’s Engagement with Turkey’s 
Past Crimes: An Analysis of Pm Erdoğan’s “Dersim Apology”." [In 
English]. Dialectical Anthropology 37, no. 1 (2013/03/01 2013): 131-43. 
 
[19] Craig W Blatz, Karina Schumann, and Michael Ross. "Government Apologies for Historical Injustices." Political Psychology 30, no. 2 (2009): 219-41. 
 
[21]
 Michael Wohl, Matthew Hornsey, and Catherine Philpot. “A Critical 
Review of Official Public Apologies: Aims, Pitfalls, and a Staircase 
Model of Effectiveness.” Social Issues and Policy Review , 5, no. 1 (2011): 70-100. 
 |